Bakara-100 ve 101. âyetlerde bahsedilen, bu dönemde yaşayan insanlar ve onlara gönderilen Mehdi (A.S) diyebilir miyiz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Âyetler ve Sırları » Bakara-100 ve 101. âyetlerde bahsedilen, bu dönemde yaşayan insanlar ve onlara gönderilen Mehdi (A.S) diyebilir miyiz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Bakara-100 ve 101. âyetlerde bahsedilen, bu dönemde yaşayan insanlar ve onlara gönderilen Mehdi (A.S) diyebilir miyiz?

Bismillâhirrahmânirrahîm.
 
Es selâmu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuhu! Çok Muhterem Efendimiz! İzninizle sorumu sorabilir miyim?

Bakara-100 ve 101. âyetlerde bahsedilen, bu dönemde yaşayan insanlar ve onlara gönderilen Mehdi (A.S) diyebilir miyiz?

Bakara-100:

2/BAKARA-100: E ve kullemâ âhedû ahden nebezehu ferîkun minhum bel ekseruhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Ve onlardan bir kısmı, bir ahd yaptıkları zaman, her defasında onu nakzettiler mi (bozmadılar mı)? Evet (bozdular), onların çoğu îmân etmezler.


“Bir ahd yaptıkları zaman, her defasında onlardan bir kısmı onu nakzettiler mi? Bozdular mı? Evet, bozdular. Onların çoğu îmân etmezler.”

Bakara-101:

2/BAKARA-101: Ve lemmâ câehum resûlun min indillâhi musaddikun limâ meahum nebeze ferîkun minellezîne ûtûl kitâb(kitâbe), kitâballâhi verâe zuhûrihim ke ennehum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve onlara Allah’ın katından yanlarındaki (Kitab’ı) tasdik eden (doğrulayan) bir resûl geldiği zaman, kitap verilenlerden bir kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın Kitab’ını arkalarına attılar.


“Ve onlara ne zaman Allah katından beraberlerindeki şeyi (Kitab’ı) tasdik eden, doğrulayan bir resûl gelse kitap verilenlerden bir kısmı, sanki hiç bilmiyorlarmış gibi Allah’ın Kitab’ını arkalarına atıverdiler.”

İşte iki tane âyet-i kerime. Allahû Tealâ ahd almış mı bizden ezelde? Fizik vücudumuzu Allah’a teslim edeceğiz diye, nefsimizi, irademizi Allah’a teslim edeceğiz diye almış mı ahd? Almış sevgili kardeşlerim! A’râf-172’de Allahû Tealâ bütün insanların Allah’ın huzurunda toplandıklarını söylüyor:

7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”


Ondan sonra da Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde onlardan yemin, misak ve ahd aldığını söylüyor:

5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki Allah göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.


• Ruhumuz Allah’a misak veriyor, Allah’a teslim olacağına dair.
• Fizik vücudumuz Allah’a ahd veriyor, Allah’a teslim olacağına dair.
• Nefsimiz Allah’a yemin veriyor, Allah’a teslim olacağına dair.
• Allahû Tealâ’nın İlâhi İradesi, bizim cüz’i irademize yeni bir yemin daha verdiriyor. İlâhi İrade; irademizden, irademizin de Allah’a teslim edileceğine dair misak alıyor. İrademizin Allah’a ezelde verdiği bu yeminin adı; misak.

Öyleyse biz insanlar Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde geçen ruhumuzu, vechimizi yani fizik vücudumuzu, nefsimizi ve irademizi; asıl misak bu sonuncusu çünkü buna ulaşabilmesi için evvelâ ruhun, vechin, nefsin Allah’a teslim edilmesi lâzım ki, irademizi teslim edebilelim. Son misak, o misak! Allahû Tealâ, Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde bahsettiği misakla onu kastediyor. İrademizin Allah’a teslimine dair olan misakı kastediyor.

Allahû Tealâ Bakara-101’de de diyor ki:

“Ve onlara ne zaman Allah katından beraberlerindeki şeyi (Kitab’ı) tasdik eden (doğrulayan) bir resûl gelse, kitap verilenlerden bir kısmı sanki hiç bilmiyorlarmış gibi Allah’ın Kitab’ını arkalarına atıverdiler.”

İşte biz de bugün, bu devirdeki resûl olarak bu devirdeki hidayetin yegâne sahibi olarak insanlara: “Kur’ân’ı, Kur’ân’da 7 safhayı 4 teslimi, bütün sahâbenin bunları gerçekleştirdiğini, dînler arasında fark olmadığını ve dînlerin birleştirileceğini” anlatıyoruz. Bunu söyleyen kişiye dikkatle bakın! Gökteki 7 katın 7’sini yüzlerce defa gören birisi konuşuyor. Başkalarının anlattığını dinleyen birisi değil, kendisi gören birisi. Bu gözlerle değil, buradaki gözle (kalp gözüyle) gören birisi. Öyleyse bize dikkatle bakın! Allah’ın sizlere “sır” adını verdiği herşeyi bize bildirmesi söz konusu.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sağlam bir zemindesiniz. Biz, sizin üzerinizdeyiz. Ama bizim üzerimizde Allah var! Emri O’ndan direkt olarak alırız. Her an bizimle mutlaka konuşur. Hiçbir problemimiz olmamıştır ki; O çözüm getirmemiş olsun.

