Resûl, nebî kavramlarını ve Âli İmrân-8, Furkân-27, 28, 29, 30 ve Duhân-10, 15. âyetlerini açıklar mısınız?

Anasayfa » Ana Sayfa » Resûl ve Nebî » Resûl, nebî kavramlarını ve Âli İmrân-8, Furkân-27, 28, 29, 30 ve Duhân-10, 15. âyetlerini açıklar mısınız?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Resûl, nebî kavramlarını ve Âli İmrân-8, Furkân-27, 28, 29, 30 ve Duhân-10, 15. âyetlerini açıklar mısınız?

Resûl, nebî kavramlarını ve Âli İmrân-8, Furkân-27, 28, 29, 30 ve Duhân-10, 15. âyetlerini açıklar mısınız? Burada bahsedilen resûl, peygamber resûl müdür? Yoksa başka bir resûl müdür? Bu âyetlerin birbirleriyle illiyet rabıtası var mıdır? Bu âyetler hangi devreden bahsediyor? Allah razı olsun.

Kardeşimiz resûl ve nebî kavramlarını açıklamamızı istiyor. İşte İslâm’da en çok hataya düşülen kavramlardan ikisi, resûl ve nebî kavramlarıdır. Kur’ân’ın söylediklerinin tamamen aksine birçok yanlış husus devreye girmiştir. Resûl ve nebînin, “Bütün resûller, nebîdir, bütün nebîler de resûl’dür.” diye bir yanlış, Kur’ân’a ters düşen bir akaid kaidesi olarak İslâm’a girmiş.

Sevgili kardeşlerim! Nebî, peygamber demektir. Farsça adı, peygamber, Arapça adı, nebîdir. Aslında haber veren mânâsına gelen bir kelime ama Allahû Tealâ peygamberler için ‘nebî’ kelimesini kullanıyor. Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den bahsediyor. Ahzâb Suresinin 40. âyet-i kerimesi:

33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyine, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusudur). Allah, herşeyi en iyi bilendir.


“Muhammed, içinizden hiçbir erkeğin babası değildir. O, Allah’ın Resûl’üdür ve hatemün nebiyyîndir. Nebîlerin, peygamberlerin hitamıdır, mührüdür, sonuncusudur.”

Böyle diyor Allahû Tealâ. Peygamber Efendimiz (S.A.V), nebîlerin, peygamberlerin sonuncusudur. Nebîler, peygamberlerdir. Her nebî aynı zamanda mutlak olarak resûldür. Bütün nebîler, bütün peygamberler aynı zamanda mutlaka resûldür. Hem kendi ülkelerinin resûlüdür, hangi dilde konuşuyorsa, hangi ülkedeyse, hem o ülkenin o ülkeye has olan resûlüdür hem de bütün kâinatın nebîsidir, peygamberidir. Allahû Tealâ buyuruyor ki Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e:

21/ENBİYÂ-107: Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn(âlemîne).
Seni Biz, sadece âlemlere rahmet olarak gönderdik.


“Biz seni âlemlere rahmet olarak yarattık.” diyor.

Sadece bu zavallı, şu kadarcık dünyamıza değil, “Bütün âlemlere rahmet olarak yarattık.” diyor. Öyleyse Allahû Tealâ’nın bir nebî ve resûl kavramları dizisi var. Ve Kur’ân-ı Kerim’e tamamen ters düşen akideler, insanlar tarafından kabul edilmiş.

Öyleyse bir nebî resûller var. Bütün nebî resûller yani peygamber resûller, huzur namazının mutlaka imamlarıdır. Ama peygamber resûllerin aralarında fetret devirleri var. Yani Hz. Musa’dan yüzlerce sene sonra Hz. İsa geliyor. Hz. Musa da peygamber, Hz. İsa da peygamber. Hz. İsa’dan 600 yıl sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V) geliyor, nebî olarak vazifelendiriliyorlar. Özellikleri mi? Özellikleri; Allahû Tealâ’nın söylediği ifade şu:

“Biz, nebîlerimizi kitapla şereflendiririz.” diyor Allahû Tealâ,  “Şeriat kitabıyla ki; o kitapla hükmetsinler diye.”

