Âli İmrân 187'deki kitap verilenler kimlerdir. Bu sizin bizlere öğrettiğiniz Kur’ân’ın öğretilmesini de kapsıyor mu?

Anasayfa » Ana Sayfa » Resûl ve Nebî » Âli İmrân 187'deki kitap verilenler kimlerdir. Bu sizin bizlere öğrettiğiniz Kur’ân’ın öğretilmesini de kapsıyor mu?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Âli İmrân 187'deki kitap verilenler kimlerdir. Bu sizin bizlere öğrettiğiniz Kur’ân’ın öğretilmesini de kapsıyor mu?

Bakara-151’de sizin görevlerinizden biri, Kur’ân-ı Kerim’in bizlere öğretilmesi.

Bakara 151'e bakıyoruz:

2/BAKARA-151: Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size, aranızda (görev yapmak üzere), sizden (kendinizden) bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi) tezkiye (ve tasfiye) etsin, size Kitap’ı (Kurânı Kerim’i) ve hikmeti öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.


Tıpkı bunun gibi yani bir evvelki âyet-i kerimede, Bakara-150’de söylenen ni’met gibi.

“Sizin de başınızın üzerine bir ni’met gönderdik.”

Kim tâbî olursa Allah’ın ni’meti sadece onların üzerinde tamamlanır. Tâbî olanın üzerine devrin imamının ruhu bir ni’met olarak gelir ve yerleşir. Bakara-150’deki ni’met’gibi. “kemâ: Tıpkı onun gibi.” diyor Allahû Tealâ. “Size de sizin içinizden birini bir peygamber resûl olarak size gönderdik. Size Allah’ın âyetlerini okusun diye (bir), nefsinizi tezkiye etsin diye (iki), size Kitap öğretsin diye (üç), hikmet öğretsin diye (dört), hikmetin ötesindeki daha bilmediğiniz şeyleri öğretsin diye (beş).”

Şimdi Bakara-151, bunu söylüyor. Kardeşimiz, Âli İmrân Suresinin 187. âyet-i kerimesindeki kitap verilenler kimlerdir diye sormuş. Burada, Bakara Suresinin 151. âyet-i kerimesinde huzur namazının imamından bahsediyor Allahû Tealâ. Peygamber Efendimiz (S.A.V), nebî idi, tabiatıyla huzur namazının da imamıydı. Bu sebeple beş görevi var.

Sualde, “Âli İmrân Suresinin 187. âyet-i kerimesindeki kitap verilenler kimlerdir? Bu, sizin bizlere öğrettiğiniz Kur’ân’ın öğretilmesini de kapsıyor mu?” diyor.

Âli İmrân Suresinin 187. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-187: Ve iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtûl kitâbe le tubeyyinunnehu lin nâsi ve lâ tektumûneh(tektumûnehu), fe nebezûhu verâe zuhûrihim veşterav bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe bi’se mâ yeşterûn(yeşterûne).
Ve Allah, kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz." diye, misâk almıştı. Fakat onu (misâkı), arkalarına attılar (sözlerini tutmadılar) Ve onu az bir değere sattılar. Oysa yaptıkları alışveriş ne kötü.


ve iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtûl kitâbe: Allahû Tealâ kitap verilenlerden misâk almıştı.
lâ tubeyyinunnehu lin nâsi: Onu mutlaka beyan edeceksiniz insanlara (insanlar için beyan edeceksiniz onu).
ve lâ tektumûneh(tektumûnehu): Onu ketmetmeyeceksiniz, saklamayacaksınız.
“Bunun için sizden misâk aldık.” diyor Âli İmrân-187.

Allah’ın misâki; bütün insanlardan, kendilerine kitap verilen insanlardan (o insanlardan) Allahû Tealâ’nın bir misâk alması söz konusu.

fe nebezûhu verâe zuhûrihim: Onlar ise sözlerini sırtlarına, arkalarına attılar.
(Yani Allahû Tealâ’nın sözünü dinlemediler.)
veşterav bihî semenen kalîlâ: Onunla az bir şey satın aldılar.
fe bi’se mâ yeşterûn: İşte ne kötü bir alışveriş.

Sevgili kardeşlerim, Allah’ın sözlerini değiştiren herkes için Allahû Tealâ: “Biz onlardan misâk almıştık; kesin söz almıştık onlardan, değiştirmeyecekler diye.” diyor.

Bakara Suresinin 159. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-159: İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne).
Muhakkak ki, beyyinelerden indirdiğimiz şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaştırılmasını) Kitap'ta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenlere, işte onlara, Allah lânet eder ve lânet ediciler de onlara lânet eder.