“Bu iki âyette bahsedilen, bu dönemde yaşayan insanlar ve onlara gönderilen Mehdi (A.S) diyebilir miyiz?” diyor kardeşimiz.

Elbette diyebiliriz. İşte Kur’ân; insanları kurtuluşa ulaştıracak olan bütün hükümleri unutulmuş ve ismi kalmış. Bir de resmi kalmış; bir kitap. Duvarlara asmışız. İnsanlar bir cenaze olacak da açacaklar onu, Yâsîn okuyacaklar arkasından. Peygamber Efendimiz (S.A.V) diyor ki: “Aranızda en hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir. Ümmetimin en hayırlısı Mehdi (A.S) olacaktır.” diyor ve işte biz O’yuz!

Sevgili kardeşlerim! Bunu yapay, suni bir iddia olarak değerlendiren zavallılar var. Onlara bir sualimiz var: “Biz bunları nereden biliyoruz? Size hiç şimdiye kadar birisi çıkıp da hidayetin insan ruhunun Allah’a ulaşması olduğunu söyledi mi? Böyle birini gösterebilir misiniz bana? İslâm’ın 7 safhasını başka birisinin ağzından dinlediğiniz oldu mu? Bu 7 safhasının 7’sinin de Kur’ân-ı Kerim’de farz kılındığını, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin de 7 safhanın 7’sini de yaşadığını… Şu yakın geçmişe de bakın! 1200 sene evvelîne kadar gidin. Bakalım size bunları anlatabilen birileri çıktı mı?” Bugün bütün açıklığıyla Kur’ân, her zerresiyle sizlere içirilecektir. Bütün hakikatleri birer birer insanların istifadesine sunulmaktadır, sunulacaktır.

Şimdi kardeşimizin neticede şunları söylediğini görüyoruz: “Bu iki âyette bahsedilen, bu dönemde yaşayan insanlar ve onlara gönderilen Mehdi (A.S) diyebilir miyiz?”

Evet, O’dur.

“Bu resûle kitap verilmemiş ama daha önce gelen kitapları tasdik eden bir resûl.”

Evet. Bize Allahû Tealâ, bir şeriat kitabı falan vermedi. Çünkü biz bir peygamber değiliz. Ha, bize bir şeyler yazdırdı mı? Yazdırdı. Ama şeriat kitabı; Allah’ın indirdiği emirleri içeren, herkesin o emirleri yerine getirmesini farz kılan bir kitaptır. Sadece nebîlere verilir, peygamberlere verilir. Bize verilense bir sohbet kitabı, Allah’la aramızdaki konuşmalar. Bir defa daha altını çizerek söylüyoruz: “Biz bir peygamber değiliz!” Hiçbir zaman “Biz peygamberiz.” de demedik. Bunlar, o bizim Allah’tan aldığımız ilmi kıskanan insanların, bize attıkları bir iftiradır. Şahit olarak Allah yeter!

“Bu resûle kitap verilmemiş ama daha önce gelen kitapları tasdik eden bir resûl, Âli İmrân-81’deki resûl. Değerli açıklamalarınızı bizlere anlatır mısınız?” diyor.

Âli İmrân-81’e bakıyoruz. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tansurunnehu, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, O'na mutlaka îmân edeceksiniz ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz” diye misak aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu. (Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahû Teâlâ): “Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.


“Ey nebîler! Sizlere kitap verdik ve hikmet verdik.” Nebîlerden, peygamberlerden bahsediyor. Nebî, net olarak sadece peygamber demektir. Bütün nebîler aynı zamanda mutlaka resûldür. Bütün nebîler, bütün peygamberler hilafsız, istinasız hepsi mutlaka aynı zamanda resûldür. Bütün nebîler, nebî resûldür. Ama resûllerin hepsi nebî değildir. Çok küçük bir kısmı, binde biri ancak nebî hüviyetindedir; çok, ondan da çok küçük bir kısmı.

Şu anda, şu dünya üzerinde ne kadar kavim varsa o kavimlerin herbirinde, onlara kendi lisanlarıyla hitap eden bir resûl, şu anda yaşıyor. Hangi dîni, dili düşünürseniz düşünün, o dili konuşan bir resûl şu anda, onların arasında vazifeli. Yüzlerce resûl, şu anda dünya üzerinde, bu dünya adı verilen gezegende vazifeli. Başka gezegenlerde de resûller var. Onlar da kendi lisanlarıyla, kendi âlemlerinde vazifeliler. Şu anda kâinatta bir peygamber yok. Olsaydı, bu dünyada olacaktı. Çünkü kâinatın dîn merkezi başka bir dünya değildir. Bu dünyadır. “Dünya” adı verilen bu gezegendir. Onun için huzur namazının imameti, mutlaka bu dünyadan bir vazifeliyle gerçekleştirilir.

