Nebe Suresinin 38 ve 39. âyet-i kerimelerini açıklar mısınız?

Anasayfa » Ana Sayfa » Mürşid » Nebe Suresinin 38 ve 39. âyet-i kerimelerini açıklar mısınız?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Nebe Suresinin 38 ve 39. âyet-i kerimelerini açıklar mısınız?

Nebe Suresinin 38. âyet-i kerimesi:

78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
O gün, ruh (devrin imamının ruhu) ve (arşı tutan) melekler, saf saf hazır bulunurlar. Rahmân’ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse konuşamaz. Ve (izin verilen) sadece sevap söylemiştir.


“Melekler, yani arşı tutan melekler saf saf olarak ve ruh, devrin imamının ruhu oradadırlar.”

“Saf saf olarak, melekler saf saf olarak ve ruh, devrin imamının ruhu oradadırlar.” diyor Allahû Tealâ.

lâ yetekellemûne: hiç kimse konuşmaz,
illâ men ezine lehur rahmânu: kendisine Rahmân'ın izin verdiğinden başka kimse konuşmaz.

Yani kim konuşur? Rahmân kime izin veriyor konuşması için? Devrin imamına izin veriyor. Onun için “melekler ve ruh” diyor Allahû Tealâ. Konuşma yetkisi verilmiş olan ruh. Devrin imamının ruhu nerede? Orada, İndi İlâhi’de. Birinci bulunduğu yer, birinci bulunduğu yer devrin imamlığı. Huzur namazının imamlığını yapıyor. Arkasında iki kişi var, onların arkasında bir kişi var, sonra 7 kişi var. Böyle bir dizaynda huzur namazının imamlığı müessesesi ruhun birinci görevidir. İkinci görevi de Ümmülkitap’tadır. Ümmülkitabın; on katlı bir apartman büyüklüğünde boşlukta duran bir kitabın altındaki bir kürsü üzerinde, etrafındaki 60 kişilik bir gruba devamlı ümmülkitap hakkında bilgi veriyor. Onlar geliyorlar bilgi alıyorlar, tekrar iniyorlar, bilgileri yeterli olduğu zaman geçiyorlar Kudret Denizi'ne, Makam-ı Mahmud'a, Divan-ı Salihin'e ve Zikir Hücreleri’ne oradan da Allah'ın Zat’ına ulaşıyorlar. Öyleyse Allahû Tealâ kime izin vermiştir? “Bu konuşma neticesinde sevabı söylerler.” diyor Allahû Tealâ. Yani kazındıkları derecat söz konusudur. Rahmân’ın kendisine izin verdiği kişi konuşur ve sevap söyler, bu konunun açıklaması Mu’min Suresinin 7. âyet-i kerimesinde.

40/MU'MİN-7: Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke ve kıhim azâbel cahîm(cahîmi).
Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan) mağfiret dilerler: “Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve Senin yoluna (Sıratı Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!”


“Oradaki melekler diyor Allahû Tealâ, “Arşı tutan melekler ve onların etrafındaki kişi bazı insanlar hakkında Allah'tan mağfiret talebinde bulunurlar.”

İşte bu sevabı talep etmek, onların günahlarını affettirmek. Arkasından da sevaba çevirmeyi dilerler. Derler ki: "Yarabbi! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. Kim Sana ulaşmayı diler de Senin yoluna girer de mü’min olursa (Senin yoluna girer de âmenû olursa), Sen onlara mağfiret et, onların günahlarını sevaba çevir ve onları cehennem azabından koru.”

Burada o kişilerin kazanacakları sevaptan bahsediliyor, bu konudaki muhteva gösteriliyor. Mağfiret dileyen odur, devrin imamıdır. Nitekim Nisâ-64’de Allahû Tealâ diyor ki Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e:

4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi). