Evvelâ elbette. Nübüvvet peygamberliktir. Risalet resûllüktür. Peygamberlik müessesesi elbette resûllüğün üzerindedir.
Resûller velî resûller, nebî resûller olarak ikiye ayrılırlar. Üstün olanlar nebî resûllerdir. Bütün nebîler aynı zamanda resûldürler. Ama bütün resûller nebî değillerdir. Bir kısmı nebîdir, bir kısmı velîdir. Ve Kur'ân-ı Kerim’e söylenenler hiç uymuyor. Meryem-51’de Allahû Tealâ diyor ki:
19/MERYEM-51: Vezkur fîl kitâbi mûsâ, innehu kâne muhlesan ve kâne resûlen nebiyyâ(nebiyyen).
Kitap’ta Musa (A.S)’ı da zikret. Muhakkak ki O, muhlis ve Nebî (Peygamber) Resûl idi.
“Kitap’ta Musa (A.S)’ı da zikret. Muhakkak ki O, muhlis ve Nebî Resûl idi.”
Hem muhlis olduğundan bahsediyor yani velî olduğundan bahsediyor. Allah'ın evliyası olmak, ihlâs makamının sahibi olan noktada üst boyuta ulaşır.
Ve Allahû Tealâ Hz. Musa için: “O muhlisti. Ve Nebî idi. Ve Resûl idi." diyor.
Hacc-52:
22/HACC-52: Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin ve lâ nebiyyin illâ izâ temennâ elkaş şeytânu fî umniyyetihî, fe yensehullâhu mâ yulkış şeytânu summe yuhkimullâhu âyâtihî, vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Senden önce gönderdiğimiz (hiç)bir resûl ve nebî yoktur ki; (bir şey) temenni ettiği (dilediği) zaman şeytan, onun temenni ettiği şeye, (yalan) ilka etmemiş (ulaştırmamış) olsun. Fakat Allah, şeytanın ilka ettiği şeyi nesheder (kaldırır, yok eder). Sonra Allah, âyetlerini muhkem kılar (sağlamlaştırır). Ve Allah, Alîm’dir, Hakîm’dir (ilim ve hikmet sahibidir).
“Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resûl ve nebî yoktur ki; bir şey temenni ettiği zaman, dilediği zaman şeytan, onun temenni ettiği şeye, yalan etmemiş olsun, yalan kılmamış olsun (yalanla yalan ulaştırmamış olsun). Fakat Allah, şeytanın ilka ettiği şeyi nesheder yani kaldırır (yok eder). Sonra Allah, âyetlerini muhkem kılar (sağlamlaştırır). Ve Allah, Alîm’dir, Hakîm’dir. İlim ve hikmet sahibidir (bilendir ve hüküm sahibidir).” Hacc-52.
Ve Ahzâb-40:
33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyine, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusudur). Allah, herşeyi en iyi bilendir.
mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine): Muhammed içinizden hiçbirinin, hiçbir erkeğin babası değildir. Fakat O Allah’ın Resûl’üdür ve Nebîler’in Hatemi’dir (Sonuncusudur, mührüdür).
ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen): Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.
Görülüyor ki sevgili öğrenciler, izleyenler, sevgili kardeşlerim; bir muhteva ile karşı karşıyayız. Allahû Tealâ Hz. Musa’nın nebî olduğunu, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in de nebî resûl olduğunu ama nübüvvetin Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte bittiğini yani artık peygamber gelmeyeceğini söylüyor. Ama risaletin bittiğine dair hiçbir işaret yok. Kaldı ki bu iddia bunun arkasından çıkıyor. Yani “Nebî olunmadan resûl olunmaz. Yani önce nebî olacaksınız sonra resûl olacaksınız.” demek. Neden mümkün değil bu? Allahû Tealâ buyuruyor Âli İmrân-81’de:
3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tansurunnehu, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, O'na mutlaka îmân edeceksiniz ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz” diye misak aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu. (Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahû Teâlâ): “Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.
“O zaman ki Biz nebîleri huzurumuzda toplamıştık.” Yani ulûl’azm olan nebîler bunlar. “Ve onlara dedik ki: ‘Ey nebîler! Size kitap verdik ve hikmet verdik. Sizlerden sonra bir resûlümüz gelecek. O resûle îmân edeceğinize ve O’na yardım edeceğinize dair Bana söz vermenizi ve ikrâr etmenizi istiyorum. Bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” Onlar da diyorlar ki: “İkrâr ettik.” Allahû Tealâ da buyuruyor: “Öyleyse birbirinize şahit olun. Ben de sizinle birlikte şahitlerdenim.” Yani hepsi diyorlar ki: “Evet, bizden sonra gelecek olan O resûle îmân edeceğiz ve yardım edeceğiz.”