Öyleyse Âli İmrân-81’de Allahû Tealâ ne diyor?

“Ey nebîler! Sizlere kitap verdik ve hikmet verdik.” Bunlar peygamberler. “Sizlerden sonra bir resûlümüz gelecek.” Nebî demiyor, sadece resûl diyor. “Resûlümüz gelecek. Ona yardım edeceğinize ve onu destekleyeceğinize dair Bana söz veriyor musunuz?” diyor Allahû Tealâ. Onlar da diyorlar ki: “İkrâr ettik. Biz onu destekleyeceğiz. Ona hem îmân edeceğiz hem de yardım edeceğiz.” İşte o resûl, “Mehdi Resûl’dür. Allahû Tealâ, burada naçizane bizden bahsediyor ve geldiğimizi de kesinleştiren âyetler; Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13, 14. âyetleridir. Ne diyor Allahû Tealâ orada?

44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.

44/DUHÂN-11: Yagşân nâse, hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.

44/DUHÂN-12: Rabbenâkşif annâl azâbe innâ mu’minûn(mu’minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.

44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.

44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.


“Habibim!” diyor Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e. “Sen, gökleri bir duhânın, (bir dumanın) kaplayacağı o günleri gözetle. O günlere bak ki, göğü kesif bir dumanın kapladığını göreceksin. O duman bir azaptır. Onlar (o gün yaşayan insanlar) diyecekler ki: ‘Bu azabı bizden kaldır. Çünkü biz mü’minleriz.’ Nerede onlarda ibret almak?” diyor. Niçin dediğini şimdi göreceğiz. Allahû Tealâ: “Nerede onlarda ibret almak? Onlara apaçık bir resûlümüz geldi de ona ‘öğretilmiş’, ‘şeytandan vahiy alıyor’ ve ‘deli’ dediler.” diyor Allahû Tealâ.

Bu olayı yaşamadık mı sevgili kardeşlerim? Ceviz Kabuğu rezaletinde yaşadığımız şey, o değil miydi? 4 tane profesör, bir de bizim sevgili Cevizoğlu ceviz, hepsi biraraya geldiler ve biz sessizlikle onları dinledik sadece. Söz hakkını bize verdikleri an, ilk söylediğimiz şey hep aynı olmuştur: “Allah’ı ulaşmayı dileyin! Onun için buradayız. Allah’a ulaşmayı dileyin yoksa kurtulamazsınız!” 3 defa neyse bunu söylemek imkânını bulduk. Ama hiç kimse ibret almadı. Meselâ; onu hepiniz izlemişsinizdir. Aklınızda kaldı mı? Hayır, kalmadı. Çünkü çete; hâkimi de onlardan, savcısı da onlardan, avukatı da onlardan olan bir mahkeme gibiydi orası. Size 3 defa söyledik: “Allah’a ulaşmayı dileyin! Yoksa gideceğiniz yer cehennemdir.” Ama bir kulağınızdan girdi, öbüründen çıktı. Çünkü sizi ulaştırmak istedikleri şey, bunu başarıyla sürdürdüler: “Bizim deli olduğumuz, bizim şeytandan vahiy aldığımız. Kısaca bizim bir sahtekâr olduğumuz.” imajıydı. Bizse oraya sadece sizin için gitmiştik. Yolda giderken de söyledik kardeşlerimize: “Bir tuzağa gidiyoruz ama orada tebliğ yapacağız inşaallah.”

Allahû Tealâ onun için Kur’ân-ı Kerim’e 14 asır evvel bu olayın aslını koymuş durumda. “Nerede onlarda ibret almak?” diyor. “Allah’a ulaşmayı dileyin! Yoksa kurtulamazsınız.” sözünü 3 defa tekrar etmemize rağmen hiç kimse ibret almadı. “Nerede onlarda ibret almak?” diyor.

Sonra ne diyor? “Ona ‘öğretilmiş’ dediler. ‘Şeytan tarafından öğretilmiş, şeytandan vahiy alıyor.’ dediler ve ‘deli’ dediler.” diyor. Hepsi gerçekleşmedi mi? İnandınız! Bizim deli olduğumuza, şeytandan vahiy aldığımıza inandınız. Herkes bizden yüz çevirdi. Onun için ülkemizi terk etmek mecburiyetinde kaldık. Şimdi buradayız, Amerika’dayız. Tekrar geleceğiz, sevgili kardeşlerim! Bütün dünyaya hâkim olan, kâinata hâkim olan Allah’tır. Ne zaman emir verirse oradayız.

Öyleyse neyle karşı karşıyayız? Bu olaylar dizisinde oradaki unsurlara dikkatle bakın! “Onlara apaçık bir resûlümüz gelmişti ve onu inkâr ettiler.” diyor Allahû Tealâ. “Ona ‘öğretilmiş’ dediler, ‘deli’ dediler, ibret de almadılar.” 3 defa söylememize rağmen hiç kimse sözlerimizin farkına bile varmamış.

Benzer konular