Bizlere resûl ve nebî arasındaki farkları açıklayabilir misiniz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Resûl ve Nebî » Bizlere resûl ve nebî arasındaki farkları açıklayabilir misiniz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Bizlere resûl ve nebî arasındaki farkları açıklayabilir misiniz?

Es selâmu aleykum ve rahmetullâh! (Ve aleykum selâm ve rahmetullâhi ve berekâtuhu!) Sevgili Efendimiz! Hasretle ve hürmetle ellerinizden öpüyorum. Bizlere resûl ve nebî arasındaki farkları açıklayabilir misiniz?

Sevgili kardeşlerim! Bu kavram hep karıştırılır. 2 türlü resûl var:

1- Velî resûl yani evliya resûl.
2- Nebî resûl yani peygamber resûl.

Ahzâb Suresinin 40. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyine, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusudur). Allah, herşeyi en iyi bilendir.


“Muhammed (A.S), içinizden hiçbir erkeğin babası değildir. O, Allah’ın Resûl’üdür. Ve Nebîlerin Sonuncusudur (hâtemen nebiyyin’dir.)”

Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V) Allah’ın Resûl’üdür. Ve aynı zamanda nebîdir, bir nebî resûldür. Ve nebîlerin sonuncusudur. Yani son nebî resûldür. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra nebî gelmesi artık mümkün değildir. Türkçemizde Arapça’dan geçen bir kelime var bu konuda kullanılan; “nebî” nebiler konusunda.

Kur’ân-ı Kerim “nebî” kelimesini kullanıyor. Arapça’dır nebî kelimesi. Peygamber kelimesi de Farsça’dır. Dilimize de girmiş. Biz “peygamber” dediğimiz zaman Kur’ân lûgatındaki nebî kelimesini kastederiz. Herkes için bu kavram söz konusudur. Peygamber; Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V) son peygamberdir, son nebîdir. Allahû Tealâ “Nebîlerin sonu olduğunu, nübüvvetin mührü olduğunu” söylüyor Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e.

Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V) âyet-i kerimeden açıkça anlaşılacağı gibi nebî resûldü.

Bütün nebîler aynı zamanda mutlaka resûldür yani Allah’ın elçisidir. Allah’ın elçisi olan bir peygamber, son peygamber, Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V)’dir. Nebî resûldür.

Bir de kavim resûlleri var. Bütün kavimlerde şu anda resûller yaşıyor. Bu kavim resûlleri nebî resûl değildir; onlar velî resûldür. Hani şu “evliya” kelimesiyle ifade edilen, peygamber olmayan resûller; velî resûller.

Resûl, Allah’ın vazifeli kıldığı kişi anlamına gelir. O kişinin bir talebi olmaksızın Allahû Tealâ tarafından o vazifeye doğmadan evvel seçilir kişi. Ve resûl olarak doğar. Bütün resûller, ister velî resûl olsunlar, evliya resûl olsunlar ister nebî resûl olsunlar, mutlaka seçilirler, doğmadan seçilirler. Bu seçimle yeryüzüne doğarlar.

Öyleyse demek ki; “Resûlle nebî müessesesini birbirinden ayıralım.” dediğimiz zaman velî resûl ve nebî resûl diye resûlleri ikiye ayırmamız gerekir. Velî resûller, insanlık tarihi boyunca hep mevcut olmuşlardır. Mevcut olmadıkları hiçbir millet olmamıştır. Bütün milletlerin arasında, her devirde Allah’ın bir resûlü mutlaka var olmuştur. Bugün de gene vardır.

İşte Allahû Tealâ bu hususu veriyor. Mu’minûn Suresinin 44. âyet-i kerimesinde diyor ki:

23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.


“Biz, resûllerimizi ardarda gönderdik, ardarda göndereceğiz. Birbirinin ardından, ardı arkası kesilmeksizin göndereceğiz (diyor). Biz, resûllerimizi hangi kavme gönderdiysek; bütün kavimler resûllerini yalanladılar (diyor), inkâr ettiler.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse Allahû Tealâ bütün kavimlere resûl gönderiyor ve ardarda gönderiyor.

İşte velî resûllerle (evliya resûllerle) nebî resûller arasındaki en büyük farklılık burada tecelli eder. Velî resûller bütün kavimlerde her zaman vardır. Şu anda da bütün kavimlerde Allah’ın resûlleri yaşamaktadır. Bu resûllerden hangisi ölse; aynı gün Allahû Tealâ bir başkasını onun yerine mutlaka resûl tayin eder. Hiçbir zaman o kavmi resûlsüz bırakmaz.  

Mu’minûn Suresinin 44. âyet-i kerimesinde bu belirtildiği gibi Bakara Suresinin 87. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki, Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.


“Resûllerimizi ardarda gönderdik (diyor) sizin üzerinize.” diyor. İsrail kavminden bahsediyor. “Ve sizin söylediklerinize hoşunuza gitmeyen şeyler söylediği için bir kısmını öldürdünüz (diyor), bir kısmını da yalanladınız.” diyor. Ama ifade “Biz, resûllerimizi birbiri ardından göndeririz. Ve bütün kavimlere göndeririz.” şeklinde.

Öyleyse gerek Bakara Suresinin 87. âyet-i kerimesi, gerek Mu’minûn Suresinin 44. âyet-i kerimesi “bütün kavimlerde, bütün zaman parçalarında resûllerin mevcut olduğunu” ifade ediyor.

O kadar mı? Hayır, o kadar değil. İsrâ Suresinin 15. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:   

17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihî, ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.


“Biz, bir resûl göndermedikçe hiçbir kavme azap etmeyiz.”  

Öyleyse Allahû Tealâ’nın dizaynı açık ve kesin. Bütün zaman parçalarında Allahû Tealâ’nın resûlleri bütün kavimlerde var olmalı ki; Allahû Tealâ şunu söylüyor: “Biz, bütün insanları ya cennetle mükâfatlandıracağız ya da cehennemde cezalandıracağız. Hiçbir insan bunun dışında kalmayacak.” diyor.

Öyleyse yetmez. Meryem Suresinin 72. âyet-i kerimesinde:

19/MERYEM-71: Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ(makdıyyen).
Ve sizden biriniz (bile hariç olmamak üzere hepiniz), illâ (muhakkak) ona (cehenneme) varacaksınız. (Bu), senin Rabbinin üzerine (aldığı) kesinleşmiş bir hükümdür.

19/MERYEM-72: Summe nuneccîllezînettekav ve nezeruz zâlimîne fîhâ cisiyyâ(cisiyyen).
Sonra takva sahiplerini kurtaracağız. Ve zalimleri, diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.


“Aranızdan hiçbiriniz cehenneme uğramadan hayatınızı devam ettirmeyeceksiniz.” diyor. Mutlaka hepinizin gideceği yer, kıyâmet günü cehennemdir ve aynı gün cehennemi gösterdikten sonra cehennemden cennete gidecekler, cehennemden ayrılırlar. Diğerleri -cehenneme gidecek olanlar- o sırada onlar cehennemden ayrılırken dizüstü çökmüş vaziyette cehennemde azabı beklerler.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse bütün insanların önce cehenneme girmesi, sonra kıyâmet günü, aynı gün cennete girecek olanların oradan ayrılması söz konusu.

Öyleyse hiçbir insanın, kâinatın neresinde yaşarsa yaşasın, şu dünyanın hangi şehrinde, hangi kasabasında, hangi köyünde yaşarsa yaşasın, en küçük bir insan topluluğu olsun, hiç fark etmez, mutlaka ona tebliğ yapılmıştır. Yapılmaması mümkün değildir.

Öyleyse sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ buyuruyor ki Zumer-71’de:

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alâl kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın?” (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.


“Kıyâmet günü, kâfirler cehennemin kapılarına toplanırlar. Kapılar açılır. Cehennem bekçileri onlara derler ki: Size, sizlere Allah’ın resûlleri gelmedi mi? Size Allah’ın âyetlerini okuyup da buraya (cehenneme) bugün buraya (cehenneme) geleceğinizi söylemediler mi?”

Yani ne diyor resûller? Allahû Tealâ diyor ki: “Biz, resûllerimizi (En’âm Suresi 48. âyet-i kerime) Allah’a ulaşmayı dileyen (âmenû olanları) müjdelesinler diye ve Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri (âmenû olmayanları) uyarsınlar diye göndeririz.” diyor.

6/EN'ÂM-48: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için) göndermeyiz. Artık kim âmenû olur (Allah’a ulaşmayı dilerse) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.


Burada da âyet-i kerimede diyor ki Allahû Tealâ: “Allah’ın resûlleri size gelip de söylemediler mi? Allah’ın âyetlerini okuyup da sizi ikaz etmediler mi? Buraya (cehenneme) bugün geleceğinizi söylemediler mi? Onlar da derler ki: “Söylediler ama azap kâfirlerin üzerine hak oldu.”

Yani “Biz, kâfirleriz. Bizim üzerimize de azap hak oldu.” diyorlar. Neden? Zaten cehenneme girmişler. Cehennemden de… Orada bu söyleniyor kendilerine.

Öyleyse sevgili kardeşlerim! Demek ki; herkes mutlaka cehenneme gireceğine göre başlangıçta herkese bu sual soruluyor, herkesten aynı cevap alınıyor; “Evet, geldi; söylediler.” Yeter mi? Yetmez. Allahû Tealâ Nahl Suresinin 36. âyet-i kerimesinde diyor ki:

16/NAHL-36: Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).


“Biz, bütün kavimlere resûl göndeririz. Bütün kavimlerde yaşayan insanları dalâletten kurtarsınlar da hidayete erdirsinler diye.” Hangi kavim olursa olsun dünya üzerinde, o kavimlerin hepsine aralıksız olarak Allah’ın resûlleri geliyor.

İşte bu âyetlerde geçen resûller; velî resûller, kavim resûlleri. Ama nebî resûller, kendi kavminin resûlüdürler. Ama bütün kâinatın nebîsidirler (peygamberidirler).

Öyleyse velî resûller; kavim resûlleridir. Bütün kavimlerde, bütün devirlerde mevcuttur.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) son nebî olduğu cihetle, son peygamber olduğu cihetle, O’nun rahmetli oluşundan sonra gelen, kıyâmete kadar (Bütün kavimlerde resûller devam edeceklerdir.) bütün resûller; nebî olmayan, sadece velî olan resûllerdir. Şu anda da dünya üzerinde bütün kavimlerde Allah’ın bir velî resûlü hayattadır.

Öyleyse nebî resûllerin farklılıklarına bakalım. Nebî resûller arasında fetret devirleri vardır. Yani nebînin (peygamberin) olmadığı devirler.

İşte son peygamber Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, 14 asır evvel yaşadı. 14 asırdır dünya üzerinde peygamber yok. Bugün de yok. Bundan sonra da olmayacak. Çünkü O, söylediğimiz gibi nebîlerin sonuncusudur. 1400 senedir dünyada peygamber yok.

Peki, ondan evvel? O var, 1400 sene evvel O var. O’ndan evvel 600 sene gene bir peygamber yok. 600 sene evvel, O’ndan 600 sene evvel Hz. İsa var. Hz. İsa’dan evvel 100’lerce sene bir peygamber yok. O yüzlerce sene evvel Hz. Musa var.

