Duhân Suresi 10-15 ve Furkân Suresi 27-30, Tevbe Suresi 32-35. âyet-i kerimelerini söyleyen resûlün bu devrin Mehdi Resûl’ü olduğunu söyleyebilir miyiz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Âyetler ve Sırları » Duhân Suresi 10-15 ve Furkân Suresi 27-30, Tevbe Suresi 32-35. âyet-i kerimelerini söyleyen resûlün bu devrin Mehdi Resûl’ü olduğunu söyleyebilir miyiz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Duhân Suresi 10-15 ve Furkân Suresi 27-30, Tevbe Suresi 32-35. âyet-i kerimelerini söyleyen resûlün bu devrin Mehdi Resûl’ü olduğunu söyleyebilir miyiz?

Evet, açıklamayı getirelim.  Duhân Suresinin 10-11-12-13-14-15. âyetlerinde Allahû Tealâ diyor ki:
 
44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.

44/DUHÂN-11: Yagşân nâse, hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.

44/DUHÂN-12: Rabbenâkşif annâl azâbe innâ mu’minûn(mu’minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.

44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.

44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.

44/DUHÂN-15: İnnâ kâşifûl azâbi kalîlen innekum âidûn(âidûne).
Muhakkak ki Biz, azabı biraz kaldırsak (bile), şüphesiz ki siz (şirke) dönecek olanlarsınız.

“Habibim! O günü gözetle (gelecekte, kıyâmete yakın bir devredeki demek istiyor Allahû Tealâ) o günü gözetle ki; o gün, bütün gökleri, kesif bir duman kaplayacaktır. Bu duman insanlar için açık bir azaptır.” diyor.

Yani dumanın aslında duman olmadığını, bir azap olduğunu açıklıyor Allahû Tealâ. Bu, bugün bütün dünyayı saran fitnedir. Bütün dünyayı da kaplamış durumdadır.

“Onlar diyecekler ki (o devirdeki insanlar): ‘Yarabbi! Bu azabı bizden kaldır çünkü biz mü’minleriz.” Allahû Tealâ da devam ediyor: “Nerede onlarda ibret almak? Biz sizden azabı biraz kaldıracağız, sonra yine küfre döneceksiniz.”

“Nerede onlarda ibret almak?” diyor Allahû Tealâ bundan sonra. “Onlara Allah’ın Resûl’ü geldi de ona ‘şeytan tarafından öğretilmiş’ yani ‘Şeytandan vahiy alıyor.’ ve ‘deli’ dediler, ‘mecnun’ dediler.” diyor Allahû Tealâ.

“Nerede onlarda ondan ibret almak?” diyor ve âyet şöyle bitiyor: “Ve ondan yüz çevirdiler.” diyor Allahû Tealâ.

Bu olayı hepiniz yaşadınız. Ceviz Kabuğu rezaletinde gördünüz. Size tam üç defa seslendik: “Allah’a ulaşmayı dileyin, yoksa gideceğiniz yer cehennemdir.” Hem de bütün mâni olmalara rağmen orada Allahû Tealâ bize bir tebliğ görevi vermişti. O zaman ‘Allah’a ulaşmayı dilemek’ kavramı diye bir şey, zaten bizim sevgili dostlarımız tarafından hiç bilinmiyordu. Ama konuşma gayretlerimize her zaman engeller getirildi. Ama bir husus çıktı ortaya, kesin! Hepinize kabul ettirdiler ki:
 
1- Biz bir deliyiz.
2- Şeytandan vahiy alıyoruz.

Ve ondan sonra da bizden süratle insanlar yüz çevirdiler. Arabamıza, evimize, kardeşlerimize zarar verenler çok oldu. Yüz çevirmenin bu kesin bir işaretiydi ve söylediklerimizden, üç defa tekrar etmemize rağmen “Allah’a ulaşmayı dileyin, dilemezseniz gideceğiniz yer cehennemdir.” dememize ve izah da etmemize rağmen insanlar bunun üzerinde hiç durmadılar. Ve şimdi bu âyetlerle eğer Âli İmrân Suresinin 81. âyet-i kerimesini birleştirirseniz, bugünün resûlü ile karşılaşacaksınız. Diyor ki Allahû Tealâ orada:
 
3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tansurunnehu, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, O'na mutlaka îmân edeceksiniz ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz” diye misak aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu. (Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahû Teâlâ): “Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.


“O zaman ki Biz nebîleri huzurumuzda topladık ve onlara dedik ki: ‘Ey nebiler! Size kitap verdik ve hikmet verdik. Sizlerden sonra bir resûlümüz gelecek. O resûle yardım edeceğinize ve ona îmân edeceğinize dair Bana söz vermenizi istiyorum ve bu sözünüzü de dilinizle de ikrar etmenizi istiyorum. Emrediyorum!’ Bu ağır ahdimi, bu misaki üzerinize aldınız mı? Dilinizle de ikrar ediyor musunuz? ‘İkrar ettik.’ dediler.” diyor Allahû Tealâ.

