Ahzâb 7, Âli İmrân 81, Furkan 27-30 ve Duhan-11-14. âyetlerine göre risaletin kıyâmet gününe kadar devam edeceğini söyleyebilir miyiz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Resûl ve Nebî » Ahzâb 7, Âli İmrân 81, Furkan 27-30 ve Duhan-11-14. âyetlerine göre risaletin kıyâmet gününe kadar devam edeceğini söyleyebilir miyiz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Ahzâb 7, Âli İmrân 81, Furkan 27-30 ve Duhan-11-14. âyetlerine göre risaletin kıyâmet gününe kadar devam edeceğini söyleyebilir miyiz?

Şimdi bakıyoruz Ahzâb 7'ye:

33/AHZÂB-7: Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsâbni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).
O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz. Nuh’tan ve Hz. İbrâhîm’den ve Hz. Musa’dan ve Meryemoğlu Hz. İsa’dan ve onlardan ağır bir misak aldık.


ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum: Biz ki, nebîlerden misaklarını almıştık onların, o zaman.
ve minke: Ve Senden de almıştık.
ve min nûhın: Ve Nuh’tan da.
ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme: Hem Hz. İbrâhîm’den hem Musa’dan hem de Meryem oğlu İsa’dan almıştık.
ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan): Onlardan ağır bir misak almıştık.

Âli İmrân 81'de de bu misaktan bahsediyor, diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tansurunnehu, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, O'na mutlaka îmân edeceksiniz ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz” diye misak aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu. (Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahû Teâlâ): “Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.


ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne: Burada da "Allah nebîlerden misak aldı." diyor.
lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin: Muhakkak ki size kitap ve hikmet verdim.
summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum:  Sonra yani sizlerden sonra, sizinle beraber olanları yani ellerinizdeki kitapları tasdik eden bir Resûl gelince, geldiği zaman.
le tu’minunne bihî:  O’na mutlaka îmân edeceğinize.
ve le tensurunneh(tensurunnehu): Ve O’na yardım edeceğinize, yardım edeceksiniz, edin.
kâle e akrartum: Dediler ki, biz ikrâr ettik.
Allahû Tealâ diyor ki, "kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî: Bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı ve dilinizle de ikrâr ettiniz mi, ediyor musunuz?
kâlû akrarnâ: Dediler ki, İkrâr ettik.
kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn (şâhidîne): Öyleyse, şahit olun, Ben de sizlerle beraber şahitlerdenim." diyor Allahû Tealâ.

Bu iki âyet-i kerime (Ahzab 7 ile Âli İmrân 81) bir araya getirildiği zaman, aynı standartlarda başlayan iki âyet-i kerimede bir ulûl’azm denilen peygamberlerden bir yemin alındığını ve bunun dil ile de ikrâr edildiğini söylüyor. Bunlar adı geçen peygamberler, aralarında Peygamber Efendimiz (S.A.V) de var. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in de bulunduğu, bu nebîlerden daha sonra gelecek olan bir resûlden bahsedildiği kesinlik kazanıyor.

Furkan Suresinin 27. âyet-i kerimesi:

25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.


Zalimlerin her biri, iki elini ısırdığı o günde şöyle diyecekler: "Ne olurdu o resûlle beraber sebîli (Allah’a ulaştıran yolu) tutsaydım." Bu resûlün Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra geleceği âyetlerle şimdi belli olacak.

Furkan 28:

25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.


"Yazıklar olsun, veyl olsun bana! Ne olurdu filanı dost edinmeseydim."

Furkan 29:

25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.


"Bana Kur'ân, zikir gelmişken beni zikirden saptırdı. O kişi beni zikirden saptırdı. Şeytan insanı yalnız bırakır."

Öyleyse kişi resûle tâbî olmamış ve başkaları da onu Allah’ın yolundan saptırmış (o dost edindiği kişi). İşte şimdi birçok insan bu kadar gayretimize rağmen, insanlara Allah’a ulaşmayı dilemenin farz olmadığını anlatmaya çalışıyorlar sevgili kardeşlerim. Her devirde şeytanın çok sayıda yardakçısı olacaktır. Onlar her zaman, Allah’ın dostlarından çok fazla olacaklardır. Ama bu, Allah’ın birçok insanı hidayete erdirmesi için engel teşkil etmez.

Furkan Suresi 30. âyet-i kerime:

25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzâl kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.


Ve resûl dedi ki, "Ya Rabbi, kavmim, benim kavmim Kur'ân’dan hicret ettiler, Kur'ân’dan ayrıldılar, Kur'ân'ı terk ettiler."
ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen): Ve şeytan insanı yalnız bırakır.