Öyleyse sevgili kardeşlerim! Demek ki nebîlerin, nebî resûllerin arasında fetret devirleri var. Ama velî resûllerin arasında boşluk devresi yok. Bütün kavimlerde, bütün zaman parçalarında resûl var. “Biz bir resûl göndermedikçe hiçbir kavme azap etmeyiz.”  diyor Allahû Tealâ.

İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.


“Hiçbir kavim yoktur ki (diyor) Biz, o kavme kendi içlerinden birini, onların dilleriyle ona hitap etmesi için resûl olarak tayin etmiş olmayalım, vazifeli kılmış olmayalım.”

Bütün kavimlerde, bu İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimesi gereğince, gene onların dilleriyle onlara hitap eden resûller, şu anda da dünyada yaşıyor. Ama peygamberler devri 14 asır evvel kapanmıştır. Ve gördük ki; peygamberler arasında fetret dönemi vardır; boşluk, peygamberin olmadığı devreler vardır. Ama hiçbir kavimde resûllerin olmadığı bir devre mevcut değildir.

Allahû Tealâ Cinn Suresinin 26. âyet-i kerimesinde diyor ki:

72/CİNN-26: Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ(ehaden).
O (Allah), gaybı bilendir. Fakat O, gaybını hiç kimseye izhar etmez (açıklamaz).


“Allah, gaybı bilir. Hiç kimseye söylemez. Ama resûllerinden rızaya ulaşmış olan biri hariç.” diyor.

Bu rıza, Allahû Tealâ’nın huzur namazının imamlığına tayin edişteki en üstün rızasıdır. Kimi huzur namazının imamlığına tayin etmişse o, Allahû Tealâ’nın resûllerinden rızaya ulaşmış olan resûldür.

Öyleyse demek ki; Allahû Tealâ’nın resûlleri var. Onlardan bir tanesi rızaya ulaşmış resûl. Herhangi bir peygamberin tasarruf rızasına     ulaşmaması düşünülemez. Çünkü o kâinatın… Bütün kâinat için yaratılmıştır. Peygamber Efendimiz (S.A.V)  son peygamberdir. Ve mutlaka Allahû Tealâ gaybı O’na bildirir. Nitekim bu âyetler gereğince huzur namazının imamlarına da nebî resûl olmadıkları halde -Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonraki hiçbir imam nebî olmadığı halde- ona da Allahû Tealâ gaybı bildirir.

Öyleyse nebîlerin bir başka özelliği, kendilerine gaybın bildirilmesi veya tasarruf rızasının sahibi olmalarıdır. Resûllerden sadece huzur namazının imamlığına tayin edilenler için geçerlidir. Bu da bir farklılıktır.

Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’inde, Hz. Yusuf’a Firavun’un gönderdiği alellâde bir haberciye “resûl” diyor.

Kur’ân-ı Kerim’inde resûl tabiri, Yûsuf Suresinin 50. âyet-i kerimesinde açık bir şekilde geçiyor:

12/YÛSUF-50: Ve kâlel meliku’tûnî bihî, fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetillâtî katta’ne eydiyehunn(eydiyehunne), inne rabbî bi keydihinne alîm(alîmun).
Ve Melik: “Onu bana getirin.” dedi. Böylece ona, resûl (ulak, haberci) geldiği zaman Yusuf (a.s): “Efendine dön ve ellerini kesen kadınların hali (durumu) nedir, ona sor.” dedi. Muhakkak ki; Rabbim onların hilelerini en iyi bilendir.


O zaman resûl kelimesini peygamber olarak değerlendirenler, büyük bir yanlışın içindedirler. Burada “alellâde bir elçiye resûl” deniyor.

Ve Allahû Tealâ Hz. Süleyman’a Belkız’ın gönderdiği elçiye de gene resûl kelimesini kullanıyor. Bunların Allah’ın vazifeli kıldığı resûller olduğunu hiç kimse iddia edemez.  

27/NEML-35: Ve innî mursiletun ileyhim bi hediyyetin fe nâzıratun bime yerciul murselûn(murselûne).
Ve muhakkak ki ben onlara hediye ile resûller göndereceğim. Böylece bakalım resûller (elçiler) ne ile dönecekler?


Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’de resûl tabiri çok geniş bir spektrum içinde geçiyor. Bütün bunların ötesinde Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de hem “cin resullerden” bahsediyor hem de “melek resûllerden” bahsediyor. Ama Kur’ân-ı Kerim boyunca Allahû Tealâ hiçbir âyet-i kerimesinde “cin nebîlerden” veya “melek nebîlerden” bahsetmiyor.

Nitekim Allahû Tealâ  kiramen katibîn meleklerine de “Resûllerimiz yazıyorlar.” diyor.

43/ZUHRÛF-80: Em yahsebûne ennâ lâ nesmeu sırrahum ve necvâhum, belâ ve rusulunâ ledeyhim yektubûn(yektubûne).
Yoksa onların sırlarını ve fısıltılarını işitmeyeceğimizi mi zannediyorlar? Hayır, onların yanında resûllerimiz (elçilerimiz) (herşeyi) yazıyorlar.


Öyleyse kiramen katibîn melekleri de resûldür.

Cebrail (A.S)’a da “resûl” diyor Allahû Tealâ. Ama Cebrail (A.S) da nebî değildir, hiç olmamıştır.

20/TÂHÂ-96: Kâle basurtu bi mâ lem yabsurû bihî fe kabadtu kabdaten min eserir resûli fe nebeztuhâ ve kezâlike sevvelet lî nefsî.
(Samiri): “Ben, onların görmediği şeyi gördüm. Resûl’ün (Cebrail A.S’ın) izinden (ayağının bastığı yerdeki topraktan) bir avuç aldım. Sonra da onu (erimiş madenin içine) attım. Ve böylece (bu), nefsime (bana) güzel göründü.” dedi.


6/EN'ÂM-61: Ve huvel kâhiru fevka ibâdihî ve yursilu aleykum hafazah(hafazaten), hattâ izâ câe ehadekumul mevtu teveffethu rusulunâ ve hum lâ yuferritûn(yuferritûne).
Ve O, kullarının üstünde kahhardır (kuvvet ve güç sahibidir). Ve üzerinize muhafaza edici (koruyucu) gönderir. Sizden birinize ölüm gelince, onu resûllerimiz vefat ettirir. Onlar (bunu yaparken) kusur etmezler.


Öyleyse görüyorsunuz sevgili kardeşlerim, nebîlerle resûller arasında çok sayıda farklılık var. 7 ayrı cepheden baktık olaya. 7 ayrı cepheden nebî resûllerle velî resûller birbirlerinden kesinlikle ayrılıyorlar. Bir ayrılış noktaları daha var; Allahû Tealâ nebî resûllere onunla hükmetsinler diye şeriat kitabı indirir. Velî resûllerin hiçbirisine şeriat kitabı indirmez Allahû Tealâ. Onlara sadece sohbet kitabı indirir. Bu sohbet kitapları hiçbir emredici hüküm taşıyamaz, taşıması söz konusu değildir. Ama Allah’ın nebîlerine indirdiği şeriat kitapları, baştan aşağıya şer’î hükümleri ihtiva eder. Emredici hükümler.  

“Biz, nebîlerimizi (Mâide Suresi 48. âyet-i kerime.) onunla hükmetsinler diye şeriat kitabıyla destekleriz.” diyor Allahû Tealâ. “Onlara şeriat kitabı indiririz onunla hükmetsinler diye” diyor Allahû Tealâ.