O resûllerin arasında Peygamber Efendimiz (S.A.V) de var. Ama bu sözü söyleyen, bu 60 senedir Kur'ân ile meşgul olan profesör diyor ki: “Hayır, onların arasında O yok.” Allahû Tealâ da tam aksini söylüyor. Ahzâb Suresinin 7. âyet-i kerimesinde diyor ki:
33/AHZÂB-7: Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsâbni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).
O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz. Nuh’tan ve Hz. İbrâhîm’den ve Hz. Musa’dan ve Meryemoğlu Hz. İsa’dan ve onlardan ağır bir misak aldık.
“Hani o zaman ki; Biz nebîlerden misak almıştık. Hz. Nuh’tan, Hz. İbrâhîm’den, Hz. Musa’dan, Hz. İsa’dan misak almıştık. O zaman Senden de misak aldık." diyor.
Âli İmrân Suresinin 81. âyet-i kerimesindeki misakde Peygamber Efendimiz (S.A.V) de var. Öyleyse o resûl, mutlaka O’ndan sonra gelecek olan bir resûl. Yetmez, Allahû Tealâ Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13, 14. âyetlerinde açık olarak Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den asırlarca sonra, duhanın vücuda geldiği devrede yani bütün dünyayı bir fitnenin kavradığı devrede bir resûlün geleceğini, ona insanların “Şeytan tarafından öğretilmiş ve deli.” diyeceğini buyuruyor:
44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.
44/DUHÂN-11: Yagşân nâse, hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.
44/DUHÂN-12: Rabbenâkşif annâl azâbe innâ mu’minûn(mu’minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.
44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.
44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.
Dikkat edin ki Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e yöneliyor: “Sen o günlere bak ki; o gün gökyüzünü bir duhan kaplamış olacaktır. Bütün yerleri gökleri bir duhanın kaplamış olduğunu göreceksin. Bu bir azaptır." diyor Allahû Tealâ. Neden azap? Çünkü fitnenin içinde olanlar, Allah'ın emirlerini yerine getirmeyenler. Yerine getirmedikleri için de her yaptıkları şey yanlış. Devamlı azap ediliyorlar Allahû Tealâ tarafından. “Yarabbi! derler.” diyor Allahû Tealâ. “Biz mü’minleriz. Bizden bu azabı kaldır.” Allahû Tealâ da diyor ki: “Nerede onlarda ibret almak. Onlara apaçık bir resûlümüz geldi de ona apaçık ‘öğretilmiştir’ yani şeytan tarafından öğretilmiştir (şeytan tarafından vahy edilmiştir) ve ‘delidir’ dediler." diyor.
Öyleyse Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13, 14. âyetleri de açık ve kesin bir şekilde Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra bir resûlün mutlaka geleceğini ifade ediyor.
Yetmez. Furkân Suresinin 27, 28, 29, 30. âyetlerinde gene bir resûlden bahsediyor Allahû Tealâ. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra geldiği de kesin. Şöyle başlıyor âyetler:
25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.
25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.
25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.
25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzâl kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.
“Ahh keşke o resûle tâbî olsaydık da yoldan sapmış olmasaydık.” diye balşlıyor. “Keşke falancaya, falancayı kendime dost ittihaz etmeseydim de yoldan sapmış olmasaydım.” Allahû Tealâ buyuruyor: “Resûl dedi ki: ‘Yarabbi! Benim kavmim Kur'ân’dan hicret ettiler. Kur'ân’ı terk ettiler yani Kur'ân’ı unuttular.”
Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde Kur'ân’ın unutulmasını hiç kimse iddia edemez. Tam aksine Âli İmrân Suresinin 119. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tu’minûne bil kitâbi kullihi, ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz (mü'minler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca “Biz îmân ettik.” dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: “Öfkenizden ölün.” Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.
“Ey sahâbe! Onlar size buğz ettikleri halde siz onlara gene muhabbet beslersiniz. Çünkü siz Kur'ân’ın bütününe îmân edersiniz.”
İfade açık ve kesin. Kur'ân’ın unutulması, Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde asla mümkün değildir. Ama bu devirde Kur'ân unutulmuştur. Ve Allah'ın resûlü herkesin içinde, Kur'ân’ı unuttuklarını herkese hatırlatmıştır.