Nahl Suresinin 36. âyet-i kerimesi ile Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesi arasında bir ilişki var mı? Hayatta iken herkes Allah'ın vazifeli kıldığı kavmin resûllerinden haberdar olacak mı?

Anasayfa » Ana Sayfa » Dalâlet » Nahl Suresinin 36. âyet-i kerimesi ile Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesi arasında bir ilişki var mı? Hayatta iken herkes Allah'ın vazifeli kıldığı kavmin resûllerinden haberdar olacak mı?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Nahl Suresinin 36. âyet-i kerimesi ile Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesi arasında bir ilişki var mı? Hayatta iken herkes Allah'ın vazifeli kıldığı kavmin resûllerinden haberdar olacak mı?

Herkes haberdar olacak Cabbar. Hiç haberdar olmayan kalmayacak. Şu anda da herkes haberdar. Değerlendirmeleri, herkesin kendi standartlarına göre.  Zaten burada da Nahl 36 ile Zumer 71’i karşılaştırdığımız zaman insanların büyük kısmının buna muhatap olduğu halde inanmadığını ve bu yüzden cehenneme gittiğini kesin şekilde vurguluyor.

Öyleyse Nahl 36 ve Zumer 71 arasında çok açık bir ilişkinin ötesinde başlangıç ve sonuç açısından bir illiyet rabıtası var. 1. si başlangıcı, 2. si sonuç.

Şimdi bakalım Nahl 36:

Bismillâhirrahmânirrahîm.    

16/NAHL-36: Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).


ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen: Biz, muhakkak andolsun ki bütün ümmetlerin içinde resûl beas ederiz (vazifeli kılarız).
eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte): Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (kaçınsınlar) diye.

Bu âyet-i kerimenin Zumer 17 ile de kesin ilişkisi var. Ne diyordu Allahû Tealâ orada?

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ibâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


(Sahabeden bahsediyor) "Onlar taguta kul olmaktan içtinap ettiler, kaçındılar, kendilerini kurtardılar. Çünkü Allah'a ulaşmayı dilediler. Onlara müjdeler vardır, kullarımı müjdele." diyor.

Tagutun kuluyken sahâbe Allah'ın kulu oluyor. Ne yapmış da sahâbe Allah'ın kulu olmuş. Tagutun kuluyken Allah'ın kulu olmuş. Allah'a ulaşmayı dilemişler. Hem dünya müjdesinin hem ahiret müjdesinin sahibi olmuşlar.

Şimdi Nahl 36’ya bakıyoruz;

“Mutlak olarak.” diyor Allahû Tealâ. “Muhakkak şekilde andolsun ki Biz ümmetlerin, milletlerin, kavimlerin içinde resûl beas ederiz.”

fe minhum men hedallâhu: Onlardan bir kısmı hidayete erdiler (hidayette oldular).
ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh (dalâletu): Onlardan diğer bir kısmına ise (diğer bir kısmınınsa) üzerlerine dalâlet hak oldu.

Yani bir kısmı resûlün talebi üzerine Allah'a ulaşmayı dilemişler. Diledikten sonra çeşitli kademelerde olabilirler. Ama dilemişler ki hidayet üzere olmuşlar. Bir kısmı hidayet üzere olmuşlar,bir  kısmınınsa üzerine dalâlet hak olmuş. Bir kısmı hidayet üzere olmuşlar, bir kısmınınsa üzerine dalâlet hak olmuş.

"fe sîrû fîl ardı: Öyleyse yeryüzünde seyr edin (dolaşın).
fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn (mukezzibîne): Tekzip edenlerin akıbetlerinin ne olduğuna (nasıl olduğuna) bakın.” diyor Allahû Tealâ.

İşte akıbetler ya resûle tâbî olanların akıbeti hidayet üzere olmak ya da olmayanların akıbeti taguta kul olmakta devam etmek ve dalâlette kalmak.