“Biz, nebîlerimize şeriat kitabı veririz.” diyor Allahû Tealâ, “O kitapla hükmetsinler diye.”

Öyleyse Allahû Tealâ Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde diyor ki:

42/ŞÛRÂ-13: Şeraa lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“Habibim! Hz. Nuh’a, Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya verdiğimiz şeriatı, sana da vahyetmek suretiyle sana da şeriat kıldık.”

Demek ki bu peygamberlerin hepsine Allahû Tealâ şeriat veriyor. Şeriat kitabı. “Biz” diyor, “Nebîlerimize şeriat kitabı veririz.” diyor, “Onunla hükmetsinler diye.” Ve Kur’ân-ı Kerim, kâinatın son şeriat kitabıdır. Bu şeriat kitabının, ona verilen şeriatın hedefi, dînde fırkalara ayrılmamak ve dîni ayakta tutmak.

“Sana da verdik ki” diyor Allahû Tealâ bu kitabı, “Dîni ayakta tutasınız diye ve fırkalara ayrılmayasınız diye. O müşriklere söylediğin ‘Allah’a ulaşmayı dileyin de şirkten kurtulun’ sözü müşriklere ağır geldi.” diyor Allahû Tealâ.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamdederiz şükrederiz ki; burada bu hakikatleri sizlere anlatabilmek için varız. Öyleyse birçok yanlış Kur’ân-ı Kerim’imize ters olarak İslâm ilminin içerisine kitaplarla sokulmuştur. Bu yanlışlardan bir tanesi, “Bütün resûller, nebîdir.” ifadesidir.

Akaidin birinci kaidesi: “Bütün nebîler, resûldür.” El hakk. Tamamen Kur’ân hakikatlerine uygun. Bütün nebîler, bütün peygamberler, mutlaka aynı zamanda resûldür. Ama tersini de söylemişler. Ve akaidde, bugün bütün İlâhiyat fakültelerinde okunuyor, “Bütün resûller nebîdir.” deniyor. Hayır, yanlış!  Bütün resûller nebî değildir. Resûllerin bir kısmı nebîdir, bir kısmı nebî değildir. Sadece velîdir. Yetmez ve nebîler arasında fetret devri vardır. Ama resûller arasında fetret devri yoktur.

5/MÂİDE-19: Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum alâ fetretin min er rusuli en tekûlû mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin fe kad câekum beşîrun ve nezîr(nezîru) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ey Kitap ehli! Resûllerin (peygamberlerin) fetret devrinde (aralarının kesildiği zamanda), sizlere gerçekleri açıklayan Resûl’ümüz (elçimiz) gelmişti. “Bize bir müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi.” dersiniz diye (dememeniz için). Oysa size "müjdeleyici ve uyarıcı" bir Resûl gelmişti. Allah herşeye kaadirdir.


Öyleyse bütün nebîler resûldür ama bütün resûller nebî değildir.

Öyleyse konumuza biraz daha ciddi şekilde girelim. Bütün resûllerin nebî olmadığı Allahû Tealâ tarafından kesin şekilde ifade buyrulmuş. Evvelâ şu muhtevaya dikkatle bakalım; Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den Allahû Tealâ son nebî diye bahsediyor. Ama bizim insanımız, bütün İslâm âlemi, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte sadece nübüvvetin değil, risaletin de kesildiğini söylüyor.

Yani “Son peygamber aynı zamanda da son resûldür.” diyorlar Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e.  Son nebîdir (peygamberdir), doğru ama “Son resûldür.” Yanlış! Peygamber Efendimiz (S.A.V) son resûl değildir. Ondan sonra bütün kavimlerde resûller var olmaya devam etmiştir.

