Cumâ Suresinin 2. âyet-i kerimesinde belirtilen resûlle Âli İmrân Suresinin 164. âyet-i kerimesinde belirtilen resûlün görevleri aynı muhtevayı mı kapsamaktadır?

Anasayfa » Ana Sayfa » Resûl ve Nebî » Cumâ Suresinin 2. âyet-i kerimesinde belirtilen resûlle Âli İmrân Suresinin 164. âyet-i kerimesinde belirtilen resûlün görevleri aynı muhtevayı mı kapsamaktadır?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Cumâ Suresinin 2. âyet-i kerimesinde belirtilen resûlle Âli İmrân Suresinin 164. âyet-i kerimesinde belirtilen resûlün görevleri aynı muhtevayı mı kapsamaktadır?

62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmete, ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O’dur. Onlara, O’nun (Allah’ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab’ı (Kur’ân-ı Kerim’i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.


O’dur ki; O Allah’tır ki onların içinde, onlardan bir resûl beas eder.”

fîl ummiyyîne: Ümmîlerin içinde.
resûlen: Bir Resûl
minhum: Onlardan.
 
“Onların üzerlerine Allah’ın âyetlerini okusun diye ve onların nefslerini tezkiye etsin.”
 
ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe: Onlara kitap öğretsin diye.
vel hikmeh: Ve hikmeti öğretsin diye.
ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin): Bundan evvel onlar, açık bir dalâlet içinde idiler.

Her ikisinde de âyet aynı şekilde bitiyor: “Bunlar ondan evvel apaçık bir dalâlet içinde idiler.” Şimdi bu âyetlere Bakara Suresinin 150. âyet-i kerimesiyle ve 151. âyet-i kerimesini de ekleyelim. Gene aynı şeyi görüyoruz. Allahû Tealâ Bakara-150’de bir ni’met olmak üzere resûl beas ettiğini söylüyor:

2/BAKARA-150: Ve min haysu haracte fe velli vecheke şatral mescidil harâm(harâmi), ve haysu mâ kuntum fe vellû vucûhekum şatrahu li ellâ yekûne lin nâsi aleykum huccetun, illâllezîne zalemû minhum fe lâ tahşevhum vahşevnî ve li utimme ni’metî aleykum ve leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Nereden çıkarsan çık, bundan sonra (namazda) vechini (yüzünü) Mescid-i Haram yönüne çevir. Ve nerede olursanız olun, yüzlerinizi o yöne çevirin ki, insanların sizin aleyhinizde (kullanabilecekleri) delil olmasın. Onlardan zulmedenler hariç, artık onlardan korkmayın. Ben'den (sizin üzerinizdeki sevgimin azalacağından) korkun ki, sizin üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım da böylece hidayete eresiniz.

2/BAKARA-151: Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size, aranızda (görev yapmak üzere), sizden (kendinizden) bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi) tezkiye (ve tasfiye) etsin, size Kitap’ı (Kurânı Kerim’i) ve hikmeti öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.


150. âyet-i kerimesinde de onların başlarının üzerine bir ni’met olmak üzere bir resûl beas ettiğini söylüyor ve 151. âyet-i kerimesinde de tıpkı onun gibi yani bir evvelki âyette nasıl bir ni’met olarak söylüyorsa “Size de” diyor, Allahû Tealâ sahâbeye “sizden, sizin aranızdan bir resûl beas ettik. Sizin üzerinize ni’met olarak. Tıpkı onun gibi ve sizden bir resûl beas ettik.” diyor.
 
1- Size Allah’ın âyetlerini okusun diye,
2- Sizin nefsinizi tezkiye etsin diye,
3- Size kitap öğretsin diye
4- Size hikmet öğretsin diye
5- Ve öyle şeyler öğretsin ki siz onları bilmiyorsunuz. Yani sizin bilmediğiniz hikmetin de ötesinde bir şeyler öğretsin.

“Cumâ Suresinin 2. âyet-i kerimesindeki resûl ile Âli İmrân Suresinin 164. âyet-i kerimesinde belirtilen resûlün görevleri aynı muhtevayı mı kapsamaktadır?”