İnsanlar sadece 2 standartta bulunabilir. Ya hidayet üzeredirler ya dalâlet üzeredirler. Bütün insanlar dalâlette olarak doğarlar. Bir insanın dalâlet ehli iken hidayet ehli olması sadece bir tek şartla gerçekleşir. O kişi Allah'a ulaşmayı diler. Nereden öğrenecek bunu? Resûlden öğrenecek. Allah'a ulaşmayı dileyen herkes resûlün söylediğinden haberdar olmuştur. Haberdar olmuştur ki, Allah'a ulaşmayı diliyor kişi. Eğer haberdar olmasaydı Allah'a ulaşmayı dilemeyecekti. Hele zamanımızda bu konu çok daha önem kazanıyor. Çünkü resûlün dışında başka kimseden hiç kimsenin bunu duyması mümkün değildi. Zamanımızda sadece Allah'ın resûlü insanlara bu yolu gösterdi. Allah'a ulaşmayı dilemek. Şimdi herkes o resûlden haberdar. Ama onu oturttukları yer farklı. Kimisi onu bir sahtekar olarak değerlendiriyor, kimisi bir resûl olarak değerlendiriyor ama sözlerini de inkâr edemiyorlar.
Allah'a ulaşmayı dilemedikçe hidayetin asla gerçekleşemeyeceğini kişinin hayatta kaldığı sürece dalâlette kalacağını artık herkes öğrenmiş durumda.

Sadece dalâlette mi? Hayır

* Aynı zamanda küfürde.
* Aynı zamanda hüsranda.
* Aynı zamanda kişinin gideceği yer cehennem.
* Aynı zamanda o kişi tagutun kulu.
* Aynı zamanda o kişi tagutun dostu,

Dalâlette kişi, hüsranda kişi, aynı zamanda şirkte. Bütün bunları zamanımızda mevcut olan ilahiyat fakultelerinde öğretilen kitaplardan kimsenin öğrenmesi mümkün değil. Ama şimdi herkes öğrendi. Resûlü de öğrendi, söylediklerini de öğrendi ama o kitaplardan öğrenemediği şeyleri, öğrendiği kişinin resûl olduğunda şüphesi var insanların. Bu şüpheye rağmen bir insan Allah'a ulaşmayı dilese mutlaka kurtuluşa ulaşır.

Sevgili kardeşlerim, öyleyse üzerlerine dalâlet hak olanların Zumer 71’de üzerlerine azap hak olanlar olduğunu göreceğiz. Bu iki âyet-i kerimenin karşılaştırılması hakkın bir tecellisi.

Şimdi geliyoruz Zumer 71’e:
    
39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alâl kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın?” (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.


vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ (zumeran): Kâfirler, bölük bölük cehenneme sürülürler (zümre zümre).

Zaten buradaki zümreden de anlaşılıyor ki ayrı ayrı ülkelerdeki insanlar ayrı ayrı gruplar oluşturuyorlar. Veya belki birçok ülkedeki insanlar bir grup ta giriyor ki sualde resûller sözü geçiyor. Birçok ülkeden insanlar bir arada cehenneme sürülüyorlar.

hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ: Onlar cehennemin kapısına geldikleri zaman kapılar açılır.
futihat: Açılır.
ebvâbuhâ: Onun kapıları.
ve kâle lehum hazenetuhâ: Ve onun bekçileri (cehennemin bekçileri) onlara derler ki.
e lem ye’tikum rusulun minkum: “Sizlere, sizlerden olan resûller (sizlerin kavimlerinden olan resûller) yani her birinize kendi kavminizin resûlü gelmedi mi?
yetlûne aleykum âyâti rabbikum: Sizin üzerinize Rabbinizin âyetlerini okusun.
ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ: Ve sizi uyarsın? Bugün buraya geleceğiniz konusunda, bugün buraya geleceğinizi söyleyerek sizi uyarsın.
kâlû belâ:  Dediler ki, Evet. Yani bize resûller geldi.
ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne): Ama azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