5/MÂİDE-48: Ve enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı musaddıkan limâ beyne yedeyhi minel kitâbi ve muheyminen aleyhi fahkum beynehum bimâ enzelallâhu ve lâ tettebi’ ehvâehum ammâ câeke minel hakk(hakkı) li kullin cealnâ minkum şir’aten ve minhâcâ(minhâcen) ve lev şâallâhu le cealekum ummeten vâhıdeten ve lâkin li yebluvekum fî mâ âtâkum festebikûl hayrât(hayrâti) ilâllâhi merciukum cemîan fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).
Ve (Ey Muhammed) sana ellerindeki kitapları tasdik edici (doğrulayıcı) ve onu koruyucu olarak bu Kitab’ı hakk ile indirdik. Artık onların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana Hakk’tan gelenden ayrılıp da onların hevâlarına uyma. Sizden hepiniz için (tek) bir şeriat, ve açık bir yol belirlemiştik. Ve Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Ancak bu sizi, verdikleri ile denemek içindir. O halde hayırlarda yarışın! Sizin hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri, size haber verecek.


Ama hiçbir velî resûle böyle bir kitap vermez. Ve onların Allah’ın kendilerine indirdiği bir kitapla hükmetmeleri, hiçbir zaman insanlık tarihi boyunca söz konusu olmamıştır.

Görüyorsunuz ki sevgili kardeşlerim, velî resûllerle nebî resûller arasında çok büyük farklılıklar var. Ve bu konu bizim dîn adamlarımız tarafından bilinmediği için nebî resûllerle velî resûller birbirine hep karıştırılmıştır. Hele bir iddia var: “Nebî olmadan resûl olunmaz.” diyor zavallılar. Resûllerin bugün de yaşamakta olduklarından haberleri yok. Ama Kur’ân-ı Kerim bunu açık bir şekilde ispat ediyor. “Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra gelecek olan resûllerden” bahsediyor Allahû Tealâ.
 
Eğer Peygamber Efendimiz (S.A.V) Ahzâb Suresinin 40. âyet-i kerimesine göre “Son nebiyse, nebîlerin mührüyse, nebîler O’nunla hitam olduysa, sona erdiyse; o zaman Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra gelen resûl nebî olanlar nasıl resûl olmuş acaba?

33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyine, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusudur). Allah, herşeyi en iyi bilendir.


Ne diyor Allahû Tealâ? “Duhân-10, 11, 12, 13, 14. Diyor ki:

44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.

44/DUHÂN-11: Yagşân nâse, hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.

44/DUHÂN-12: Rabbenâkşif annâl azâbe innâ mu’minûn(mu’minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.

44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.

44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.


“Habibim! (Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e hitap ediyor.) O günlere, gelecekteki o günlere bak ki; o günlerde ortalığı bir fitne, bir duhân kavramış olacak, kaplamış olacak. İnsanlar diyecekler ki: ‘Biz, mü’minleriz. Bizden bu duhânı gider, bu dumanı bizden al, bu azabı bizden kaldır.” Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Nerede onlarda ibret almak (diyor). Onlara Allah’ın bir resûlü gönderildi. Onlar, ona ‘öğretilmiş’ dediler. (Yani şeytandan vahiy alıyor dediler.) Ve ‘deli’ dediler.” diyor Allahû Tealâ. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e: “Senden asırlarca sonra gelecek olan bir resûlü gözetle.” diyor.  “O günleri, sana göstereceğim şeyleri, o günleri gör ki; o gün (diyor) Bizim bir resûlümüz olacak. Ona diyecekler ki: ‘Bu şeytan tarafından vahyedilmiş birisidir; 1. 2- Bu bir delidir, diyecekler.” (diyor.) Ve (diyor) onun sözlerinden ibret almayacaklar (diyor), söylediklerine itibar etmeyecekler.” diyor.

Bu resûl, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra geliyor. Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra resûllerin varlığı, Kur’ân-ı Kerim’imizde kesin olarak mevcut. E, hani nebî olunmadan resûl olunmazdı?

Sevgili kardeşlerim! Dîn öğretimi, insanların tüylerini ürperten hurafelerle dolu, doldurulmuş insanlar tarafından. Allahû Tealâ’ysa Kur’ân’ın furkan olduğunu söylüyor. “Doğruyu yanlıştan ayıran furkanı sana indirdik.” diyor Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e Allahû Tealâ. O, Kur’ân-ı Kerim.  

