Bakara-257 ve Talâk-11 âyetlerine dayanarak; “Allah, Allah’a ulaşmayı dileyenleri bir resûlünü görevli kılarak zulmetten nura çıkarır.” diyebilir miyiz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Mürşid » Bakara-257 ve Talâk-11 âyetlerine dayanarak; “Allah, Allah’a ulaşmayı dileyenleri bir resûlünü görevli kılarak zulmetten nura çıkarır.” diyebilir miyiz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Bakara-257 ve Talâk-11 âyetlerine dayanarak; “Allah, Allah’a ulaşmayı dileyenleri bir resûlünü görevli kılarak zulmetten nura çıkarır.” diyebilir miyiz?

Bismillâhirrahmânirrahîm.
 
Es selâmu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuhu! Ve aleykum selâm ve rahmetullâhi ve berakâtuhu! Canımdan çok sevdiğim, Allah’ın Resûlü, Mehdi (A.S)! İzninizle sorumu sorabilir miyim? Elbette sorabilirsin. Hay Allah razı olsun.

Bakara-257:

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.


“Allah âmenû olanların, Allah’a ulaşmayı dileyen mü’minlerin, onların dostudur. Onları zulmetten nura çıkarır. O kâfirlere gelince onlar, tagutun dostlarıdır. Tagut da onları nurdan zulmete götürür. İşte onlar ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.”

Talâk Suresinin 11. âyet-i kerimesi:

65/TALÂK-11: Resûlen yetlû aleykum âyâtillâhi mubeyyinâtin li yuhricellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minez zulumâti ilân nûr(nûri), ve men yu'min billâhi ve ya'mel sâlihan yudhilhu cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), kad ahsenallâhu lehu rızkâ(rızkan).
Resûl, âmenû olanları (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenleri) ve amilüssalihat (salih amel, yani nefs tezkiyesi) yapanları, karanlıklardan nura çıkarmak için size Allah’ın âyetlerini açıklayarak okur. Ve kim, Allah’a îmân ederse ve salih (nefsi ıslâh eden) amel işlerse onu, içinde ebediyyen kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetlere dahil eder (koyar). Allah(’ın Zat’ı), onun (resûl) için en güzel rızık olmuştur.


“Size Allah’ın âyetlerini okuyan ve açıklayan resûl, âmenû olan ve nefsi ıslâh edici ameller işleyenleri karanlıklardan nura çıkarır.”

Âmenû olan; Allah’a ulaşmayı dileyen ama nefsi ıslâh edici ameller deyince burada tâbiiyet gerçekleşmiş. Kişi Allah’ın kendisine gösterdiği mürşide ulaşmış. “Allah’ın gösterdiği” diyorum, sevgili kardeşlerim! Hacet namazını kılan kişiye, eğer o kişi Allah’a ulaşmayı dilemişse mutlaka Allahû Tealâ, mürşidini gösterir.

Tâbiiyetiyle beraber nefs tezkiyesi başlar. O güne kadar nefs tezkiyesi ona bir şey sağlamaz, ondan sonra… Neden sağlamaz? Çünkü Allah’tan hiçbir şey gelmez. Ama kim mürşidine tâbî olmuşsa kalbine îmân yazılmıştır. Yani Allah’la o kişinin kalbi arasında köprü kurulmuştur. O kişi zikir yaptığında, Allahû Tealâ oraya mutlaka salâvâtla-rahmet, salâvâtla-fazl isimli iki grup nur gönderir. O nurlar, o kalbe ulaşınca rahmet, fazl ve salâvât nurlarından fazıllar, nefsin kalbindeki Allah’ın tâbiiyetle beraber yazdığı “îmân” kelimesinin etrafında toplanmaya başlarlar.