Şimdi burada zamanın hangi parçasında yaşarlarsa yaşasınlar, dünya adı verilen bu gezegenin de hangi parçasında yaşarlarsa yaşasınlar yani hangi ülkenin hangi şehrinde hangi köyünde neresinde yaşarlarsa yaşasınlar ve zamanın hangi parçasında yaşarlarsa yaşasınlar mutlaka onların zamanında onların o ülkesinde mutlaka Allah'ın bir resûlü var. Ve o resûlden haberdar olmamaları da mümkün değil. Mutlaka haberdar oluyorlar.
Çünkü hangi kavimden insanlar gelirse gelsin. Bütün kavimlerdeki insanlara soruluyor bu. Yetmez, zamanın hangi parçasındaki insanlar gelirse gelsin, bütün parçalarındaki insanlara soruluyor. Ve de bir de toplu halde geliyorlar yani karışık bir şekilde geliyorlar ki, her birine tek tek sorulan bir sualin topluma birden sorulması söz konusu. Bir grup geldiği zaman hepsine birden soruluyor:

“Sizlere sizden resûller gelmedi mi? Allah'ın âyetlerini size okusunlar diye.”

Ne demek istiyor? Allahû Tealâ buyuruyor ki:

Biz diyor, Resûl göndeririz. Niçin göndeririz diyor Allahû Tealâ. Âmenû olanları müjdelesinler diye ve olmayanları uyarsınlar diye. Şimdi buradaki ifadeye dikkatle bakalım:

yetlûne aleykum âyâti rabbikum: Size Rabbinizin âyetlerini okusun diye.
ve yunzirûnekum: Ve sizi (sizleri) uyarsın diye.

Öyleyse ne demiş resûl onlara gelip? Demiş ki bakın:

“Allah'a ulaşmayı dilemek mecburiyetindesiniz. Eğer dilemezseniz o zaman siz:

1. Küfürdesiniz.
2. Dalâlettesiniz.
3. Allah'ın âyetlerinden gâfilsiniz.
4. Hüsrandasınız.
5. Şirktesiniz.
6. Allah'ın değil tagutun kulusunuz.
7. Allah'ın değil tagutun dostusunuz.

Sevgili kardeşlerim bütün resûller kavimlerine bunu mutlaka söylerler ve onları uyarırlar. “Sizi uyarıyoruz.” derler. “Allah'a ulaşmayı dilemek mecburiyetindesiniz. Eğer dilemiyorsanız kurtuluşunuz mümkün değil. Hüsrandasınız.” derler.

Sevgili kardeşlerim burada açık bir şekilde “Sizi uyarsın diye." diyor. “Allah'ın âyetlerini size okusun da sizi (sizleri) uyarsın diye. Ve ayrıca da buraya (cehenneme) bugün sizin geleceğinizi de size söylesin diye.” Bu konuda vazifeli olan resûl size gelmedi mi? Size bunları söylemedi mi? Onlar da derler ki: “Geldiler, geldi.” Hepsi bir arada olduğuna göre başka başka ülkelerden gelenler: “Geldiler ve söylediler.” diye cevap verecekler. Ama âyet-i kerimenin sonuna bakalım:

ve lâkin kâlû: Dediler ki
belâ: Evet. geldiler
ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne): Azap kelimesi kâfirlerin üzerine hak oldu.

Yani resûlün: “Allah'a ulaşmayı dileyin! Yoksa küfürde kalırsınız. Şirkte kalırsınız.” ifadesine rağmen onların bunu söylemediği kesinleşiyor. Çünkü Nahl Suresinin 36. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

“Bütün kavimlere resûl göndeririz. Onları tagutun kulu olmaktan kurtarsınlar diye. Bir kısmı hidayete erdiler. Bir kısmınınsa üzerine dalâlet hak oldu." diyor Allahû Tealâ.