3/ÂLİ İMRÂN-4: Min kablu huden lin nâsi ve enzelel furkân(furkâne), innellezîne keferû bi âyâtillâhi lehum azâbun şedîd(şedîdun), vallâhu azîzun zuntikâm(zuntikâmin).
Daha önce insanlar için, hidayete erdirici olarak (Tevrat'ı ve İncil'i indirdi) ve (sonra da) Furkan'ı (Hak ile bâtılı ayıran Kur'ân’ı) indirdi. Muhakkak ki onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ettiler. Onlar için şiddetli azap vardır. Ve Allah Azîz'dir, intikam sahibidir (intikam alandır).


Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki hadîsinde: “Benim hadîslerim tartışılacaktır (diyor). Kur’ân’a bakın (diyor). Benim hiçbir hadîsim Kur’ân’a aykırı olamaz.” diyor.

Neden? Allahû Tealâ kalbine Kur’ân’ı yazmış. O, Kur’ân’ı okuyor. Bütün hayatı Kur’ân-ı Kerim, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in. Hayatı boyunca farklı bir şey hiç oluşmamış, hep Kur’ân’ı yaşamış. O zaman hiçbir söylediği Kur’ân’a aykırı olamaz. Neden? Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.V) tasarruf altındaydı. O söylemezdi. Allahû Tealâ diyor ki: “O kendiliğinden bir şey söyleyemez (diyor). Biz, ona ne söyletirsek onu söyler (diyor).

53/NECM-3: Ve mâ yentıku anil hevâ.
Ve o, hevasından (kendiliğinden) konuşmaz.

53/NECM-4: İn huve illâ vahyun yûhâ.
(O’nun söyledikleri), sadece O’na vahyolunan vahiydir.


“Habibim! (diyor.) O taşı attığın zaman sen atmadın; Biz attık.” diyor.

8/ENFÂL-17: Fe lem taktulûhum ve lâkinnallâhe katelehum, ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnallâhe ramâ, ve li yubliyel mu’minîne minhu belâen hasenâ(hasenen), innallâhe semîun alîm(alîmun).
Onları siz öldürmediniz ama onları Allah öldürdü. Ve attığın zaman da sen atmadın ama Allah attı. Ve Allah, mü’minleri Kendisinden ahsen belâ ile imtihan eder. Muhakkak ki Allah, işitendir ve bilendir.


“Akabe’de senin ellerini öptükleri zaman, sana tâbî oldukları zaman senin elini öpenlerin ellerinin üzerinde bizim elimiz vardı.” diyor.  

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecran azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).


Allahû Tealâ’nın devamlı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tecellisi, yaptıklarını yaptırdığı, söylediklerini söylettiği vakasıyla karşı karşıyayız. Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V) tasarruf altındaydı.  

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Görüyorsunuz ki; nebîlerle resûller arasında büyük farklılıklar var.

Şimdi Peygamber Efendimiz (S.A.V) son nebîyse o nebîden sonra gelen resûller acaba nasıl olmuş da nebî olmadan resûl olmuşlar? Bu suali soruyoruz, o konudaki ilim sahiplerine. Hiç kimse bu suale cevap verecek olan bir yetkinin sahibi değildir. Hatalarını kabul etmek zorunda kalıyorlar.

Sevgili kardeşlerim! Neden bu ısrar, bu inat? Allahû Tealâ bizim vasıtalarımızla sizlere hitap ediyor. Biz bir vasıtayız. Allah’ın bizimle hitap ettiği bir vasıtayız. Ama dîndeki bütün hurafeleri temizlemekle emronulduk.

Bunlardan bir tanesi “nebî olmadan resûl olunmaz” safsatası. Gördünüz safsata olduğunu.

Benzer konular