Bakara 256'yı Allah'a ulaşmayı dileme ve urvetil vuskâ açısından anlatır mısınız? Bu âyetin Â'raf 146 ve Zumer 17 arasında ilişki var mıdır?

Anasayfa » Ana Sayfa » Âmenû » Bakara 256'yı Allah'a ulaşmayı dileme ve urvetil vuskâ açısından anlatır mısınız? Bu âyetin Â'raf 146 ve Zumer 17 arasında ilişki var mıdır?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Bakara 256'yı Allah'a ulaşmayı dileme ve urvetil vuskâ açısından anlatır mısınız? Bu âyetin Â'raf 146 ve Zumer 17 arasında ilişki var mıdır?

Bakara Suresi 256. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle söylüyor:

2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lânfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.


lâ ikrâhe fîd dîni: Dînde zorlama yoktur.
kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi): Rüşd yollarıyla gayy yolları tebeyyün etmiştir (beyan edilmiştir). Birbirinden kesin şekilde ayrılmıştır.
fe men yekfur bit tâgûti: Artık kim tagutu (insan ve cin şeytanları) inkâr ederse (devre dışı bırakırsa). 
ve yu’min billâhi: Ve  kim Allah'a âmenû olursa, Allah’a îmân ederse, Allah'a ulaşmayı dilerse.
fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ: O Allah’tan kopması mümkün olmayan bir kulba sımsıkı sarılır.
vallâhu semîun alîm(alîmun): Allah işitir ve bilir.

"İnşaallah bu âyet-i kerimeye göre Allah'a ulaşmayı dileyenler ve dilemeyenler diye iki gruba ayrılır diyebilir miyiz?"

Evet, Tagutu inkâr etmek (devre dışı bırakmak) veya tagutu devreye almak.

Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde göre Allahû Tealâ diyor ki:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ibâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


“Onlar, taguta kul olmaktan (insan ve cin şeytanlara kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar), kendilerini kurtardılar."

"ve enâbû ilâllâhi: Allah’a yöneldiler. Yani Allah'a ulaşmayı dilediler de bu sebeple kendilerini taguta kul olmaktan kurtardılar.
lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi): Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele!" diyor Allahû Tealâ.

Neyle başlamıştı? Tagutun kulu, sahâbe. Neyle bitirdi? Kullarımla bitirdi. Tagutun kuluyken (insan ve cin şeytanların kuluyken), onların söylediklerini itaat ederken Allah'a kul olmuş sahâbe. Neyle? Allah'a yönelerek (Allah'a ulaşmayı dileyerek). Kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allah'a yönelmiş olur. Allah'a yönelmiş olan kişi, tagutun kulu olmaktan derhal kurtulur ve Allah'a kul olur. İşte Allahû Tealâ’nın, Allah'a ulaşmayı dileyenler ve dilemeyenler diye 2 kısma ayırdığı 2 grup var. fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi:  Kim tagutu inkâr ederse (devre dışı bırakırsa) ve Allah'a âmenû olursa, o kişi kurtuluşa ulaşandır.

Nitekim daha sonraki âyet-i kerime (257. âyet-i kerime):

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.


“allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri):” diyor. Bir evvelki âyet-i kerimede “fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi: Allah'a îmân eden.” diye mânâlandırırken (böyle bir ifade kullanırken), bir sonraki âyet-i kerimede Allahû Tealâ o "yu’min" olanların, Allah'a âmenû olanlar olduğunu yani Allah'a ulaşmayı dileyenler olduğunu açıklıyor. Çünkü “allâhu velîyyullezîne âmenû: Allah âmenû olanların dostudur.”  Yani tagutu inkâr eden ve Allah'a "yu’min" olanların Kur'ân’daki ismi, âmenû olandır.  İnananlardan Allah'a ulaşmayı dileyen îmân sahibi demek. "Allah'a ulaşmayı dileyenler âmenû olanlardır. Allah onların dostudur. Onları zulmetten nura çıkarır." diyor Allahû Tealâ. Ve devam ediyor arkadanda böyle bir ifadeden sonra: “Allah onların dostudur. Onları zulmetten nura çıkarır. Onların kalplerini kapkaranlıkken (%100 karanlıklar içindeyken) nura çıkarır." diyor Allahû Tealâ.

Sevgili kardeşlerim böyle bir dizaynda onlar için güzellikleri ifade eden sonuç, Allah'a ulaşmayı dilemektir. Dilediği anda Allah derhal rahîm esmasıyla tecelli eder. Ve o kişiyi mutlaka kurtuluşa ulaştırır ve kalbini de zulmetten nura ulaştırır. Ama âyet-i kerimenin devamı da var. Eğer o kişi tagutu inkâr etmeseydi ne olurdu? Onun cevabı var.

