Hacet namazında öğrenmeden herhangi bir mürşide tâbî olursak tabiiyetimiz geçerli mi?

Anasayfa » Ana Sayfa » Mürşid » Hacet namazında öğrenmeden herhangi bir mürşide tâbî olursak tabiiyetimiz geçerli mi?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Hacet namazında öğrenmeden herhangi bir mürşide tâbî olursak tabiiyetimiz geçerli mi?

Efendimiz! Eşim ve ben Allah’a ulaşmayı diledik. Hacet namazı kıldık ama mürşidimizi rüyada göremedik. Ama sizin Mehdi Resûl olduğunuza îmân ettik ve tâbî olduk. Sohbetinizde hacet namazı kılarak Allah’tan mürşidimizi istememizi ve Allah’ın tayin ettiği mürşidimize tâbî olmamızı buyurdunuz. Eğer hacet namazı kılıp da öğrenmeden herhangi bir mürşide tâbî olursak, yapılan zikirlerin kişiye faydası olmayacağını yine sizden öğrendik Efendimiz! Tâbiiyetimiz geçerli mi? Bu konuda bizleri aydınlatır mısınız?

Şimdi burada farklı bir olay var. Biz mürşidlerden bahsediyoruz ve bu söylediğiniz söz gerçek bir mürşide tâbî olmamanız halinde geçerlidir. Zaten yakın gelecekte bütün mürşidlerin bize tâbî olduğunu göreceksiniz. Bu insanların hakkımızdaki zanları bir şey ifade etmez. Allahû Tealâ: “Zan ile hareket etmeyiniz.” diyor.

49/HUCURÂT-12: Yâ eyyyuhâllezîne âmenûctenibû kesîran minez zanni, inne ba’daz zanni ismun, ve lâ tecessesû ve lâ yagteb ba’dukum ba’dâ(ba’dan), e yuhıbbu ehadukum en ye’kule lahme ahîhi meyten fe kerihtumûhu, vettekullâhe, innallâhe tevvâbun rahîmun.
Ey âmenû olanlar! Zandan çok sakının. Muhakkak ki bazı zanlar günahtır. Ve tecessüs etmeyin (merak edip insanların hatalarını araştırmayın). Sizin bir kısmınız diğerlerinin dedikodusunu yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette ondan tiksinirsiniz. Ve Allah’a karşı takva sahibi olunuz. Muhakkak ki Allah, tövbeleri kabul eden ve Rahîm olandır.


Zan kişiyi hakikatlerden uzaklaştıran çok yanlış bir olaydır. Mutlaka tahkik etmek gerekir. Tahkik etmek asıldır sevgili kardeşlerim. Allahû Tealâ tahkikî îmânın sahibi olmamızı istiyor. Bakın şimdi “tahkikî îmân” kelimesi geçerken Allahû Tealâ bize bir cezbe verdi. İşte bu gördüğünüz şeyin adı cezbedir. Allah’ın bir insanı dilediği an şiddetle sarsması hali. Bu, kişinin Allah’ın varlığı hakkındaki tahkikî îmânının ilk adımıdır. Kendisi dışındaki bir kuvvetin onu şiddetle sarstığını yaşar kişi. O zaman Allah’ın varlığını kesinlikle öğrenir.
 
Peki, tahkikî îmânın sonu? Tahkikî îmânın son noktası; Allah’ın Zat’ını görmektir. Allah’ın Zat’ını Allah’ın yoluna çıkan herkes sonuçta görecektir. Eğer iradesini de Allah’a teslim edebilirse, mutlaka bu dünya üzerinde yaşarken (kalp gözüyle) Allahû Tealâ Zat’ını mutlaka, o kişiye gösterir.

Sizin için de sevgili kardeşlerim, hangi mürşide tâbî olursanız olun, o mürşid mutlaka bir gün Allah’tan soracaktır bu devrin hidayetçisinin kim olduğunu. Allah ona mutlaka -gerçek bir mürşidse- mutlak olarak gösterecektir. Gösterince de bize gelmemesi mümkün değildir.