“Onlar ki Allah’ın âyetlerini ve özellikle hidayeti gizlerler; Allah’ın insanlara indirdiği kitaplarda delilleriyle; ispat vasıtalarıyla, beyyinelerle açıklamasına rağmen. Allah da onlara lânet eder, lânet edenlerin de hepsi onlara lânet eder.” diyor Allahû Tealâ.

Şimdi Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesini hatırlayalım:

5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki Allah göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.


“İşittik ve itaat ettik, demiştiniz. Allahû Tealâ da sizden misâk almıştı.”

E lestü bi rabbikum günü (zamandan evvel) Allahû Tealâ, Âdem (A.S)’ın sulbünden olan bütün insanları bir araya getiriyor. Nasıl? Âdem (A.S)’ın sırtından onun çocuklarını, onların her birinin sırtlarından onların çocuklarını çıkartarak. Hepimiz Allahû Tealâ’nın huzurunda toplanıyoruz. Allahû Tealâ diyor ki:

7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”


e lestu birabbikum: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?
kâlû: Dediler ki.
belâ: Evet.
(Demişiz ki hepimiz: Evet, Sen bizim Rabbimizsin.)

Ondan sonra Allahû Tealâ diyor ki: “Onları nefslerine karşı şahit tuttuk; kıyâmet günü, ben bundan haberdar değildim demesinler diye.”

Acaba neden, haberdar değildim demesin diye? İşte bu âyet de Âli İmrân-187 de, Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesiyle, bu konuyla alâkalı. Diyor ki Allahû Tealâ Mâide-7’de: “O gün işitik ve itaat ettik, dediniz. Biz de misâkinizi üzerinize farz kıldık; Sizden aldığımız o sağlam sözü üzerinize yükledik.” Yani Allah’ın söylediğini yalanlamayacağımızı.

İşte misâk, Allahû Tealâ’nın insanlardan aldığı kesin söz anlamına da geliyor. O gün Allahû Tealâ’nın bizden talebi üzerine, ne diyor Allahû Tealâ? “Ben sizin Rabbiniz olduğuma göre ey ruhlar, nefsler, fizik vücutlar; Bana yemin verin, misâk verin, ahd verin. Ruhunuzu Bana ulaştıracağınıza dair; ruhlar, fizik vücudunuzu Bana teslim edeceğinize dair fizik vücutlar, nefsinizi tezkiye ve tasfiye ederek Bana teslim edeceğinize dair nefsler, yemin, misâk ve ahd verin.” diyor.

Yemin, misâk ve ahd veriyoruz. Ama sonradan Allahû Tealâ bizlerden bunların hepsinin geçerli olduğu ve Allah’ın bir ilâvesiyle, Allah’ın yasak ettiklerini de söyleyeceğimiz, emrettiklerini gizlemeyeceğimiz açısından da Allah’a verdiğimiz bir söz var. Ahdin içine, bu misâkin içine bu da girdiği için “misâk” diyor. Âli İmrân-81’i hatırlayalım:

3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tansurunnehu, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, O'na mutlaka îmân edeceksiniz ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz” diye misak aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu. (Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahû Teâlâ): “Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.


Ne diyordu Allahû Tealâ? “O zamanki biz bütün nebîlerden misâk aldık; ağır söz, kesin söz aldık. Onlara dedik ki: Ey nebîler; size kitap verdik ve hikmet verdik. Sizlerden sonra, hepinizden sonra bir resûlümüz gelecek. O resûle îmân edeceğinize ve yardım edeceğinize dair Bana kesin söz verin, misâk verin. Bu ağır misâki kabul ediyor musunuz? Dilinizle de ikrar ediyor musunuz? Onlar da diyorlar ki: Kabul ediyoruz ve dilimizle de ikrar ediyoruz.”

Misâk, Allah’tan alınan kesin bir söz. İşte Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ’nın ahdallahisine paralel olarak ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi Allah’a teslim ettikten sonra irademizi de Allah’a teslim edeceğimize dair bir ilâve giriyor devreye. Yetmez, Allah’tan öğrendiğimiz bu şeyleri gizlemeyeceğimize, herkese söyleyeceğimize dair de Allahû Tealâ’ya o gün misâk veriyoruz; “İşittik ve itaat etik.” dedikten sonra.