Cumâ Suresinin 2. âyet-i kerimesinde de 4 görev var. Evvelâ üzerlerine Allah’ın âyetlerini okumak ve onların nefslerini tezkiye etmek ve onlara kitap öğretmek ve hikmet öğretmek ve 4 tane görev oldu. “Ve bundan evvel onlar apaçık bir dalâlet içindeydiler.” diyor

Şimdi muhtevaya daha yakından bakalım. Âli İmrân-164’te: “Mü’minlerin üzerine ni’met olsun diye gönderdim.” diyor. Cumâ-2’de: “Ümmîlerin arasında resûl beas eden O’dur.” diyor. “O Allah’tır.” diyor. Âli İmrân-164’te iki ayrı cepheden konuyu almış Allahû Tealâ ele:
 
1- Devrin imamı var.
2- Devrin imamının aynı zamanda kendi kavminin resûlü olması var.

Öyleyse eğer Âli İmrân Suresinin 164. âyet-i kerimesini peygamber olan devrin imamının, Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V)’in kendi kavminin resûlü olması hasebiyle dizaynı var. 4 görev ama başının üzerine, bütün oradakilerin başının üzerine Allahû Tealâ ni’met olarak onu vermişse ve söz konusu olan Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V) ise o zaman gerçek görevi 5 tane oluyor. Ama burada da, Âli İmrân-164’te de ve Cumâ-2’de de 4 görev sayılmış.

Sakın Cumâ-2 deki ve Âli İmrân-164’teki 4 görev sizi aldatmasın. Görevler, Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V)’in kendi kavmi ile olan ilişkileri açısından misal verilmiş. Bütün nebîler aslında kendi kavminin resûlleridir. Ama huzur namazının da imamıdırlar. Öyleyse Cumâ Suresinin 2. âyet-i kerimesinde; Allah’ın âyetlerini okumak, nefsi tezkiye etmek, kitap öğretmek, hikmet öğretmek.

Âli İmrân-164’te gene Allah’ın âyetlerini okumak, nefsi tezkiye etmek, kitap öğretmek, hikmet öğretmek. Her ikisinde de orada bitiyor. Ve “Bu resûle tâbî olmadan evvel -her ikisinde de- apaçık bir dalâlet içindedirler.” diyor. Belli ki aynı kavmin içindeki resûl.

Âli İmrân-164’ün Cumâ-2’den farkı ne? Birer birer bakalım. İkisinin içinde de “Onlardan resûl tayin eder.” ifadesi var. “bease fîl ummiyyîne resûlen minhum” diyor. “Onlardan bir resûl tayin eder.” diyor. “Bir resûl beas eder, hayata getirir o kavmin içinde.”

Âli İmrân-164’te ise sadece beas etmek değil söz konusu olan. Bir defa âyet-i kerimenin başında mü’minlerin üzerine Allah’ın bir ni’meti olarak onların üzerlerine “alel mu’minîne” mü’minlerin üzerine Allah’ın bir ni’meti olarak Allah’ın resûl tayini söz konusu. Öyleyse Cumâ-2 ile Âli İmrân-164, daha birinci aşamada ayrılıyor. Birinde başlarının üzerine bir ni’met olan bir resûl var. Diğerinde resûl var. Ümmîlerin arasında Allahû Tealâ resûl beas etmiş. “minhum; onlardan” diyor.

2. fark Âli İmrân-164’te “fîhim resûlen” bir defa “fîhim” kullanıyor. “Onların içinde; min enfusihim” aynı zamanda onların kişilerinin içinden, onların içinde ve onların kişilerinin içinden. Bu iki tane bir “fîhim” bir de “min enfusihim” ifadesi; hem devrin imamını temsil ediyor başlangıç itibariyle. Mü’minlerin üzerine Allahû Tealâ’nın bir ni’meti olmak üzere, başlarının üzerine bir ni’met olması ve “fîhim; onların içinde” ifadesi bir de “min enfusihim” diyor. “Onlardan bir resûl: resûlen min enfusihim” Onlardan biri olarak resûl. Bu “resûlen” kelimesi hem “fîhim”e ait, cümlenin birinci kısmına ait. “Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen.” Buraya kadar alırsak devrin imamını tarif ediyor Allahû Tealâ.

Mü’minlerin başlarının üzerine bir ni’met olan bir tek kişi var dünya yüzünde; her devirde sadece devrin imamı mü’minlerin başlarının üzerine ni’met olabilir. Ama Âli İmrân Suresinin 164. âyet-i kerimesinin bundan sonraki kesimi “resûlen min enfusihim” onların kendi içlerinden yani kendilerinden, nefslerinden, o kişilerden, orada yaşayan, o kavimde yaşayan kişilerden. O zaman bu noktadan itibaren artık o kavmin resûlü devreye giriyor ve 4 tane görev sıralanıyor.