İşte dalâlet üzerine hak olan kişi nerededir? Hidayette değildir, dalâlettedir. Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesinde dalâlette olan kimdir? Kâfirlerdir. Allahû Tealâ kâfir olanlar ve dalâlette olanlar için aynı standartları veriyor. İşte Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetleri. Allahû Tealâ buyuruyor:

2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü’min olmazlar.

2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâvetun, ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azap vardır.


“Habibim sen onlara ne söylersen söyle.” Diyor ki Allahû Tealâ: “Habibim sen o kâfirlere ne söylersen söyle, onlar değişmezler. O kâfirler mü'min olmazlar. Biz onların görme hassalarının üzerine gışavet isimli perde çekeriz. Onların işitme hassalarını mühürleriz (sem’î isimli işitme hassalarını mühürleriz). Onların kalplerini de mühürleriz. Yani Kalplerindeki idrak etme hassasını mühürleriz mânâsına geliyor bu. Hassalardan bahsediyor Allahû Tealâ. Kalplerini mühürleriz. Böyle yaparız ve onlar idrak edemezler." diyor Allahû Tealâ İsra Suresinin 46. âyet-i kerimesinde:

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûran).
O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.


“Kalplerine ekinnet koyarız ve idrak edemezler. Kalpleri mühürlüdür.”

Öyleyse kimmiş bu insanlar? Kâfirler. Görme hassalarının üzerine gışavet adlı bir perde çekiyor Allahû Tealâ. İşitme hassalarını mühürlüyor, idrak hassalarını da mühürlüyor. Kim bu insanlar? Kâfirler.

Peki aynı grubun bir başka açıdan ele alınmasını görüyoruz. Allahû Tealâ diyor ki Casiye 23’de:

45/CÂSİYE-23: E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveten, fe men yehdîhi min ba’dillâhi, e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?


“Habibim o hevâlarını kendilerine ilâh edinenleri görüyor musun? Allah onları, onların ilimleri üzere dalâlette bırakır.” Yani “İlim sahibi olduklarını zannedenler ama asla ilim sahibi değillerdir. Ve o ilim sahibi olduğunu zanneden o insanlar o ilimleri üzerine dalâlette bırakılırlar." diyor Allahû Tealâ.

Tam devrimizin büyük dîn adamlarının büyük kesimini anlatıyor bütün dünyadaki. İlimleri üzere Allah'ın dalâlette bıraktığı insanlar. Neden? Bir tek sebep. Allah'a ulaşmayı dilememişler ve dalâlet üzerlerine hak olmuş. İşte bu Allah'a ulaşmayı dilemeyen adamların durumuna bakıyoruz. Orada Nahl 36’da üzerlerine dalâlet hak olanlar resûlle karşı karşıya kalıyorlar. Resûl onlara davet ediyor (söylüyor). Bugün sizlere neler söyleniyorsa hepsini söylüyor resûl. Ama onlar Allah'a ulaşmayı dilemiyorlar. O zaman hidayetten nasiplerini alamıyorlar. Zaten bütün insanlar dalâlette olarak doğarlar ve dalâlet üzerlerine hak olur. Üzerine dalâlet hak olan cehenneme gideceği için cehennem azabı da üzerlerine hak olur. Çünkü onlar kâfirlerdir. Dalâlette olanlar gördüğünüz gibi kâfirlerdir.  Casiye Suresini 23. âyet-i kerimesi ile Bakara Suresinin 6 ve 7. âyet-i kerimelerine karşılaştırdığımız zaman ne durumda olduğunu görüyoruz. Birine “Kâfirler.” diyor Allahû Tealâ. Birine “Dalâlette olanlar." diyor. Görüyoruz ki kâfirler dalâlette olanlardır.

Burada da Nahl Suresinin 36. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ dalâlette olanlardan bahsediyor: “Üzerlerine dalâlet hak oldu." diyor. “Kâfirlerin üzerine de azap kelimesi hak oldu." diyor. Sadece 2 âyeti birleştirdiğimiz zaman olay net olarak çıkıyor ortaya.

Benzer konular