Öyleyse Âli İmrân Suresinin 187. âyet-i kerimesindeki kitap verilenler kimlerdir? Orada kendilerine kitap verilenler, bu âyettekiler sakın peygamberlerdir zannetmeyin. Kitap verilenler, kitap, peygamberlere teslim edilir. Ama aslında herkes için verilmiştir. İlim verilenler de aynı standartlardadır. İlim peygamberlere verilir, nebîlere verilir, resûllere verilir. Onlardan da ilim başkalarına intikâl etirilir. O zaman onlar kendilerine ilim verilenlerdir. Kitaplar da peygamberlere verilir, kitaplar; mukaddes kitaplar. Şeriat kitapları sadece nebîlere verilmiştir; peygamberlere verilmiştir. Peygamberlerin hepsi mutlaka mukaddes kitap sahibidirler. Bütün peygamberlere, Kur’ân’da adı geçen bütün peygamberlere Allahû Tealâ kitap verildiğine dair ayrı ayrı âyetlerde işaretlerini koymuş. Âli İmrân-81’de bu kesinleşiyor. Ama Allahû Tealâ nebî olmayan resûllerine de kitap yazdırabilir. Ama bu bir sohbet kitabıdır, kimseyi bağlamaz. Bir şeriat kitabı hükmü yoktur.

Öyleyse kendilerine kitap verilenler sadece peygamberler değildir, peygamberlerin tebliğ ettikleri ve öğrettiği kişiler de kendilerine kitap verilenlerdir. Nitekim şu anda İslâm âlemi de kendilerine kitap verilenlerdir, Yahudi âlemi de kendilerine kitap verilenlerdir, Hristiyan âlemi de kendilerine kitap verilenlerdir. Ama herkes ezelde o peygamberlerine verilmesi dolayısıyla kendilerine verilen kitapları gizlemeyeceklerine dair ve ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair Allah’a misâk vermişler. Mâide-7, bu âyetle birlikte bir bütün ifade ediyor, Âli İmrân-187.

Eğer bize Kitab’ın öğretilmesi söz konusuysa, nasıl bir anlatım şekli olacak? Âyetin hayata tatbik edilmeden anlatılmasının yeterli olabileceği düşüncesi inandırıcı olur mu?

Âyetler, hayata tatbik edilsin diye indirilir ve Allahû Tealâ’nın her yaptığı şeyden mutlak olarak bir muradı vardır. Öyleyse bu açıdan meselemize baktığımız zaman bütün kitapların, bütün insanlar için indirilmiş olduğunu ve ezelde herkesten öğrendikleri kitabı, doğrularını başkalarına açıklayacaklarına, gizlemeyeceklerine dair Allahû Tealâ’nın misâk aldığını görüyoruz. Mâide-7’deki misâk, şimdi burada bütünleniyor. Sadece Allah’a ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve ilâveten irademizi teslim edeceğimize dair bir misâk değil, bu aynı zamanda bir kesin söz, Allah’tan öğrendiklerimizi gizlemeyeceğimize ve ilim öğrenmek isteyenlere öğreteceğimize dair. İşte onun için vazifemiz burada bir belirlilik kazanıyor. İlim öğrenmek isteyenlere ilmi öğretmekle vazifeliyiz. Öğrenmeyenlere de tebliğle vazifeliyiz. Öğrensinler veya öğrenmesinler, onların sorumluluğu.

Kitab’ın öğretilmesi söz konusu, öğretilmek tebliğle olur. Kişi ne kadar konuya teşne ise, ne kadar yaklaşma hüviyeti içersinde ise o kadar öğrenecektir. Öğretmek isteyenin sorumluluğu yoktur. Tebliğle görevi tamamlanır. İshar Allah’ın müsaadesi dâhilinde değildir. Hele izaç edici davranışlar; “Mutlaka bunu öğreneceksiniz, zorla size öğretirim” tarzındaki davranışlar, Allah’ın katında geçerli değildir. “Dînde zorlama yoktur.” diyor Allahû Tealâ.

2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lânfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.


Öyleyse nasıl bir anlatım şekli olacak? Tebliğle olacak, detaylar verilecek. Bilgisayara, devamlı hafızaya kaydedilecek. Faydalanmak isteyenler faydalanacaklar. Karşı çıkanlar iki şekilde çıkacaklar.  Birileri karşı çıkacaklar, hiç tahkik etmeyecekler; onlar büyük bir sorumluluk almış olanlardır. İkinci kesim; tahkik edecekler, doğru olduğunu görecekler ve gizleyecekler. Onların sorumluluğu birincilerden daha büyüktür. Üçüncü kesim; inceleyecekler, öğrenecekler ve tatbik edecekler. Onlar da Allah’ın katındaki kıymetlilerdir.

 

Benzer konular