Bizlere inşallah gözlere hicab-ı mesturenin, basar hassasına gışavetin, kalbe ekinnetin, kulaklara vakranın ne zaman konduğunu yani bunların doğuştan mı yoksa daha sonra mı konduğunu açıklar mısınız?

Anasayfa » Ana Sayfa » Âyetler ve Sırları » Bizlere inşallah gözlere hicab-ı mesturenin, basar hassasına gışavetin, kalbe ekinnetin, kulaklara vakranın ne zaman konduğunu yani bunların doğuştan mı yoksa daha sonra mı konduğunu açıklar mısınız?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Bizlere inşallah gözlere hicab-ı mesturenin, basar hassasına gışavetin, kalbe ekinnetin, kulaklara vakranın ne zaman konduğunu yani bunların doğuştan mı yoksa daha sonra mı konduğunu açıklar mısınız?

Doğuştan hiç kimsenin gözlerinde, kulaklarında, kalbinde bir engel yoktur. Herkes engelsiz olarak doğar. Ta ki o kişi tebliğe muhatap olsun. Kim o kişiye derse ki: “Allah’a ulaşmayı dilemezsen gideceğin yer cehennemdir. Bil ki biz bunu sana Allah rızası için söylüyoruz. Eğer dilemezsen gözlerin kör olarak, kulakların sağır olarak, kalbin kapalı olarak haşr oluncaksın.”

Neden? Çünkü o kişiye mutlaka tebliğ yapılacaktır ve o anda yapılmıştır. Bunlar kişiye söylendiği anda tebliğ tamamdır. Tebliğ tamamsa Allahû Tealâ o kişinin durumuna göre 2, hatta 3 hal oluşturur.

Tebliğ yapıldı, kişi tebliğe muhatap olmadı, Allah’a ulaşmayı dilemedi. Dilemediği zaman o kişinin görme hassasının üzerine gışavet konur. Afedersiniz, görme hassası dedim. Evet, basar ismini de kullanmalıydım. O kişinin basar ismindeki görme hassasının üzerine gışavet konur. O kişinin sem’î isimli işitme hassası Allahû Tealâ tarafından mühürlenir. O kişinin kalbi de mühürlenir. Ve kalbini de mühürlediğini söylüyor Allahû Tealâ: 3 unsur.

Bu kişi itiraz etmemiştir, onun için birdir; kendisine bu söylense de söylenmese de birdir. Bir şekil değişikliği oluşturmaz kişi.

Ama bu olay, bu söylediğimiz olay iki âyette açıklanıyor, Bakara Suresinin 6. ve 7. âyetlerinde bir de Câsiye Suresinin 23. âyet-i kerimesinde açıklanıyor:

2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü’min olmazlar.

2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâvetun, ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azap vardır.


45/CÂSİYE-23: E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveten, fe men yehdîhi min ba’dillâhi, e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?


Kişi aldırmıyor, dalâlette bırakılıyor ve o kişide bu işlemler yapılıyor. Ama eğer o kişi inkâr ediyorsa, kendisine tebliğ yapıldığı zaman: “Hayır, siz yanlış söylüyorsunuz.” diyorsa, üstelik de öfkeleniyorsa, öfkelenmese de inkâr ettiği noktada o kişide farklı bir işlem oluşturuyor Allahû Tealâ. Birincisini değil farklı bir işlem. Bu sefer kişinin uzuvlarından hareket ediyor, diyor ki Allahû Tealâ:

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhirati hicâben mestûrâ(mestûran).
Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûran).
O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.


“O zaman biz onların gözlerinin üzerine hicab-ı mesture koyarız, seni irşad makamı olarak görmesinler diye. Kulaklarına vakra koyarız, seni işitmesinler, sözlerinin mânâsına varamasınlar diye. Kalplerine ekinnet koyarız, seni idrak edemesinler diye.” diyor Allahû Tealâ. İsrâ Suresinin 45 ve 46. âyetleri.

Öyleyse 2 türlü insan var:

Muhatap olmuşlar. Tebliğe muhatap olmuşlar ama Allah’a ulaşmayı dilememişler. Sadece dilememişler. Bir kızgınlıkları, öfkeleri, karşı koymaları söz konusu değil. Onların hassaları üzerinde engeller konuyor. (3 engel).

Eğer tebliğe karşı koyarlarsa, nefretle arkalarını dönerek de giderlerse insanlar o zaman onların uzuvları üzerine engeller koyuyor; gözlerine, kulaklarına ve kalbine Allahû Tealâ engeller koyuyor.

Peki bir 3. kişi çıktı; görür görmez, kendisine tebliğ yapılır yapılmaz: “Aman.” dedi “Tamam. Ben Allahû Tealâ’ya ulaşmayı diliyorum. Hemen Allahû Tealâ’dan mürşidimi soracağım. Ben mutlaka kalpten Allah’a ulaşmayı dileyeceğim. Ben inanıyorum ki; ben Allah’a ulaşmayı dilediğim zaman Allah beni mutlaka Kendisine ulaştıracaktır.” Böyle bir kişi söz konusuysa bu kişi tâbî olacak kişidir. Allahû Tealâ tâbiiyet sırasında -sadece- onun kalbine ihbat koyuyor. Geri kalan unsurları zaten engeller yok.

1.’lerde 3 engeli kaldırıyor. O kişi Allah’a ulaşmayı dilerse; bunlar hassalar.
2.’lerde 3 engeli kaldırıyor: Bunlar uzuvlar.
3.’lerde ne hassalarda ne uzuvlarda engel yok. Doğrudan doğruya adam tebliği duymuş, kabul etmiş hemen. Onda, sadece onların kalbine Allahû Tealâ ihbat koyuyor.

Allah razı olsun.

Benzer konular