"vellezîne keferû: Onlar ki kâfirlerdir.
yuhricûnehum minen nûri vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu: O kafirlere gelince onlar tagutun (insan ve cin şeytanların) dostudur.
yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti): Onlar da nurdan tekrar zulmete götürürler." diyor.

Âmenû olanlarla kâfirler karşılaştırılıyor. Birisi Allah'a ulaşmayı dilemiş, tagutu devre dışı bırakmış ve irşad yolunu seçmiş. Diğeri irşad yolunu seçmemiş. Seçmemişse zaten dalâlettedir, Allah'ın yolunda değildir (yolda değildir). Yani seçmeyen insan zaten dalâlettedir, zaten fısktadır, zaten küfürdedir, zaten gideceği yer cehennemdir. Öyleyse böyle bir durumda insanların kazandıkları muhteva açık açık, onların kendi dilekleri istikametinde tecelli ediyor. Ya tagutu inkâr edip Allah'a âmenû olmak veya Allah'ı inkâr edip taguta kul olmak.

İşte taguta kul olmaktan insanların kurtulduğu yerin (Zumer-17), Allah'a ulaşmayı dilemek olduğunu söylüyor. Yani âmenû olmak olduğunu söylüyor Allahû Tealâ sevgili kardeşlerim.

Şimdi Serdar’ın 1. suali: "İnşaallah bu âyet-i kerimeye göre Allah'a ulaşmayı dileyenler ve dilemeyenler diye iki gruba ayrılır diyebilir miyiz?"

Evet çok açık şekilde öyle oluyor zaten sonuç.

"Burada buyrulan urvetil vuskâ’yı açıklar mısınız?"

Urvetil vuskâ, Allah'ın ipidir, Allah'ın ipleridir demek daha doğru. Allah'ın 1. ipi, kişinin Allah'a ulaşmayı dilemesidir. Bu hablilahtır (Allah'ın ipidir). Sonrada kişinin insanlardan bir ipe sarılması. Bu da Allah'ın ipidir. İnsanlardan bir iptir ama Allah'ın ipidir. Çünkü o insanı Allah irşad makamına getirmiştir. O bir iptir,  Allah’ın ipidir. İnsanlardan bir ip ama gene Allah'ın bir ipidir. Öyleyse Allahû Tealâ’nın burada Allah’tan kopması mümkün olmayan sağlam bir kulpa (kopması mümkün olmayan sağlam bir kulp), Allah'ın irşad makamıdır ve bir sağlam kulp daha, Sıratı Mustakîm. Allah'a ulaştıran yol. İşte Allah'ın ipi, kişinin Allah'a ulaşmayı dilediği noktada muhtevasına aldığı bir husustur. Allah'a ulaşmayı dileyen kişi Allah’ın ipine sımsıkı sarılır. Bu ip başlangıçta 14. basamağa kadar Allah’ın ipidir. Allah'a ulaşmayı dileyen kişinin Allah’ın ipine sımsıkı sarılmasıdır. Allahû Tealâ Âli İmrân-103’de:

3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufratin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O’nun (Allah’ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.


“va’tasımû bihablillâhi cemîân: Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.”  diyor. İşte Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak, urvetil vuskâyı ifade eder. Urvetil vuskâ 3 ipi birden ihata eder:

1- Allah'a ulaşmayı dilemek.
2- İrşad makamına ulaşmak.

Allah'a ulaşmayı dilediğiniz andan itibaren zaten Sıratı  Mustakîm üzerindesiniz (1. Sıratı Mustakîm üzerindesiniz). Allah'a yöneldiğiniz zaman, yani 7. basamaktan sonra, Allah'a ulaşmayı dilediğiniz noktadan sonraki (Allah'a ulaşmayı dilemeye davetten sonraki safha, Allah'a ulaşmak için Allah'a yönelmektir (7.basamaktan 14. basamağa kadar). 14. basamaktan 21. basamağa kadar ise Allah'a ulaşmaktır. 3’ü de Sıratı Mustakîm’dir. 1., 2. ve 3. Sıratı Mustakîm’ler.
 