Şimdi bizim Yaşar Nuri Öztürk’le diğerleri, o zaman bize hep onu söylüyorlardı: “Burada söz konusu olan resûl, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’dir.” diyorlar. Oysaki Allahû Tealâ kendilerine kitap verilmiş nebîlerden bahsediyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V) de kendisine kitap verilmiş bir nebîdir ve o nebîlerden sonra gelecek olan, nebî olmayan bir resûl söz konusu. Yetmez. Bu konu, Ahzâb Suresinin 7. âyet-i kerimesinde zaten şekle bağlanmış:
 
33/AHZÂB-7: Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsâbni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).
O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz. Nuh’tan ve Hz. İbrâhîm’den ve Hz. Musa’dan ve Meryemoğlu Hz. İsa’dan ve onlardan ağır bir misak aldık.

Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinin 81. âyet-i kerimesindeki bu misaki aldığı nebîlerin isimlerini vermiş.

1- “Hz. Nuh” diyor.
2- “Hz. İbrâhîm” diyor. 
3- “Hz. Musa” diyor.
4- “Hz. İsa” diyor ve
5- “Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz” diyor. 

Sevgili kardeşlerim! Bu 5 tane nebîye “ulûl’azm peygamberler” denir. Bütün nebîler peygamberdir. Öyleyse burada olay açık ve kesin bir şekil alıyor. Orada söz konusu olan kişi, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra gelecek olan bir resûldür. O resûlün kim olduğu, kimliği, Duhân Suresinin 10-11-12-13-14-15. âyetlerinde kesin ve net olarak verilmiştir.

Bunca sene sonra olaya dönüp baktığımız zaman, âyetlerdeki bütün sıranın aynen gerçekleştiğini görüyoruz. ‘Deli’ dediler mi? Dediler. ‘Şeytandan vahiy alıyor.’ dediler mi? Dediler. ‘Kendisinden yüz çevrildi mi?’ Çevrildi. ‘Sözlerinden ibret alınmadı mı?’ Alınmadı. Herkesin bir kulağından girdi, öbür kulağından çıktı. Daha insanlar ‘Allah’a ulaşmayı dilemek’ diye bir kavramın Kur’ân’da mevcut olduğunu ve bunları yerine getirmeyenin mutlaka cehenneme gideceğini yeni yeni öğreniyorlar. Bizden başka da dîn âlimlerinden hiçbirisinin bu konuda bir fikri zaten yok. Olmaması da çok normal. Çünkü okullarında bunları öğrenmediler. Gayet tabiî, bilmeyecekler. Onun için Allahû Tealâ’nın, bizi vazifeli kıldığını da şu saksılar bir türlü kabul etmiyor. Ne yapalım, öyle olsun.

Furkân Suresinin 27-28-29 ve 30. âyetlerine bakıyoruz. Diyor ki orada:

“Onlar derler ki: Ah keşke falancayı dost edinmeseydim.” Âyetlerden bakarak söyleyelim, daha kolay olacak.
 
Furkân 27:
 
25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.

Zalimlerin herbiri, elini ısırdığı o günde diyecekler ki: “Ne olurdu o resûlle beraber sebîli tutsaydım?” Yani: “O resûle tâbî olsaydım.” Gene Allahû Tealâ bizden bahsediyor. 28. âyet-i kerime:
 
25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.

“Yazıklar olsun bana! Ne olurdu filanı dost edinmeseydim, dost tutmasaydım.” 

29. âyet-i kerime:
 
25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.

“Andolsun ki; beni zikirden dalâlete düşürdü.”

“ba’de iz câenî: Bana zikir geldikten sonra yani Kur’ân geldikten sonra
ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ: Şeytan insanı yalnız bırakır.”

İşte falancayı dost edinmek, bizim Yaşar Nuri Öztürk gibilerini dost edinmek anlamına geliyor ve tabiî onlar, sadece Kur’ân’dan saptırabilirler. Kur’ân’dan saptırıldığından bahsediyor kişi ve 30. âyet-i kerime:
 
25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzâl kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.

“ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ: Yarabbi! Benim kavmim Kur’ân’dan hicret ettiler yani Kur’ân’ı terk ettiler.”

İşte bizim sizlere 29 yıldır söylediğimiz şey, Kur’ân’ın terk edilmiş olduğudur. Kur’ân’ın ana hatlarının bütünü artık kaybolmuştur. Bugünkü İslâmî tatbikatla, İslâm’ın 5 şartıyla hiç kimsenin cennete gitmesi mümkün değildir. İslâm âlemi korkunç bir tuzağa düşmüştür.  Bu tuzaktan insanları mutlaka çıkarmak mecburiyetindeyiz ve bu bilgiler, şu anda devrimizdeki zavallı dîn adamlarının hiçbirisinde mevcut değil.

Tevbe Suresinin 32-33-34-35. âyet-i kerimelerinde söylenen resûlden bahsediyor kardeşimiz. 

Tevbe 32:
 
9/TEVBE-32: Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrahu ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
(Onlar) ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.

“Onlar ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar ve Allah, kâfirler kerih görseler de nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.”