Evvelâ şu gerçeği söyleyelim; nebî daima bir tek kişidir.  Hangi devirde yaşıyorsa, bir tek nebî vardır. Eğer iki nebî olarak görev verilmişse Hz. Musa ile kardeşi Hz. Harun gibi, evvelâ kendisine tabletler verilen Hz. Musa nebî idi. O, Şeria Nehri’nin ötesine geçtikten sonra geçemeden ölünce, yerine nübüvveti Hz. Harun devraldı. Ama nübüvvet, bütün peygamberler zamanında tek bir kişinin uhdesindedir. Hâlbuki resûller, bütün kavimlerde yaşamaktadırlar. Allahû Tealâ diyor ki Nahl-36’da:

16/NAHL-36: Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).


“Biz, bütün kavimlere resûl göndeririz. O kavimlerde yaşayanları şeytana kul olmaktan kurtarsınlar da Allah’a kul etsinler diye.”

Burada Allahû Tealâ’nın bütün kavimlere mutlaka resûl gönderdiği ifade buyruluyor. Yeter mi? Hayır, yetmez. Bu resûller, hem bütün kavimlere gönderiliyor hem de devamlı olarak gönderiliyor. Yani ardı arası kesilmeksizin gönderiliyor, sevgili kardeşlerim!

Öyleyse bu resûllerin art arda gönderilmesini Mu’minûn Suresinin 44. âyet-i kerimesinde görüyoruz. Diyor ki Allahû Tealâ:

23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.


“Biz, bütün kavimlere resûl göndeririz. Ve ardı arkası kesilmeksizin (devamlı olarak) göndeririz. Hangi kavme resûl gönderdiysek, o kavimlerin hepsi resûllerini inkâr ettiler.” diyor Allahû Tealâ.

“Hangi kavme resûl gönderdiysek, bütün kavimler resûllerini inkâr ettiler.” diyor Allahû Tealâ.

Allahû Tealâ’nın resûl göndermesi, bütün kavimlere! Bakara Suresinin 87. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ gene aynı şeyi söylüyor:

2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki, Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.


“Biz, bütün kavimlere resûl göndeririz.” diyor ve  “Art arda göndeririz.” diyor.

Demek ki iki âyet-i kerime açık bir şekilde bütün kavimlere resûl gönderildiğini ve art arda gönderildiğini söylüyor. İsrâ Suresinin 15. âyet-i kerimesinde: “Biz bir resûl göndermedikçe hiçbir kavme azap etmeyiz.” diyor Allahû Tealâ.

17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihî, ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.


Kıyâmet günü bütün insanlar mutlaka cehenneme uğrayacaktır. Cennete gidecek olanlar, oradan, cehenneme girip orasını gördükten sonra cennete gideceklerdir. Ve burada Allahû Tealâ’nın dizaynı, bütün insanların mutlaka cehenneme uğramasıdır. Mutlak olarak. İşte bütün insanlara cehennem bekçilerinin söylediği şey; Mulk- 8, 9, 10. Allahû Tealâ buyuruyor:

67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.

67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”

67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.


“Kıyâmet günü, cehennemin kapısında bekleyenlerin içeri girmesi için cehennem bekçileri kapıları açarlar. Ve o içeriye girenler, burunları sürtünerek içeri girerler. Onlara derler ki: “Size, Allah’ın resûlleri gelip de Allah’ın nezirleri gelip de (resûl mânâsına kullanılmıştır.) size Allah’ın âyetlerini okumak suretiyle bugün buraya (cehenneme) geleceğinizi söylemediler mi?” Cevap; “Söylediler ama;

1-  Biz onlara inanmadık.
2- Allah hiçbir şey indirmemiştir, dedik.
3- Biz seni dalâlette olarak görüyoruz, dedik. Eğer biz akletmiş olsaydık, hiç burada, cehennemde mi olurduk?

“Yani Allah’a ulaşmayı dilemiş olsaydık, o zaman Allahû Tealâ bize furkanlar verecekti. Ve Allah’ın cennetine girecektik.”

Allahû Tealâ Zumer-71’de aynı şeyi ‘resûl’ kelimesini kullanarak söylüyor.

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alâl kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın?” (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.