İşte urvetil vuskâ,  bu 3 Sıratı Mustakîm’i ihata ettiği gibi, mürşidi de ihata ediyor. Allah için teslim olacağınız, size kendinize vekil tayin ettiğiniz kişi. Siz müvekkil oluyorsunuz, o vekil oluyor. İşte biz şu anda vekiliz, siz de müvekkilsiniz. Bizi vekil edenler. Aynı zamanda Allah'ı da vekil ettiniz, gene müvekkilsiniz. Allah'a tevekkül ettiniz. Allah'a ulaşmayı dilediğiniz andan itibaren Allah'a tevekkül ettiniz. 3. basamaktan 7. basamağa kadar 1. tevekkül. 7. basamaktan 14. basamağa kadar 2. tevekkül. Ki burada da mürşidinizi kendinize vekil ettiniz. Ama Allah'ı daha Allah'a ulaşmayı dilediğiniz andan itibaren vekil tayin ettiniz. Sonra 3. safha. Ruhunuzun Allah'a doğru yola çıkması. 14. basamaktan 21. basamağa kadar. Urvetil vuskâ bunların hepsini kaplar. Mürşidi de, mürşide tevekkülü de (mürşidi vekil tayin etmeyi de), Allah'ı vekil tayin etmeyi de, 1. Sıratı Mustakîm’i de, 2. Sıratı Mustakîm’i de, 3. Sıratı Mustakîm’i de.

"Bu âyet-i kerime ile A’râf Suresinin 146. âyet-i kerimesi arasında bir ilişki var mıdır?" diyor.

Çok yakın bir ilişki var. A’râf-146’da Allahû Tealâ diyor ki:

7/A'RÂF-146: Se asrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîlâ(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.


Ne gördük? Bakara-256’da da rüşt yolu var, gayy yolu var. Ne diyordu Allahû Tealâ:

lâ ikrâhe fîd dîni: Dînde zorlama yoktur (Bakara-256’dan bahsediyoruz).
kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi): Gayy da, rüşd de beyan edildi. Birbirinden bu beyanatın açıklığı sebebiyle kesin şekilde ayrıldı (tebeyyün etti).

Beyanın neticesindeki ayrıcalığı tesbit etmek, tebeyyün etmek. Her ikisinde de aynı ifadeler geçiyor. Rüşd yolu, gayy yolu. Rüşd yolu; Allah'a ulaştıran irşad yolu, Sıratı Mustakîmleri ifade eder. Gayy yolu; insanları cehenneme götüren Sıratı Cehîm’i ifade eder.  İster Allahû Tealâ Bakara-256’daki gibi ister rüşd ve gayy kullansın, ister sebilel gayyi, sebîler ruşdi kullansın, netice değişmez.  A’râf-146’da sebîler ruşdi, sebilel gayyi kullanılıyor. Bakara-256’da rüşd ile gayy kullanıyor. Ama gene arkada 2 unsur var, Allahû Tealâ ile tagutun ortaya konması. Allah'a âmenû olmak ile taguta kul olmak.

Burada ilişki son derece açıktır. Her ikisinde de aynı sonuç var. O insanların, A’râf-146’da irşad yolunu takip etmedikleri, gayy yolunu tâbî olduklarını ifade ediyor. Onlar irşad yolunu kabul etmiyorlar, gayy yolunu takip ediyorlar. Bunlar yeryüzünde haksız yere kibirlenen ve ilim sahibi olduklarını zannedenler. Ama dünya ölçülerinde gerçekten ilim sahipleri. Diplomaları var doktoraları var. Üniversitelerde profesör olmuş insanlar. Bu dünya üzerinde gerçekten belgelerle ilimlerini ispat edebilecekleri hüviyetteler.

Ama Allah'a göre urvetil vuskânın sahipleri değil. İrşad yolunu da seçtiklerini zannediyorlar. Aslında seçtikleri yol irşad yolu değil ve bunun bilincinde değiller.
 
Öyleyse A’râf 146 ile Bakara-156 arasında yakın bir ilişkiden bahsetmek söz konusu. İkisinde de konunun temeli irşad yolu ve gayy yolu. 257. âyet-i kerimede Allahû Tealâ sonuçları veriyor. Âmenû olanların Allah'ın dostu oluşları, kalplerini zulmetten nura ulaştırması. Olmayanların küfürde kalışları ve tagutun dostu olmaları ve kalplerinin de tekrar nurdan karanlığa döndürülmesi. Ve işaret âmenû olmak ile kâfir olmanın karşılaştırılması. 

"Bu âyet-i kerime ile Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesi ile arasında bir ilişki var mıdır?"

Bu sualin cevabını zaten konumuzu izah ederken verdik. Evet çok yakın bir ilişki vardır. Allahû Tealâ orada çok açık bir şekilde, Allah'a ulaşmayı dileyen sahâbenin, nasıl tagutun kuluyken Allah'ın kulu olduğunu söylüyor. Sadece bir tek sebeple. Allah'a yönelmişler. Yani Allah'a ulaşmayı dilemişler.

Benzer konular