Ne diyormuş Furkan 30'da?  ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran): Resûl dedi ki, ‘Ya Rabbi, benim kavmim Kur'ân-ı terk ettiler, Kur'ân’dan hicret ettiler.’" Şu andaki durumu çok açık bir şekilde anlatıyor Allahû Tealâ ve bir resûl kavminin Kur'ân-ı terk ettiğini söylüyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’de, sahâbenin Kur'ân-ı terk etmesi diye bir şey söz konusu değildi. Nereden biliyoruz? Çünkü Âli İmrân 119'da Allahû Tealâ diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tu’minûne bil kitâbi kullihi, ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz (mü'minler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca “Biz îmân ettik.” dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: “Öfkenizden ölün.” Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.


"Ey sahâbe onlar size buğz ettikleri halde siz onlara karşı gene muhabbetle davranırsınız. Çünkü siz Kur'ân’nın bütününe îmân edersiniz."

Öyleyse sahâbe devrinde Kur'ân’ın terk edilmesi değil, tam aksine bütününe îmân edilmesi söz konusu. Burada öyle bir resûl var ki, kavminin Kur'ân’ı terk ettiğini, Kur'ân’dan hicret ettiğini söylüyor. Bu resûlün Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra geleceği kesindir. Tıpkı Âli İmrân 81 ile Ahzab 7'yi birleştirdiğimiz zaman çıkan netice gibi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) orada da diğer ulûl’azm peygamberlerle beraber ve kendilerine deniyor ki, "Sizlerde sonra bir resûlümüz gelecek. Bütün siz nebîler ona yardım edin." diyor Allahû Tealâ. Görülüyor ki, iki grup âyet-i kerimede de Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra bir resûlün geleceği kesinlik kazanıyor.

Şimdi Dûhan 10, 11, 12, 13, 14 ve 15. âyet-i kerimelerine bakıyoruz:

44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.


"Göklerin açık bir dumanla kaplanacağı günü gözetle."

Sevgili kardeşlerim, işte bugün bütün dünyayı saran fitne, bu apaçık duman. Her tarafta illuminati duruma hakim. İnsanlar hidayetten ayrılmışlar ve fitne bütün ortalığı kaplamış durumda. İnsanların % 90’dan fazlası Allah’ın yolunda değiller. Dîn sahibi olduğunu zanneden Yahudilerde de, Hristiyanlarda da, İslâm’da da çok geniş bir şekilde insanlar farkına bile varamadan dînlerini terk etmişler. Tevrat’tan ayrılmışlar, Zebur’dan ayrılmışlar, İncil’den ayrılmışlar ve Kur'ân-ı Kerim’den ayrılmışlar ve dînlerini unutmuşlar. İşte bu bugün bütün dünyayı illuminati sebebiyle kaplayan fitnedir. Dünya hakimiyetini şu anda iblis elinde tutuyor, illuminati vasıtasıyla.

Dûhan 11:

44/DUHÂN-11: Yagşân nâse, hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.


"Öyle bir duman ki, bütün insanları saracak olan elim bir azaptır."

İşte bu azap insanların Allah’tan uzak kalmaları, Allah’a ulaşmayı dilemediği bir devrenin içinde olmamız şeklinde tecelli ediyor.

44/DUHÂN-12: Rabbenâkşif annâl azâbe innâ mu’minûn(mu’minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.


"Onlar, Rabbimiz bu azabı bizden kaldır, çünkü biz mü’minleriz."

Gerçekten mü’min olduklarını düşünecekler ama azabı da yaşayacaklar. Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes, her an azaptadır. Allah’ın emirlerini yerine getirmediği için azaptadır, Allah’ın yasaklarını çiğnediği için azaptadır, ama hep azaptadır. Oysaki onlar Allah’a ulaşmayı dileselerdi, Allah’ın emirlerini mutlaka yerine getireceklerdi, yasak ettiği fiilleri ise asla işlemeyeceklerdi, asla azap görmeyeceklerdi.

Ve 13. âyet-i kerime:

44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.


"Muhakkak ki onlar öğüt almazlar. Onlara andolsun ki apaçık bir resûl geldi."