“Kıyâmet günü cehennemin kapıları açılır ve cehenneme girerler. Cehennem bekçileri onlara der ki: ‘Size Allah’ın resûlleri gelip de Allah’ın âyetlerini anlatmadılar mı?’ Yani ‘Siz Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz. Gideceğiniz yer cehennemdir, demediler mi?’ Onlar da derler ki: ‘Dediler. Bize bunu söylediler ama azap kâfirlerin üzerine hak oldu.”

Bütün insanlar önce mutlaka cehenneme uğrayacağına göre, bütün insanlara bu söz mutlaka söylenmiş durumda. Ama bunlar cehennemde kalanlar. Cennete girenlerse, Allah’a ulaşmayı diledikleri için cennete girdiklerine göre zaten bütün hakikatlerden haberdarlar.

Sevgili kardeşlerim! Öyleyse her kavimde, zamanın hangi parçasında insanlar yaşarsa yaşasınlar, hangi kavimde yaşarlarsa yaşasınlar, mutlaka o kavimde bir resûl var. Ve resûl, bütün insanlara tebligatını mutlaka yapıyor. Bu ülkede de yaptığı gibi. Bütün devirlerde var. Ve bütün insanlara, o kavmin insanlarına mutlaka tebligatını yapıyor. Ve ne yazık ki insanlar, tebliği dikkate almıyorlar, sevgili kardeşlerim! Ve de Allah’ın söylediğine riayet etmiyorlar. Resûl sadece diyor ki: “Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz.” Çünkü En’âm Suresinin 48. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ resûllerini, “Allah’a ulaşmayı dileyenleri müjdelesinler diye ve dilemeyenleri uyarsınlar diye göndeririz.” diyor.

6/EN'ÂM-48: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için) göndermeyiz. Artık kim âmenû olur (Allah’a ulaşmayı dilerse) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.


Âyet-i kerimeler açık. Böyle söyleniyor insanlara. Öyleyse bütün kavimlerde, bütün zaman parçalarında, mutlaka o kavmin resûlü hayatta. O kavimde bir resûl mutlaka var. Üstelik de o kavmin lisanıyla konuşan bir resûl. İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimesi:

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.


“Hiçbir kavim yoktur ki,” diyor Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de, “Biz, ona bütün zaman parçalarında onların lisanıyla konuşan, onlardan bir resûl göndermiş olmayalım.” diyor.

Bütün zaman parçalarında, Allah’ın bir resûlü mutlaka bütün kavimlerde yaşıyor. Ama nebîler (peygamberler); gördük ki aralarında, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile Hz. İsa arasında 600 yıl var. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den bu tarafa 1400 yıl geçmiş. Peygamber falan yok. Olması da mümkün değil. Kıyâmete kadar da olmayacak.

Öyleyse nübüvvet müessesesi Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile sona ermiştir. Ama görüyoruz ki; risalet müessesesi bitmemiştir.

İşte dînimizdeki yanlışlıklardan birisi: “Peygamber Efendimiz (S.A.V) son resûldür. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra resûl gelmez.” Hâlbuki Allahû Tealâ açık ve kesin bir şekilde geleceğini söylüyor. İşte Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13, 14. âyetleri:

44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.

44/DUHÂN-11: Yagşân nâse, hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.

44/DUHÂN-12: Rabbenâkşif annâl azâbe innâ mu’minûn(mu’minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.

44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.

44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.


“Habibim! Sen, o günleri gözetle ki…” diyor. Yani “Kalp gözüyle sana gösteriyoruz şimdi, o günleri gösteriyoruz ki gelecekteki o günlerde dünyayı bir duhân kaplamış olacaktır.” diyor.

Bu duhân yani duman, bütün dünyayı kaplayan aslında bir fitnenin ifadesidir. ‘Duman’ adıyla kullanıyor Allahû Tealâ, bütün dünyayı kaplayacak olan fitneyi. “O zaman.” diyor, “O zamanki insanlar diyecekler ki: Yarabbi! Bu azabı bizden kaldır. Çünkü biz, mü’minleriz.”

