Eûzu billâhi mineş şeytânir racîm Bismillâhir rahmânir rahîm. Es selâmu  aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu! (Ve aleykum selâm ve rahmetullâhi  ve berekâtuhu!) Muhterem Efendimiz! İzninizle inşaallah hürmetle,  hasretle mübarek ellerinizden öperim. (Biz de gözlerinden öperiz. Allah  razı olsun.) Allah razı olsun. Muhterem Efendimiz! Bir sualimi arz  edebilir miyim? 
Âli İmrân Suresinin 7. âyet-i kerimesindeki  tezekkürle, Bakara Suresinin 269. âyet-i kerimesi arasındaki tezekkür  edebilme yetkisinde bir fark var mıdır? 
Bakalım şimdi. Âli İmrân Suresinin 7. âyet-i kerimesinde tezekkür. Âli  İmrân Suresinin 7. âyet-i kerimesi aklımızda. Allahû Tealâ diyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
Kitab'ı sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan) âyetlerdir, onlar Kitab'ın esasıdır ve diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık âyetlerdir). Fakat kalplerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere) tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te'vilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sahipleri ise: “Biz O'na îmân ettik, hepsi Rabbimizin katındandır” derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece Ulûl'elbab (daimi zikrin ve sırların sahipleri) (tezekkür edebilir).
“O  ki, O Allah ki; Kur'ân’ı sana indirdi. Onda muhkem âyetler var ve  muteşâbih âyetler var. Muhkem âyetler ümmülkitabın esasını teşkil  ederler. Muteşâbih âyetlere gelince onların gerçek mânâsını sadece Allah  bilir. Kalplerinde zeyk olanlar, âyetleri (muteşâbih âyetleri)  diledikleri gibi yorumlayıp insanların arasına fitne sokmaya çalışırlar.  İlimde kökleşmiş olan rusuh sahipleri râsihûne ise derler ki: ‘İnandık.  Îmân ettik ki bütün bu âyetler Allah'ın katındandır.’ Ama onlar  tezekkür edemezler. İlla ulûl'elbab.” diyor Allahû Tealâ. Yani “Allah'ın  muteşâbih âyetlerinde sadece ulûl'elbab tezekkür edebilir.” diyor  Allahû Tealâ. “Muhkem âyetlerini ötekiler de tezekkür edebilirler ama  muteşâbih âyetlerini sadece ulûl'elbab tezekkür edebilir.” diyor Allahû  Tealâ. 
Kimdir ulûl'elbab? Allahû Tealâ ulûl'elbabı tarif ediyor: 
3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı). 
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı). 
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
“li ulûl'elbab yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim: Ulûl'elbab  için, ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah'ı  zikretmek söz konusudur.” diyor Allahû Tealâ. Allahû Tealâ’nın dizaynı  bu. 
Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım!  Allah'ın dizaynına dikkatle bakın. Burada tezekkür müessesesi; daimî  zikrin sahiplerinin tezekkürü. Kim daimî zikrin sahibi olursa nefsinin  kalbinde hiç afet kalmamıştır. O, ehli tezekkür olmuştur. Yani Allah ile  her konuyu en güzel şekilde konuşabilmek ve Allah'tan öğrenebilmek  yetkisinin sahibidir. İşte Âli İmrân Suresinin 7. âyet-i kerimesindeki  ulûl'elbab, Allah ile her an konuşmak, tezekkür etmek imkânının,  konuları müzakere etmek imkânının sahibi olan kişiye işarettir. 
Bakara Suresinin 269. âyet-i kerimesine geliyoruz. 
2/BAKARA-269: Yu’til hikmete men yeşâu, ve men yu’tel hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ(kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi). 
(Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır verilmiştir. Ve ulûl elbabtan başkası tezekkür edemez.
“yu’til hikmete men yeşâu: Allah hikmeti dilediğine verir. 
ve men yu’tel hikmete: kime hikmet verilmişse 
fe kad ûtiye hayran kesîrâ: ona büyük hayır verilmiştir. Andolsun ki o takdirde ona, büyük bir hayır verilmiştir. 
ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb: Başkaları tezekkür edemez. Bunu ulûl'elbab tezekkür edebilir.” diyor. 
Gerçekten  ulûl'elbab bilir ki; Allah ile dilediği an konuşabilmektedir. Bu âyet  de onun için son derece tabiî bir âyettir. Çünkü o yetkinin zaten  sahibidir kişi.