Ama Cumâ-2’de ne kişilerin başlarının üzerine devrin imamının geleceğine dair bir işaret var ne de onların içinde görev yapacağı ifadesi var. Onların içinde; “fi; içinde” “him; onların içinde” Görev yapmak ayrı şey, onların içinden biri olmak ayrı şey. Onların içinde görev yapmak, resûl olarak onların içinde görev yapmak ama başlarının üzerine kendi ruhunun gelmesi kaydıyla bu görevi yapmak.

Âli İmrân Suresinin 164. âyet-i kerimesi, “resûlen” kelimesine kadar devrin imamını gene resûllen’i alıp ondan sonraki bütün ifade o kavmin içindeki resûlü anlatıyor. Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V) 2 risaleti; 1.’si devrin imamlığı, bütün kâinatın resûlü olması, peygamberi olması; 2.’si kendi kavminin de resûlü olması. İşaretleri ise görevlerini 2.’ye göre vermiş. Âli İmrân-164’te kavim resûlü olarak vermiş. Cumâ-2’de de zaten devrin imamlığına hiç dokunmamış Allahû Tealâ, sadece ümmîlerin arasında bir resûl tayin ettiğini, onlardan birisi olarak tayin ettiğini diyor. Yani “resûlen” kelimesinden sonra “resûlen min enfusihim”, “resûlen minhum” aynı mânâya geliyor ikisi ve görevlerin 4 tane oluşu da zaten “resûlen” kelimesinden itibaren geçen kesimin diğeri ile aynı olduğunu gösteriyor.

Âli İmrân Suresinin 164. âyet-i kerimesi, iki ayrı risaleti; devrin imamlarına müteallik risaletle kavim resûlü olma risaletini birlikte almış ama iki ayrı kelime ile ifade etmiş. 1’inde “fihim” diyor “onların içinde” diyor. 2.’si “onlardan biri olarak” diyor. Onlardan biri ise kavmin resûlü, onların içinde görev yapıyorsa o devrin imamı, onlardan biri olmaksızın onların içinde görev yapıyorsa o kâinatın resûlü yani devrin imamı. Zaten açıkça “mü’minlerin üzerine yani başlarının üzerine bir ni’met olmak üzere” diyor Allahû Tealâ. Tıpkı Bakara Suresindeki devrin imamının ruhunun insanların başlarının üzerine gelişi gibi. Öyleyse oradaki muhtevaya bakıyoruz:

1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.

1/FÂTİHA-6: İhdinâs sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır).

1/FÂTİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).
O yol (SIRATI MUSTAKÎM) ki; üzerlerine nimet verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.


iyyâke nestaîn. İhdinas sırâtel mustakîm. Sırâtallezîne en’amte aleyhim: Sadece Senden istiane isteriz. Mürşidimizin kim olduğunu bildirmeni sadece Senden isteriz. (Arkasından) Bizi Sıratı Mustakîm’e ulaştır.” diyoruz Allahû Tealâ’ya. Niçin? “O yol ki başlarının üzerine ni’met verilenlerin yoludur.” İşte bu devrin imamının ruhudur.

Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesinde kişilerin başının üzerine gelen devrin imamının ruhudur.

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?


Öyleyse orada Allahû Tealâ diyor ki:

"ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu): Ondan bir ruh ile yed edilirler (diyor), desteklenirler." diyor. Yani Allah’tan gönderilen, Allah’ın katından gönderilen bir ruh. İşte o devrin imamının ruhudur.

Mucâdele-22 ile Âli İmrân-164, net olarak devrin imamından bahsediyor. Ama Âli İmrân-164’te “resûllen”i başlangıç noktası alırsanız, ondan sonraki “resûlen min enfusihim” ifadesi ile devam eden, bir devrin imamı değil bir kavim resûlü.

Öyleyse Cumâ-2 ile Âli İmrân Suresinin 164. âyet-i kerimesinin “resûlen” den başlayan kesimi aynı şeyi ifade ediyor. Ama başlangıcı devrin imamına ait. Onun için hem “fihim” kulanmış Allahû Tealâ hem de “min enfusihim” kullanmış, Âli İmrân Suresinin 164. âyet-i kerimesinde.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım! Devrin imamıyla kavim resûlleri arasında her zaman bir görev farklılığı vardır. Daha birçok faklılıklar vardır. Ama burada çok açık bir şekilde Allahû Tealâ ikisini de birbirinden ayırmış.


Benzer konular