Allahû Tealâ diyor ki: “Nerede onlarda ibret almak? Onlara apaçık bir resûlümüz geldi de o resûle delidir dediler ve öğretilmiştir (şeytan tarafından öğretilmiştir. Şeytandan vahiy alarak öğrenim yapmıştır.) dediler.” diyor Allahû Tealâ.  “Ve onun söylediklerinden ibret almadılar.” diyor.

Demek ki bunu gören, Peygamber Efendimiz (S.A.V). Kıyâmete yakın bir devrede göklerin fitneyle doldurulacağı, bütün yerleri, gökleri fitnenin kaplayacağı bir devrede bir resûl hayatta olacak. Bunu gören de Peygamber Efendimiz (S.A.V). “Kıyâmete yakın bir devre” dediğine göre ondan sonra geleceği kesin. Demek ki Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra bir resûlün geleceği kesin! İşte bir başka âyet-i kerime grubu; Furkân Suresinin 27, 28, 29 ve 30. âyetleri:

25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.

25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.

25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.

25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzâl kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.


“Ah! keşke biz, o resûle tâbî olsaydık, derler.” diyor, parmaklarını ısırırken cehenneme gidecek olanlar. “Ah! Keşke falancayı kendime dost edinmeseydim, derler.” diyor. “O ki; beni resûlden uzaklaştırdı. Dalâlete düşürdü. Resûl dedi ki: Benim kavmim Kur’ân’dan hicret ettiler. Benim kavmim Kur’ân’ı terkettiler.” diyor Allahû Tealâ.

İşte gene bir resûl, Kur’ân’ı terk eden bir kavimden bahsediyor, Allahû Tealâ. Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde Kur’ân terkedilmiş midir? Tam tersine. Allahû Tealâ Âli İmrân- 119’da diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tu’minûne bil kitâbi kullihi, ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz (mü'minler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca “Biz îmân ettik.” dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: “Öfkenizden ölün.” Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.


“Ey sahâbe! Onlar size buğzettiği zaman, siz onlara karşı buğzetmezsiniz. Siz onlara muhabbetle davranırsınız. Çünkü siz Kur’ân’ın bütününe îmân edersiniz.”

Öyleyse sahâbenin Kur’ân’ı terketmesi diye bir şey söz konusu değil. Bu resûlün, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra gelen bir resûl olduğu kesin. Hep bu devreye işaret ediliyor. Öyleyse Allahû Tealâ: “Allah gaybı bilir.” diyor, Cinn-26’da, 27’de. “Ama bunu hiç kimseye söylemez.” diyor gaybı. “Resûllerinden rızaya ulaşmış olan birisi hariç.” diyor.

72/CİNN-26: Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ(ehaden).
O (Allah), gaybı bilendir. Fakat O, gaybını hiç kimseye izhar etmez (açıklamaz).

72/CİNN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasaden).
Resûllerden razı oldukları (tasarruf rızasına ulaşmış olanları) hariç! O taktirde, muhakkak ki O (Allah), onların önünden ve arkasından gözetenler sevkeder ki,


Bu, tasarruf rızasıdır. Yalnız huzur namazının imamları için geçerlidir. Huzur namazının imamı konusunda söylüyor Allahû Tealâ. Öyleyse resûllerinden sadece bir tanesi, rızaya ulaşmış olanı hariç. O, huzur namazının imamıdır.

Öyleyse her tarafta resûller var. Bütün kavimlerde mutlaka, bütün devirlerde resûl var. Allahû Tealâ bu, “Bütün resûller nebîdir” kavramının, Kur’ân-ı Kerim’de, “Bütün resûller nebîdir” kavramının mümkün olmayacağı, son derece açık bir şekilde Yûsuf Suresinin 50. âyet-i kerimesinde dikkate alınmış:

12/YÛSUF-50: Ve kâlel meliku’tûnî bihî, fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetillâtî katta’ne eydiyehunn(eydiyehunne), inne rabbî bi keydihinne alîm(alîmun).
Ve Melik: “Onu bana getirin.” dedi. Böylece ona, resûl (ulak, haberci) geldiği zaman Yusuf (a.s): “Efendine dön ve ellerini kesen kadınların hali (durumu) nedir, ona sor.” dedi. Muhakkak ki; Rabbim onların hilelerini en iyi bilendir.