Dolayısıyla, gerçek bir mürşidse hangi mürşide tâbî olursanız olun, aslında bize bağlanmış olursunuz ve onların tâbî olacakları kişi biz isek, mutlaka tâbî olmak zarurettir, mecburidir. Öyleyse, gelecek günlerde bu bulutlar kalkacak. Hakkımızda zanlarla mütalaa yürütenler doğruları öğrenecekler ve Allahû Tealâ’nın hakikatlerini kabul etmek durumunda kalacaklar. Öğrendikleri ilimdeki yanlışlıkları bir bir tespit edeceğiz beraberce. Zaten şimdiye kadar açıkladıklarımıza bir göz atsalar, âyetleri tahkik etseler… Birçok kardeşimiz aramıza böyle katıldı. Söylediklerimizi evvelâ ciddiye almamışlar: “Hadi canım sen de!” demişler. “Olur mu ya? Biz bunca sene okuduk. Bu okuduklarımız onun söylediğinin tamamen tersini söylüyor.” Sonra demişler ki: “Ya, bu kadar âyet söylüyor bu adam. Bir bakalım bakalım. Bu âyetlerde ne var?” Ama âyetlere baktıkları zaman böyle gözleri fal taşı gibi açılmış. Çünkü bütün âyetler 12’den vuruyor.

İşte sevgili kardeşlerim! Kaç sene evveldi hatırlayamıyorum. O zamanlar İstanbul’da Diyanetin oradaki İstanbul müftüsünün yardımcısı olan bir Abdülaziz Bayındır kardeşimiz vardı ve Fatih Vakfı’nda onunla tartışıyoruz.

Biz diyoruz ki: “Daimî zikrin sahipleri ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken hep Allah’ı zikredenlerdir.”

O da diyor ki: “Ben de daimî zikrin sahibiyim.”

1 saat, belki de 2 saat uzun uzun ona âyetlerden bahsettik. Her âyete itiraz etti. Sonra birisi kulak misafiri olmuş orada. Sonunda dayanamadı geldi. Tanıyormuş Abdülaziz Bayındır’ı. Ali Bulaç; Kur’ân yazarı, Kur’ân’ın bir hazırlayıcısı, meal vericisi.

Ve dedi ki Abdülaziz Bayındır’a: “Yav kardeşim! 1 saattir sizi dinliyorum. Her söylediği Kur’ân âyetiyle” dedi. “12’den vuruyor.” dedi. “Farkında değil misin?” dedi.

Bizim tartışmamız orada bitti. Şimdi bizim müftüler de imamlar da eğer söylediğimiz âyetlere bir göz atarlarsa, onların da gözleri fal taşı gibi açılacak, bütün söylediklerimizin doğru olduğunu gördükleri için. Sadece ihtimal vermedikleri cihetle; “Hadi canım sen de!” diyorlar. “O sahte peygamber nereden bilecek.” Ama o âyetlerin doğru olduğunu gördükleri zaman, kimlerin sahtekâr olduğunu zaten geçen zaman parçası gösterdi. Ve o profesörlerden bir tanesi rahmetli oldu. Rahmetli olmadan evvel Allahû Tealâ, ona hakikati gösterdi. O zaman ne vaziyete geldiğini bir görmüş olsaydınız; Ayhan Songar kardeşimiz.

Sevgili kardeşlerim! Hakkımızda söylenenleri çok ciddi boyutlarda ele almamaya çalışın. Ve de mutlaka kimler bizim hakkımızda ne söylüyorsa tahkik edin. Sizin için de herhangi bir mürşide tâbî olmanızda bir sakınca yok. Ama mademki buradasınız şimdi bize tâbî olursunuz. Probleminiz de kalmaz.

Benzer konular