Ankebût 5, Şûrâ 13 ve Mâide 16 arasında bir ilişki var mı?

Anasayfa » Ana Sayfa » Hidayet » Ankebût 5, Şûrâ 13 ve Mâide 16 arasında bir ilişki var mı?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Ankebût 5, Şûrâ 13 ve Mâide 16 arasında bir ilişki var mı?

Allahû Tealâ Ankebût Suresinin 5. âyet-i kerimesinde diyor ki:

“men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm: Kim Allah'a mülâki olmayı (ruhunu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmayı) dilerse Allah'ın tayin ettiği o gün mutlaka gelecektir. Allah işitir ve bilir.’”

Bu âyet-i kerime ile Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesi arasında bir ilişki var mıdır?”

Yani o kişinin dilediğini Allahû Tealâ işitir, o kişi kalbinden dilemişse. Ve bilir; kalbine bakar ve bilir. Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerinin zıttı bir âyet bu. Yûnus-7 ve 8’de Allahû Tealâ ne diyordu?

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


Diyor ki Allahû Tealâ: “Onlar Bize mülâki olmayı yani ruhlarını ölmeden evvel Bize ulaştırmayı dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatı ile mutmain olurlar. Onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır (âyetlerimizi bilmeyenlerdir; âyetlerimizin ihtivasında, muhtevasında bulunan cezalandırma sistemini de bilmeyenlerdir. Âyetlerimizin mutluluk oluşturacağını bilmeyenlerdir; âyetlerden gâfil olanlardır) ve onların gidecekleri yer, kazandıkları dereceler itibariyle ateştir; cehennemdir.”

İşte o âyetin tam zıttı âyet. Ne diyor Allahû Tealâ? “Onlar ki Bize mülâki olmayı; ruhlarını ölmeden evvel Bize ulaştırmayı dilemezler.”

Ankebût-5 ne diyor?

29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi le âtin, ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.


“Kim Allah'a mülâki olmayı dilerse.”

Birinde mülâki olmayı dilemeyenler, birinde Allah’a mülâki olmayı dileyenler. Allah’a ölmeden evvel ruhlarını ulaştırmayı dileyenler ve dilemeyenler.

“Allah’ın tayin ettiği o gün mutlaka gelecektir.” Yani mutlaka Allah’ın tayin ettiği o günde o kişinin ruhu Allah’a ulaşacaktır.

Şimdi soruya dönüyoruz; bu âyet-i kerime ile Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesi arasında bir ilişki var mıdır?

Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesine bakıyoruz;

42/ŞÛRÂ-13: Şeraa lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“Dîni ikame edin ve fırkalara ayrılmayın diye dîn olarak Nuh’a vasiyet ettiğimizi, sana vahyettiğimizi İbrâhîm'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de Allah şeriat kıldı.”

Yani diyor ki Allahû Tealâ: “Habîbim, senin şeriatınla Hz. Nuh’un şeriatı, Hz. İbrâhîm'in şeriatı, Hz. Musa'nın şeriatı, Hz. İsa'nın şeriatı aynı şeriattır. Müşriklere kendilerini davet etiğin şey, Allah’a davet etmek ve tek Allah’a inanmak zor geldi, ağır geldi.”

Ve konumuzla alâkalı olan kısmına geliyoruz Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinin:

allâhu yectebî ileyhi men yeşâu: Allah, dilediği kişiyi Kendisine seçer.
ve yehdî ileyhi men yunîb: Onlardan her kim Allah’a yönelirse (Allah’a ulaşmayı dilerse) onları Kendisine ulaştırır.

Öyleyse Ankebût-5’le Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesi arasında ilişkiden de öte bir illiyet rabıtası var. Her ikisinde de “Allah’ın tayin etiği o gün mutlaka gelecektir.” ifadesi ile “Allah, Kendisine ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştırır.” ifadesi aynı sonucu ifade ediyor. Kişi Allah’a ulaşmayı diliyor, Allahû Tealâ da diyor ki: “Mutlaka Allah’ın tayin ettiği o gün gelecektir.” Yani o kişinin ruhu mutlaka Allah’a ulaşacaktır. Aslında ulaştırılacaktır mânâsı var burada. Şûrâ-13’ten bunu çıkartıyoruz.

Bu âyet-i kerimelerle Mâide Suresinin 16. âyet-i kerimesi arasında bir ilişki var mı?

Bakalım ne diyor Mâide Suresinin 16. âyet-i kerimesi?

5/MÂİDE-16: Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subules selâmi ve yuhricuhum minez zulumâti ilân nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Allah (c.c.), rızasına tâbî olan kişiyi onunla (Resûlü ile) teslim yollarına hidayet eder. Kendi izniyle onları karanlıktan aydınlığa (zulmetten nura) çıkarıp Sırât-ı Mustakîm’e hidayet eder (ulaştırır).


yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subules selâm: Allah, bununla Kendisine; rızasına tâbî olanları teslim yollarına hidayet eder (ulaştırır).
(subules selâm; teslim yollarına, sebîllere, selâmet yollarına, teslim yollarına).

