Yûnus 99 ve Muddessir 54, 55 ve 56'ya göre 'Allah’ın dilemesi' kavramına açıklık getirir misiniz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Âmenû » Yûnus 99 ve Muddessir 54, 55 ve 56'ya göre 'Allah’ın dilemesi' kavramına açıklık getirir misiniz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Yûnus 99 ve Muddessir 54, 55 ve 56'ya göre 'Allah’ın dilemesi' kavramına açıklık getirir misiniz?

Yûnus Suresinin 99. âyet-i kerimesi:

10/YÛNUS-99: Ve lev şâe rabbuke le âmene men fîl ardı kulluhum cemîâ(cemîân), e fe ente tukrihun nâse hattâ yekûnu mu’minîn(mu’minîne).
Ve şâyet senin Rabbin dileseydi, yeryüzünde olan kimselerin hepsi elbette topluca îmân ederlerdi. Yoksa sen, insanları mü’min(ler) oluncaya kadar zorlayacak mısın?


ve lev şâe rabbuke le âmene men fîl ardı kulluhum cemîâ(cemîân): Ve şayet Senin Rabbin dileseydi, yeryüzünde olanların hepsi birden âmenû olurlardı.
e fe ente tukrihun nâse: Yoksa sen insanları zorlayacak mısın?
hattâ yekûnu mu’minîn(mu’minîne): Mü'min oluncaya kadar.

Yûnus Suresinin 99. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, aslında âmenû olmaktan bahsediyor. Âmenû olmak, Allah’a ulaşmayı dileme noktası. Allahû Tealâ ne zaman diliyor kulunun hedefe ulaşmasını? O kul kendi iradesiyle Allah’a ulaşmayı dilediği an. Dilediği an Allah’ın küllî iradesi devreye giriyor, cüz’i iradeyi kontrolü altına alıyor. Ve kişi ister tevekkül sahibi olsun ister olmasın, hepsi tevekkül sahibi kabul ediliyor Allahû Tealâ tarafından.

Muddesir Suresinin 54., 55. ve 56. âyet-i kerimeleri:

74/MUDDESSİR-54: Kellâ innehu tezkiratun.
Hayır, muhakkak ki O, bir Zikir’dir (Öğüt’tür).

74/MUDDESSİR-55: Fe men şâe zekerehu.
Artık kim dilerse, O’nu zikreder.

74/MUDDESSİR-56: Ve mâ yezkurûne illâ en yeşâallâhu, huve ehlut takvâ ve ehlul magfirati.
Allah’ın dilediğinden başkası O’nu zikredemez. O (O’nun dilediği kimse), takva sahibidir ve mağfiret ehlidir (günahları sevaba çevrilmiş olan kimsedir).


Kur’ân’ın bir öğüt olduğundan bahsediyor Müddesir Suresinin 54. ve 55. âyet-i kerimeleri. “Kim dilerse, öğüt alır.” diyor. 56. âyet-i kerimede ise: “Sadece Allah’ın dilediği kişi öğüt alır. Allah’ın dilediği kişi, Allah’a ulaşmayı dileyen kişidir.” diyor.

42/ŞÛRÂ-13: Şeraa lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“Allah dilediği kimseyi kendisine seçer ve onlardan kim Allah’a yönelirse, onları Kendisine ulaştırır.” diyor  Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesi.

Buna dayalı olarak, Allah’ın dilediği kişi öğüt alır; o ehli takvadır. Ne zaman başlıyor takva? Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesi:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


munîbîne ileyhi vettekûhu: O’na dön (Allah’a dön, Allah’a ulaşmayı dile) ve takva sahibi ol.

Allah’a ulaşmayı dilediğimiz an, takva sahibiyiz. Ama mağfiret ehli olduğumuz yer, 14. basamak. 14. basamaktan evvel kimse mağfirete nail olamaz. Ama Allahû Tealâ’nın mağfiret kelimesini bazen günahların sevaba çevrilmesi, bazen de günahların affedilmesi olarak kullandığını görüyoruz.

Meselâ Allahû Tealâ Furkân Suresinin 70. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).


“Allah onların seyyiatini hasenata çevirir.” Günahların sevaba çevrilmesi bahsettiği şey ve onun sonunda da diyor ki: “İşte Allahû Tealâ böylece mağfiret eder.” Mağfiretin; günahların sevaba çevrilmesi olduğunu görüyoruz.

Ama aynı konuya, Nisâ Suresinin 64. âyet-i kerimesinde baktığımız zaman:

4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi). Ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfera lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah’ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah’ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl’ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.


