Bakara-151’de sizin görevlerinizden biri, Kur’ân-ı Kerim’in bizlere öğretilmesi.
Bakara 151'e bakıyoruz:
“Sizin de başınızın üzerine bir ni’met gönderdik.”
Kim tâbî olursa Allah’ın ni’meti sadece onların üzerinde tamamlanır. Tâbî olanın üzerine devrin imamının ruhu bir ni’met olarak gelir ve yerleşir. Bakara-150’deki ni’met’gibi. “kemâ: Tıpkı onun gibi.” diyor Allahû Tealâ. “Size de sizin içinizden birini bir peygamber resûl olarak size gönderdik. Size Allah’ın âyetlerini okusun diye (bir), nefsinizi tezkiye etsin diye (iki), size Kitap öğretsin diye (üç), hikmet öğretsin diye (dört), hikmetin ötesindeki daha bilmediğiniz şeyleri öğretsin diye (beş).”
Şimdi Bakara-151, bunu söylüyor. Kardeşimiz, Âli İmrân Suresinin 187. âyet-i kerimesindeki kitap verilenler kimlerdir diye sormuş. Burada, Bakara Suresinin 151. âyet-i kerimesinde huzur namazının imamından bahsediyor Allahû Tealâ. Peygamber Efendimiz (S.A.V), nebî idi, tabiatıyla huzur namazının da imamıydı. Bu sebeple beş görevi var.
Sualde, “Âli İmrân Suresinin 187. âyet-i kerimesindeki kitap verilenler kimlerdir? Bu, sizin bizlere öğrettiğiniz Kur’ân’ın öğretilmesini de kapsıyor mu?” diyor.
Âli İmrân Suresinin 187. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
fe nebezûhu verâe zuhûrihim: Onlar ise sözlerini sırtlarına, arkalarına attılar.
(Yani Allahû Tealâ’nın sözünü dinlemediler.)
veşterav bihî semenen kalîlâ: Onunla az bir şey satın aldılar.
fe bi’se mâ yeşterûn: İşte ne kötü bir alışveriş.
Sevgili kardeşlerim, Allah’ın sözlerini değiştiren herkes için Allahû Tealâ: “Biz onlardan misâk almıştık; kesin söz almıştık onlardan, değiştirmeyecekler diye.” diyor.
Bakara Suresinin 159. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
Şimdi Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesini hatırlayalım:
Ondan sonra Allahû Tealâ diyor ki: “Onları nefslerine karşı şahit tuttuk; kıyâmet günü, ben bundan haberdar değildim demesinler diye.”
Acaba neden, haberdar değildim demesin diye? İşte bu âyet de Âli İmrân-187 de, Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesiyle, bu konuyla alâkalı. Diyor ki Allahû Tealâ Mâide-7’de: “O gün işitik ve itaat ettik, dediniz. Biz de misâkinizi üzerinize farz kıldık; Sizden aldığımız o sağlam sözü üzerinize yükledik.” Yani Allah’ın söylediğini yalanlamayacağımızı.
İşte misâk, Allahû Tealâ’nın insanlardan aldığı kesin söz anlamına da geliyor. O gün Allahû Tealâ’nın bizden talebi üzerine, ne diyor Allahû Tealâ? “Ben sizin Rabbiniz olduğuma göre ey ruhlar, nefsler, fizik vücutlar; Bana yemin verin, misâk verin, ahd verin. Ruhunuzu Bana ulaştıracağınıza dair; ruhlar, fizik vücudunuzu Bana teslim edeceğinize dair fizik vücutlar, nefsinizi tezkiye ve tasfiye ederek Bana teslim edeceğinize dair nefsler, yemin, misâk ve ahd verin.” diyor.
Yemin, misâk ve ahd veriyoruz. Ama sonradan Allahû Tealâ bizlerden bunların hepsinin geçerli olduğu ve Allah’ın bir ilâvesiyle, Allah’ın yasak ettiklerini de söyleyeceğimiz, emrettiklerini gizlemeyeceğimiz açısından da Allah’a verdiğimiz bir söz var. Ahdin içine, bu misâkin içine bu da girdiği için “misâk” diyor. Âli İmrân-81’i hatırlayalım:
Misâk, Allah’tan alınan kesin bir söz. İşte Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ’nın ahdallahisine paralel olarak ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi Allah’a teslim ettikten sonra irademizi de Allah’a teslim edeceğimize dair bir ilâve giriyor devreye. Yetmez, Allah’tan öğrendiğimiz bu şeyleri gizlemeyeceğimize, herkese söyleyeceğimize dair de Allahû Tealâ’ya o gün misâk veriyoruz; “İşittik ve itaat etik.” dedikten sonra.