Burada selâm kelimesi geçiyor. Selâm kelimesi, selâmet kelimesi aynı istikamete kullanılıyor. Burada subules selâm; selâmet yolları, teslim yolları. Allahû Tealâ burada, Mâide Suresinin 16. âyet-i kerimesinde ne söylüyor?

Yûnus-125’te diyor ki:

10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.


“Allah, selâm yurduna davet eder.”

Bu, Allah’ın Zat’ıdır. Ama burada subules selâm, selâm yolları, teslim yolları, selâmet yolları.

Biliyorsunuz ki Sıratı Mustakîm, dört sebîlden oluşur:

*Birincisi, birinci sebîl; tâbî olunan dergâhtan ana dergâha kadar yatay.

*İkincisi, ikinci sebîl; Tarîki Mustakîm adını alıyor. Yedi tane gök katını aşıyor, dikey bir yolculuk yedinci kata kadar.

*Yedinci kattaki fetih kapısı giriş, sağa doğru yatay, yedi tane âlem üçüncü sebîl.

*Yedi tane âlemin soldan sağa aşılması ve Sidretül Münteha’ya kadar ulaşma. Sidretül Münteha’dan Allah’ın katına direkt bir yükselme; dördüncü sebîl (dikey sebîl).

Şimdi ne diyor Allahû Tealâ? “Allah rızasına tâbî kişiyi onunla yani Resûl’ü ile teslim yollarına hidayet eder (ulaştırır).”

ve yuhricuhum minez zulumâti ilen nûri: Ve onların kalbini zulmetten nura ulaştırır.”

Bu zulmetten nura ulaştırma, 14. basamaktan 21. basamağa kadar. Ama 14. basamaktan daha evvelki devrede sebîllere ulaştırması söz konusu.

“ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm.” diyor Allahû Tealâ.

Şimdi ‘subules selâm’dan Allahû Tealâ’nın kasteddiği şey; bu Sıratı Mustakîm. Dört safhada tamamlanan Sıratı Mustakîm. Biliyorsunuz ki dört tane Sıratı Mustakîm söz konusu. Ruhun Sıratı Mustakîm’i dört tane sebîlden oluşur. Bunun için “sebiller” kullanılmış burada. Ruh Allah’a teslim olur, birinci Sıratı Mustakîm tamamlanır. 14. basamaktan 21. basamağa kadar. Gene 14. basamakta başlayan ikinci bir sebîl var; fizik vücudumuzun sebîli. Bunun adı da gene Sıratı Mustakîm. Ama o, bir tek sebîl. Birinci Sıratı Mustakîm yani ruhumuzun Sıratı Mustakîm’i sebîllerden, dört tane sebîlden oluşuyor. Ama ondan sonraki Sıratı Mustakîm burada, “Onların kalplerini zulmetten nura çıkarır ve onları Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.” diyor. İnsanların kalbi zulmetten nura çıktıktan sonra yani %50’den daha fazla nurla dolduktan sonra ulaştığı Sıratı Mustakîm; o zaman 21. basamakta ruh Allah’a ulaşıyor. 22. basamakta teslim oluyor. Ama bu teslimden sonra da (ruh Allah’a ulaştıktan sonra da) fizik vücudun teslimi devam ediyor. Nefsin kalbindeki afetler azaldıkça fizik vücudun teslim standartları artıyor. Öyle bir gün geliyor ki kişinin nefsinin kalbinde hâlâ %14 karanlık olmasına rağmen fizik vücut 25. basamakta %81 nurla (nefsin kalbindeki %81 nurla) Allah’a teslim oluyor.

Allahû Tealâ Nisâ-125’te buyuruyor ki:

4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.


ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun: O kişi ki vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur.”

İşte bu âyette, Mâide-16’da geçen Sıratı Mustakîm, kişinin nefsinin kalbi zulmetten nura ulaştıktan sonra yani zulmetten fazla nur birikimi tamamlandıktan sonra ulaştığı Sıratı Mustakîm yani fizik vücudun Sıratı Mustakîm’i.

Yukarıdaki iki âyet-i kerime ile Mâide Suresinin 16. âyet-i kerimesi arasında elbette ilişki var. Gene fizik vücudun Sıratı Mustakîm’i oluşmadan Allahû Tealâ kişinin kalbindeki afetlerin çoğunu temizleyerek nurları karanlıklardan öteye aşırarak, kişiyi zulmetten nura çıkararak ruhunu Allah’a ulaştırır. Şûrâ-13’te de “Kim Allah’a yönelirse Allah, onu Kendisine ulaştırır.” ifadesi var. Ankebût-5’te de “Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah’ın tayin ettiği o gün mutlaka gelecektir (yani o kişinin ruhu mutlaka Allah’a ulaşacaktır).” ifadesi var. Elbette ilişki olduğu kesin.

Benzer konular