Sahâbenin, Allah’tan mağfiret dilediklerini (yani günahlarının affedilmesini dilediklerini) söylüyor Allahû Tealâ. Ve sahâbenin dileği üzerine, sahâbenin günahlarını affedeceğini söylüyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in mağfiret dilemesi üzerine de bir defa daha affedeceğini söylüyor. Her iki mağfiret de (tövbenin neticesinde vücuda gelen her iki mağfiret talebi de) bir affı ihata ediyor.

Öyleyse mağfiret kelimesi, bazen hem devrin imamının talebini hem de kişinin talebini ihata ediyor ki; çoğunlukla böyle, Furkân Suresinin 70. âyet-i kerimesi bu istikamette. Bazen de Nisâ Suresinin 64. âyet-i kerimesi gibi gene yemin merasimi, gene tövbe merasimi, gene sahâbe ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) var. Sahâbe Allah’tan mağfiret diliyor (günahlarının affı istikametinde); alıyor Allahû Tealâ. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in onlara mağfiret etmesini (yani günahlarını affetmesini dilemesini) söylüyor. Sahâbenin talebi üzerine bir defa, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in üzerine bir defa daha affediyor. 2 defa af, bir mağfiret oluşturuyor. Burada eğer mağfireti bir defa af olarak alırsak, gerçekten Allahû Tealâ diyor ki: “Kim Bana ulaşmayı dilerse, onlara furkan veririm ve günahlarını örterim.”

Furkan, 7 safhadan oluşuyor biliyorsunuz;

1- Gözlerdeki hicabı mesturenin alınması.
2- Görme hassasının üzerindeki gışavetin alınması.
3- İşitme hassasının mührünün açılması.
4- Kulaklardaki vakranın alınması.
5- Kalbin mührünün açılması.
6- Kalpteki ekinnetin ve küfrün alınması.
7- Yerine ihbat konulması.

O 7 faktörün her birinde Allahû Tealâ o kişiye sevap veriyor, derecat yükselmesi veriyor.

Öyle bir miktarda veriyor ki; onların günahlarını örtüyor Allahû Tealâ. Onlara verdiği her furkanda günahlarını örtüyor ve onun cennete girmesini temin ediyor.

İşte Mulk Suresinin 7., 8., 9., 10. âyet-i kerimeleri de aynı şeyi söylüyor:

67/MULK-7: İzâ ulkû fîhâ semiû lehâ şehîkan ve hiye tefûr(tefûru).
Oraya (cehenneme) atıldıkları zaman onun kaynayan korkunç sesini (gürlemesini) işittiler.

67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.

67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”

67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.


“Cehennemin kapısına gelenlere cehennem bekçileri derler ki: ‘Size Allah’ın nezirleri gelip de buraya (cehenneme) gireceğinizi söylemediler mi?’ Onlar da diyorlar ki: ‘Söylediler ama biz onlara inanmadık, ‘Allah hiçbir şey indirmemiştir. (Resûllere inanmıyorlar, ‘Allah hiçbir şey indirmedi.’ diyorlar, Allah’ın Kitaplarına inanmıyorlar.) Ve biz seni dalâlette olarak görüyoruz.’ dedik.’ (resûlleri dalâlette görüyorlar). Ondan sonra da aynı kişi şöyle söylüyor: ‘Eğer biz o resûllerin (nezirlerin) söylediğini işitmiş ve idrak etmiş olsaydık (işitmiş ve akıl etmiş olsaydık) burada (cehennemde) mi olurduk?’”

Yani Allah bize furkan verseydi, gözlerimizdeki hicab-ı mestureyi alsaydı, kulaklarımızdaki vakrayı alsaydı, kalbimizdeki ekinneti alıp yerine ihbat koysaydı; biz gören, işiten ve idrak edenler olacaktık, o zaman da cennette olacaktık.

Öyleyse buradaki muhteva, mağfiretten bir başka kasıtta söz konusu olabilir. Günahın sadece affı ise (yani örtülmesi ise), o zaman burada da öğüdü alan ilk takvanın sahibi olmuştur ve onun günahları örtülmüştür. O zaman Muddessir Suresinin 54., 55., 56. âyet-i kerimeleri ile Yûnus Suresinin 99. âyet-i kerimesi aynı seviyede mü'min olanlardan bahsediyor.

Âmenû olmak, -biliyorsunuz- Allah’a ulaşmayı dilemek demek.

Benzer konular