Hz. Yusuf’a Firavun’un gönderdiği bir haberci (ulak) resûl adıyla anılıyor. “Resûl, Yusuf’a geldiği zaman.” deniliyor. Bir peygamberden mi bahsediliyor acaba?

Neml Suresinin 35. âyet-i kerimesinde Belkıs’ın Hz. Süleyman’a gönderdiği alelâde bir elçi, onun da adı resûl olarak geçiyor. Bir peygamber olması mümkün olabilir mi?

27/NEML-35: Ve innî mursiletun ileyhim bi hediyyetin fe nâzıratun bime yerciul murselûn(murselûne).
Ve muhakkak ki ben onlara hediye ile resûller göndereceğim. Böylece bakalım resûller (elçiler) ne ile dönecekler?


Sevgili kardeşlerim! Dînimize birçok yanlışlıklar girmiştir. Burada kardeşimiz diyor ki: “Nebî- resûl kavramlarını açıklar mısınız?”

Açıkladık. En özet şekilde. Diğer kardeşlerimizin de hakkı olduğu için çok uzun konuşmayı istemiyoruz. Furkân-27, 28, 29, 30’u anlattık. Duhân-10, 11, 2, 13, 14, 15’i anlattık. “Âli İmrân-8” diyor kardeşimiz. Bakalım Âli İmrân-8’e beraberce. Kardeşimiz neden Âli İmrân-8’i istemiş bilmiyorum ama Âli İmrân-8’de diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-8: Rabbenâ lâ tuziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahmeh(rahmeten), inneke entel vehhâb(vehhâbu).
Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra, kalplerimizi saptırma. Senin katından bize vehbi olarak rahmet bağışla. Muhakkak ki sen, Vehhab'sın (vehbi olarak bağışlayansın).


“Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra, kalplerimizi kaydırma. Katından bize rahmet ihsan buyur. Hiç şüphesiz Sen, Vehhab’sın.”

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Furkân Suresinin 27, 28, 29, 30. âyetlerinde gördük ki; Kur’ân’ı terk eden bir kavim var. Aslında zamanımızda bütün kavimler Kur’ân’ı terk etmiş durumdalar. Hiçbir kavimde Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrindeki Kur’ân tatbikatı mevcut değildir.

Duhân-10’dan 15’e kadar olan âyetlerde ise Allahû Tealâ, bu zamanda dünyada bulunacak olan, kendisine deli denilen, -dikkat edin; herkesin içinde, herkes tarafından bunun kabul edilmesi lâzım- kendisine deli denilen ve şeytan tarafından öğretilmiş denilen bir kişinin var olması lâzım. İşte o kişi, o kişi, biziz!

Ceviz Kabuğu programını her gören kişi, buna kesin olarak şahittir. Ve biz o konuşmada tam üç defa hepinize hitap ettik: “Allah’a ulaşmayı dileyin! Bunun için buraya geldik. Size bu ihtarı yapabilmek için geldik.” dedik. Bunun bir tuzak olduğunu elbette biliyorduk ama yolda da kardeşlerimize söyledik; “Bir tuzağa doğru gidiyoruz. Sakın korkmayın.” dedik.

Sevgili kardeşlerim! Olaylar, Kur’ân’daki âyetleri birer birer ispat ediyor. Ve ibret aldınız mı? Hanginiz Allah’a ulaşmayı dilediniz? Biz size orada üç defa söyledik bunu! İşte kim bu söylenenlerden ibret almazsa, ibret almayan kişi için Allahû Tealâ, onun gözlerini, kulaklarını, kalbini kapalı tutuyor. Görme hassasını, işitme hassasını ve idrak etme hassasını kapalı tutuyor. Ve o kişi idrak edemiyor.

