Günümüzde Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra resûl gelmeyeceğini iddia edenlere Mü’minun 44, Nahl 36 ve İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimelerini delil olarak gösterebilir miyiz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Resûl ve Nebî » Günümüzde Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra resûl gelmeyeceğini iddia edenlere Mü’minun 44, Nahl 36 ve İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimelerini delil olarak gösterebilir miyiz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Günümüzde Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra resûl gelmeyeceğini iddia edenlere Mü’minun 44, Nahl 36 ve İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimelerini delil olarak gösterebilir miyiz?

Daha başlangıçta söyleyelim ki gösterebiliriz. Allahû Tealâ Mu’minun Suresinin 44. âyet-i kerimesinde; resûllerini ard arda, arkası kesilmeksizin geldiğini söylüyor.

Nahl 36’da bütün kavimlerde resûl olduğunu söylüyor.

İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimesinde de bütün kavimlerde resûl olduğunu söylüyor. Ve Allahû Tealâ gene İbrâhîm 4’de:

“Allah dilediğini dalâlette bırakır. Ve dilediğini hidayete erdirir." diyor.

Hidayete ermek ve dalâlette kalmak. “Biz resûllerimizi başka bir sebeple değil kendi lisanlarıyla kendi kavimlerine göndeririz." diyor Allahû Tealâ. “Onlara beyan etmek için. Resûllerin görevi hidayete erdirmektir." diyor. Resûllere rağmen Allah'a ulaşmayı dilemeyenleri hidayete erdirmeyiz ama dilediğimizi yani resûllerimize tâbî olanlarımızı hidayete erdiririz." diyor Allahû Tealâ. Bakalım şimdi tek tek âyet-i kerimelere:

23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.


summe erselnâ rusulenâ tetrâ: Sonra resûllerimizi birbiri ardından gönderdik.
kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu: Bütün ümmetler kendilerine resûl geldiği zaman, her ümmet kendilerine resûl geldiği zaman onu tekzip etti (yalanladı).
fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan: Biz de onları birbiri arkasından helâk ettik.
ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse): Ve hadîs oldular. Efsane kıldık.
fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne): Mü’min olmayan kavim uzak olsun." diyor Allahû Tealâ.

Nahl-36:

16/NAHL-36: Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).


ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen: Biz, bütün ümmetlerde andolsun ki resûl beas ettik.
eni’budûllâhe: Allah’a ulaşmayı dilesinler diye.
eni’bu, eni’budu: Allah’a kul olsunlar diye.
vectenibût tâgût(tâgûte): Taguttan içtinap etsinler diye. Taguta kul olmaktan içtinap etsinler de Allah'a kul olsunlar diye Biz bütün ümmetlere resûl göndeririz andolsun ki." diyor Allahû Tealâ.
fe minhum men hedallâhu: Onlardan bir kısmı hidayete erdiler (Allah'a hidayet ettiler). Allah'a ulaştılar.
ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu): Bir kısmının ise üzerine dalâlet hak oldu.
fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne): Öyleyse yeryüzünde dolaş ta, gör (bak) onlara. Tekzip edenlerin akıbeti nasıl oldu.”

Nahl 36 da bütün kavimlerde bütün zaman parçalarında resûl olduğunu söylüyor.

İbrâhîm 4’de de: “Eğer Allahû Tealâ resûl göndermezse kimse de hidayete ermez.” ifadesini kullanmış oluyor (İbrâhîm 4’de):

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.


“Biz, başka bir sebeple (başka bir şekilde) göndermeyiz. İllâ kavminin lisanıyla göndeririz. Onlara onların lisanıyla beyan etsin diye (kendi lisanıyla beyan etsin diye). Allah dilediğini dalâlette bırakır ve dilediğini kendisine (dilediğini hidayete) erdirir.

Öyleyse Mu’minun 44’de Allahû Tealâ açık açık resûllerini arlarda gönderdiğini ve arkası kesilmeden gönderdiğini söylüyor.

Nahl 36’da “Bütün kavimlere resûl göndeririz.” diyor.

İbrâhîm 4’de de 2 nevi insanın var olduğunu söylüyor. Hidayete erenler ve dalâlette kalanlar.

Belli ki Allah'a ulaşmayı dilemeyenler dalâlette kalmışlar, dileyenler hidayete ermişler. Ama bütün kavimlerdeki insanlar ikiye ayrılıyor. Her birine tebliğ yapılır ki ikiye ayrılıyor.

Cennete gidenler itaat etmiş ki cennete gidiyor. Cehenneme girenlere de cehennem kapısında sorulduğu için onlar da tebliğe muhatap olmuşlar. Ama kabul etmemiş oldukları için cehenneme gidiyorlar.

Öyleyse Mü’minun 44 de, Nahl 36 da, İbrâhîm 4 de Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra resûl gelmeyeceğine iddia edenlere bir ispat vasıtası olarak kullanılabilir.

Benzer konular