Öyleyse Âli İmrân Suresinin 187. âyet-i kerimesindeki kitap verilenler kimlerdir? Orada kendilerine kitap verilenler, bu âyettekiler sakın peygamberlerdir zannetmeyin. Kitap verilenler, kitap, peygamberlere teslim edilir. Ama aslında herkes için verilmiştir. İlim verilenler de aynı standartlardadır. İlim peygamberlere verilir, nebîlere verilir, resûllere verilir. Onlardan da ilim başkalarına intikâl etirilir. O zaman onlar kendilerine ilim verilenlerdir. Kitaplar da peygamberlere verilir, kitaplar; mukaddes kitaplar. Şeriat kitapları sadece nebîlere verilmiştir; peygamberlere verilmiştir. Peygamberlerin hepsi mutlaka mukaddes kitap sahibidirler. Bütün peygamberlere, Kur’ân’da adı geçen bütün peygamberlere Allahû Tealâ kitap verildiğine dair ayrı ayrı âyetlerde işaretlerini koymuş. Âli İmrân-81’de bu kesinleşiyor. Ama Allahû Tealâ nebî olmayan resûllerine de kitap yazdırabilir. Ama bu bir sohbet kitabıdır, kimseyi bağlamaz. Bir şeriat kitabı hükmü yoktur.
Öyleyse kendilerine kitap verilenler sadece peygamberler değildir, peygamberlerin tebliğ ettikleri ve öğrettiği kişiler de kendilerine kitap verilenlerdir. Nitekim şu anda İslâm âlemi de kendilerine kitap verilenlerdir, Yahudi âlemi de kendilerine kitap verilenlerdir, Hristiyan âlemi de kendilerine kitap verilenlerdir. Ama herkes ezelde o peygamberlerine verilmesi dolayısıyla kendilerine verilen kitapları gizlemeyeceklerine dair ve ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair Allah’a misâk vermişler. Mâide-7, bu âyetle birlikte bir bütün ifade ediyor, Âli İmrân-187.
Eğer bize Kitab’ın öğretilmesi söz konusuysa, nasıl bir anlatım şekli olacak? Âyetin hayata tatbik edilmeden anlatılmasının yeterli olabileceği düşüncesi inandırıcı olur mu?
Âyetler, hayata tatbik edilsin diye indirilir ve Allahû Tealâ’nın her yaptığı şeyden mutlak olarak bir muradı vardır. Öyleyse bu açıdan meselemize baktığımız zaman bütün kitapların, bütün insanlar için indirilmiş olduğunu ve ezelde herkesten öğrendikleri kitabı, doğrularını başkalarına açıklayacaklarına, gizlemeyeceklerine dair Allahû Tealâ’nın misâk aldığını görüyoruz. Mâide-7’deki misâk, şimdi burada bütünleniyor. Sadece Allah’a ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve ilâveten irademizi teslim edeceğimize dair bir misâk değil, bu aynı zamanda bir kesin söz, Allah’tan öğrendiklerimizi gizlemeyeceğimize ve ilim öğrenmek isteyenlere öğreteceğimize dair. İşte onun için vazifemiz burada bir belirlilik kazanıyor. İlim öğrenmek isteyenlere ilmi öğretmekle vazifeliyiz. Öğrenmeyenlere de tebliğle vazifeliyiz. Öğrensinler veya öğrenmesinler, onların sorumluluğu.
Kitab’ın öğretilmesi söz konusu, öğretilmek tebliğle olur. Kişi ne kadar konuya teşne ise, ne kadar yaklaşma hüviyeti içersinde ise o kadar öğrenecektir. Öğretmek isteyenin sorumluluğu yoktur. Tebliğle görevi tamamlanır. İshar Allah’ın müsaadesi dâhilinde değildir. Hele izaç edici davranışlar; “Mutlaka bunu öğreneceksiniz, zorla size öğretirim” tarzındaki davranışlar, Allah’ın katında geçerli değildir. “Dînde zorlama yoktur.” diyor Allahû Tealâ.