Hepsi bu nuru söndürmeye çalışıyorlar. Bizi, evvelâ televizyonlarımızı kapatarak, radyolarımızı kapatarak susturdular. Şimdi hamdolsun; iki uydudan hem Amerika’da hem de Avrupa’da bütün Türkî ülkelerde, Kuzey Afrika’da bütünüyle izlenen bir televizyonumuz var hamdolsun.
 
9/TEVBE-33: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirahu alâd dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Resûl'ünü müşrikler kerih görseler de, hidayetle ve hak dîn ile (bu dîni) bütün dînler üzerine izhar etmesi (hak dîn olduğunu ispat etmesi) için gönderen O'dur.

“O’dur ki; resûlünü hidayetle ve hak dînle gönderdi, dînin bütününü izah etsin diye, izhar etsin diye. Bütün dînlerin üzerine izhar etsin (açıklasın) diye. Müşrikler kerih görse de bu böyledir.” diyor Allahû Tealâ.

Şu anda da durum bu değil mi sevgili kardeşlerim? İşte açıklıyoruz ki; Hz. İbrâhîm’in hanif dîni, Hz. Âdem’in dînidir. Çünkü Allahû Tealâ açıkça şöyle söylüyor Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde;
 
42/ŞÛRÂ-13: Şeraa lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

“Habibim! Sana da vahyetmek suretiyle size de şeriat kıldık ki…” Hangi şeriatı? “Hz. Nuh’a, Hz. İbrâhîm’e Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya verdiğimiz şeriatı.” Hem de bu şeriatın temeli: “Dîni ayakta tutun, dîni kıyamda tutun ve fırkalara ayrılmayın.” Yani şirke düşmeyin. Fırkalara ayrılmamanın yolu Allah’a ulaşmayı dilemek. “Allah’a ulaşmayı dileyin ve fırkalara ayrılmayın diye şeriat kıldık size de.” diyor.  “Müşriklere o söylediğin şey; ‘Allah’a ulaşmayı dileyin de şirkten kurtulun.’ sözü ağır geldi.” diyor. “Allah dilediğini Kendisine seçer ve onlardan kim Allah’a yönelirse Allah onları Kendisine ulaştırır.” diyor âyet-i kerimede.

Öyleyse işte bu, İslâm dîninin ayrı bir dîn olmadığını, kâinatın ezelî ve ebedî tek dîni olduğunu, hrıstiyanlığın da aynı dîn olduğunu, yahudiliğin de aynı dîn olduğunu, başka bir dînin hiç mevcut olmadığını söylüyor Allahû Tealâ. Şeriatlar aynen birbirinin aynı.

34. âyet-i kerime:
 
9/TEVBE-34: Yâ eyyuhâllezîne âmenû inne kesîran minel ahbâri ver ruhbâni le ye'kulûne emvâlen nâsi bil bâtıli ve yasuddûne an sebîlillâh(sebîlillâhi), vellezîne yeknizûnez zehebe vel fıddate ve lâ yunfikûnehâ fî sebîlillâhi fe beşşirhum bi azâbin elîm(elîmin).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Muhakkak ki; ahbarlardan (yahudi âlimlerden) ve ruhbanlardan (rahiplerden) çoğu, mutlaka insanların mallarını bâtılla (boş yere, haksız olarak) yerler ve Allah’ın yolundan engellerler (mani olurlar). Ve altın ve gümüşü biriktiren ve onu Allah yolunda infâk etmeyen kimseler; artık onlara elîm azabı haber ver.

“Ey âmenû olanlar! Muhakkak ki ahbarlardan (âlimlerden) ruhbanlardan (rahiplerden) çoğu mutlaka insanların mallarını batılla yerler ve Allah’ın yolundan engellerler.”

İşte önemli olan o; Allah’ın yolundan engellemeleri. Şu anda da dîn adamlarımızın yaptığı şey bu. Bize düşmanca tavırlar takınarak, hakkımızda bir sürü yalanı, iftirayı düzerek, bunlar aslında insanları Allah yolundan engelliyorlar.

“Ve altın ve gümüşü biriktiren ve onu Allah yolunda infak etmeyen kimseler, artık onlara elîm azabı haber ver.” diyor Allahû Tealâ.

Ve 35. âyette de onların cehenneme gireceğinden bahsediyor:
 
9/TEVBE-35: Yevme yuhmâ aleyhâ fî nâri cehenneme fe tukvâ bihâ cibâhuhum ve cunûbuhum ve zuhûruhum, hâzâ mâ keneztum li enfusikum fe zûkû mâ kuntum teknizûn(teknizûne).
Cehennem ateşinde üzerlerinde (demir) kızdırıldığı gün, böylece onunla, onların alınları, yanları, sırtları dağlanır. Bu, kendiniz (nefsiniz) için biriktirdiğiniz şeylerdir. Böylece biriktirmiş olduğunuz şeyleri tadın!

“hâzâ mâ keneztum li enfusikum: Bu nefsiniz için biriktirdiğiniz şeylerdir, kazandığınız derecelerdir.” diyor Allahû Tealâ.

“Bu âyetlerde söylenen resûl, bu devrin Mehdi resûlü olduğunu söyleyebilir miyiz?” diyor.

Evet, söyleyebilirsiniz.

Benzer konular