Biliyorum! Şimdi bütün bu söylediklerimiz, bizim dîn adamlarının hiç bilmediği şeyler. Ama öğrenecekler sevgili kardeşlerim! Bazen onlardan da meraklı olanlar bize ulaşıyor. Onlara izah ediyoruz ne yapılması lâzımgeldiğini. Sanıyoruz, yapmaya başladılar. Hayırlı olsun inşaallah. Ve ne olur? Nefsin kalbine, îmân kelimesine fazıllar yapışmaya başlar. Çünkü karşıt manyetik alanların sahibi ve zikir mutlaka Allah’ın katından göğsümüze, göğsümüzden kalbimize onları ulaştırır; salâvâtla-rahmet, salâvâtla-fazl nurları. Bunlardan fazıllar, nefsimizin kalbini işgal etmeye başlarlar. İşe bu, nefsin afetlerden temizlenmesi yani nefsin tezkiye edilmesidir, temizlenmesi işlemidir.

“Kim Allah’a âmenû olur da Allah’a ulaşmayı dileyen bir mü’min olur da nefsi ıslâh edici ameller işlerse -ancak burada işlenebilir; tâbiiyetten sonra- Allah, onları içinde ırmaklar akan cennetlere, orada ebediyyen kalmak üzere koyacaktır.”

Ne diyorsunuz? Cennet! “Andolsun ki Allah, onlara ahsen rızık vermiştir.” Ahsen rızık, bildiğiniz yemek değil, ekmek değil; buraya, kalbe ulaşan rızık bu. Allah’ın rızkı. Fizik vücudunuzun kalbine gelen o rızkı, fizik vücudunuz nefsinizin kalbine ulaştıracaktır. İşte bu, fizik vücudunuzun nefsinizi infâk etmesidir. Kur’ân-ı Kerim bunu çok açık bir şekilde, gayet güzel bir tarzda anlatıyor sevgili kardeşlerim! Onlar da öğrenecekler, merak etmeyin!

“Bu iki âyete dayanarak; “Allah, Allah’a ulaşmayı dileyenleri bir resûlünü görevli kılarak zulmetten nura çıkarır.” diyebilir miyiz?

Elbette diyebiliriz. Şunu bilin sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ, hiçbir kavmi hiçbir devirde resûlsüz bırakmaz. Yetmez! Bütün o kavim resûllerinin ötesinde bir resûlü de Kendisiyle irtibat halinde tutar ve O’nu devrin imamı yapar. Eğer peygamberler varsa, peygamberler mutlaka asaleten devrin imamlarıdır. Onlar o makamın, imamet makamının, Allah’ın huzurunda kılınan huzur namazının imamet makamının tabiî sahipleridir, gerçek sahipleridir. Biz sadece bir resûlüz! Asla peygamber değiliz. Yüzlerce defa söylememize rağmen birtakım saflar, hâlâ bizim peygamberlik iddiasında bulunduğumuzu zannediyor. Yuh be!

Sevgili kardeşlerim! Ne demem lâzım? Söyleyin bana. İşte bu devirde de o makamı biz işgal ediyoruz. Huzur namazının imamı şu anda biziz! Ama o makamı asaleten değil -biz peygamber değiliz- vekâleten o görevi işgal ediyoruz. Ne zaman anlayacaklar bunları, bilmiyoruz ama yakın gelecekte bunların hepsi birer birer onlara ispat edilecek sevgili kardeşlerim!

Allah ile insanlar arasındaki köprü ilimle kurulur. O ilmin, hamdolsun ki sahibi kılındık. Öyleyse yakın bir gelecekte onlarla sık sık beraber olacağımızı ümit ediyoruz. Onlardan öğrenmek isteyenler var ve de herşey çok güzel olacak sevgili kardeşlerim! Her devirde Allah, mutlaka bütün kavimlerde resûl bulundurur. Eğer peygamberler yoksa o resûllerden bir tanesi devrin imamlığına vekâlet eder. Vekâlet eden kişi mutlaka zemin kattaki devrin imamının dergâhının sahibi olur.

Benzer konular