İşte zamanımızın durumu. Allahû Tealâ’nın Resûl'ü geldi ve Resûl onlara ihtarlar gönderdi. Dedi ki, "Allah’a ulaşmayı dilemezseniz eğer siz dalâlettesiniz, takva sahibi değilsiniz, şirktesiniz, Allah’ın âyetlerinden gâfilsiniz, gideceğiniz yer cehennemdir, Allah’ın dostu değil tagutun insan ve cin şeytanların dostusunuz, Allah’ın kulu değil tagutun insan ve cin şeytanların kulusunuz ve küfürdesiniz, mü’min değilsiniz." İşte bunları Allah’ın Resûlü onlara ihtarlarla apaçık söylediği halde, bildirdiği halde onlar hâlâ öğüt almazlar. Onlara Allahû Tealâ’nın gönderdiği Resûl apaçık geldi. Ve bu âyetler o Resûl’ün geldiğini kesinlikle ispat ediyor. Dûhan Suresinin 13. âyet-i kerimesinde onların öğüt almadıkları kesin bir şekilde ifade ediliyor. Resûlün bütün gayretleri, on binden fazla kişiye bu ihtarlar gitmesine rağmen, hâlâ bu ihtarları alan dîn adamları sorumluluklarını müdrik değiller. İnsanlara hiçbir açıklama getirmiyorlar. İhtarların doğru olduğuna dair hiçbir işaret görünmüyor. Yani ne dîn adamları, ne de onların öğretecekleri insanlar ibret almıyorlar. Çok büyük kitlenin çok büyük kısmı, % 90’dan fazlası ibret almaz durumda. İbret almadıkları kesin, yoksa şartlar şimdiye kadar mutlaka değişirdi.

Dûhan Suresinin 14. âyet-i kerimesi:

44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.


"Sonra O’ndan yüz çevirdiler."

Sevgili kardeşlerim, silahlı tehditler oluşmuştu. Yüz çevirmenin çok kesin çizgilerle ortaya çıktığı bir devre oluştu. Yüz çevrildiği kesin. Şu anda da her tarafta Allah’ın Resûlüne karşı bir müşterek harekat planı tatbik ediliyor. Herkes O’nu karalamaya çalışıyor. Öyleyse, O’ndan öğüt almadıkları gibi, söylenenleri öğüt almak yerine hakikati öğrenmelerine rağmen gizledikleri gibi, O’ndan yüz çevirdiler. Toplumun büyük kısmı O’ndan yüz çevirmiş durumdadır. Ve dediler ki, "O öğretilmiştir, şeytan tarafından öğretilmiştir, şeytandan vahiy almaktadır ve mecnundur (delidir)."

Sevgili kardeşlerim, eğer Ceviz Kabuğu faciasını düşünürseniz çok net bir şekilde kamuoyuna Allah’ın Resûl'ünün hem deli olduğu hem de şeytandan vahiy aldığı kabul ettirilmiştir. İnsanlar o noktaya şeytanın bir gayretli ekibiyle, bütün kamuoyu o hedefe ulaştırılmıştır. Oysaki aynı olay cereyan ederken Allah’ın Resûl'ü, Kendisini dinleyen altmış milyon insana üç defa: "Allah’a ulaşmayı dilemezseniz gideceğiniz yer cehennemdir, kurtuluşunuz yoktur, dalâlettesiniz, küfürdesiniz." diye tam üç defa, ayrı ayrı yerlerde tebliğde bulunmuştur. Bunun mânâsı, onların öğüt almaması. Onlar o zaman da öğüt almadılar, bugüne gelinceye kadar da öğüt almıyorlar. İşte bu sebeple toplum her gün biraz daha bataklığa saplanıyor. Ahlaksızlık, hırsızlık her tarafta alıp yürümüş durumda. Ve aslında bu tuzağı hazırlayanlar Allah’ın tuzağına düştüler. Çünkü bu ayetler (Dûhan Suresinin 10, 11, 12, 13 ve 14. âyetleri) Ceviz Kabuğu olayında Allah’ın Resûl'ünün O olduğunu kesin şekilde vurguladı. Çünkü âyetlerdeki her şey tâhâkkuk etti. Öğüt almamaları, kendilerine bütün topluma söylenmesine rağmen öğüt almamaları. Yetmez, ondan sonra bugüne kadar onlara, özellikle dîn adamlarına ayrı ayrı ihtarlarda bulunulmasına rağmen, hidayetin ne olduğu açık ve kesin şekilde anlatılmasına rağmen onların, dîn adamlarının da öğüt almadığı bir noktaya ulaştık. Ve o Ceviz Kabuğu olayında Resûl'ün hem öğretilmiş olduğu, hem de deli olduğu insanlara, kamuoyuna kabul ettirildi. İşte anlaşılıyor ki, Allahû Tealâ’nın tuzağına düştüler. Çünkü Dûhan Suresinin 10, 11, 12, 13, 14. âyetlerinde bahsedilen Resûl'ün, o Resûl olduğu kesinleşti.

Benzer konular