Sevgili kardeşlerim! Bu, Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13, 14, 15. âyetlerinde söylenen resûl, elbette bir peygamber resûl değildir. Peygamberlik, peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde bitmiştir. Ayrıca Risalet Nurları hakkında çok şeyler söylendi, yazıldı, çizildi. Ama o kitapta iki yerde Allahû Tealâ  bizim peygamber olmadığımızı çok açık ve kesin olarak ifade etmiş; “Sen peygamber değilsin!” diyor. Açık ve kesin bir şekilde. Bir de “Peygamberler dışında bir kişiye Cebrail (A.S) ilk defa görünüyor.” diyor. Bizim bir peygamber olmadığımız çok açık ve kesin bir şekilde Allah’ın bize yazdırdığı kitapta açıklanıyor.

Ve de bütün bunlara rağmen, nasıl bir ülke insanı oluşturmuşuz ki bir düşmanlık müessesesi var. Allah’ın söylediklerini, yüz yüze güzel bir biçimde konuşarak, diyalog metoduyla halletmek varken, hep kavga söz konusu oluyor, sevgili kardeşlerim! Öyle öfkeli bir millet olmuşuz ki; herkes birbirine düşman. İnsanlar düşman kamplara ayrılmış. Hiçbir zaman dostça bir dizayna yaklaşamıyoruz. Ve gene orada öyle oldu. Sadece düşmanlık etmek için, bizi alaşağı etmek için gayretin sahibi olan dört tane profesör vardı ortalıkta. Ama biz oraya onlarla tartışmaya gitmedik. Biz oraya, size bu mesajı vermek üzere gittik. Yeniden seyredin. Tam üç defa size “Allah’a ulaşmayı dileyin! Dilemezseniz, gideceğiniz yer cehennemdir. Kurtulamazsınız.” dedik.

Öyleyse biz, bugünün resûlüyüz. Kur’ân-ı Kerim, açık ve kesin bir şekilde bizden ayrı ayrı yerlerde bahsediyor. Bir âyet-i kerime daha var:

9/TEVBE-33: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirahu alâd dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Resûl'ünü müşrikler kerih görseler de, hidayetle ve hak dîn ile (bu dîni) bütün dînler üzerine izhar etmesi (hak dîn olduğunu ispat etmesi) için gönderen O'dur.


“Bütün dînlerin üzerine İslâm’ı anlatsın diye…” diyor, “İzhar etsin diye, açıklasın diye onu görevlendirdik.” diyor Allahû Tealâ.

Biz, o açıklamaları yapıyoruz şimdi burada, Amerika’da. Bütün diğer dînlerin mensuplarına, onların dînlerinin aynı dîn olduğunu anlatıyoruz. Başka bir dîn hiç olmadı, sevgili kardeşlerim! Sadece bir tek dîn oldu. O dîn, Hz. Nuh’un dînidir. O dîn, Hz. İbrâhîm’in dînidir ve İbrâhîm’den sonradır, Hz. Musa da Hz. İsa da Peygamber Efendimiz (S.A.V) de. Ve Kur’ân-ı Kerim, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in, Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin sahibi olduğunu kesinleştiriyor. “Sen hanifsin.” diyor Rûm-30’da.

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfen, fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâhi, zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.


“Hanif olarak vechini dîne doğrult.” diyor. “Öyle bir dîn ki bu; ezelî ve ebedî dîndir.” diyor, hanif dîni yani Arapça adıyla İslâm dîni. Ve Allah’ın, ne dîni yaratmasında ne de insanları hanif fıtratının dışında yaratmasında (hanif fıtratının dışında yaratmasında) bir değişiklik göremezsin. Allah bütün insanları mutlaka bütün devirlerde sadece hanif fıtratı ile yaratır.” diyor Allahû Tealâ. “Başka bir fıtratta yaratmaz. Ve dîni de başka bir dîn şekline hiçbir zaman dönüşmez.”

Tek bir dîn vardır; ezelî ve ebedî dîn, kayyum olan dîn.

Benzer konular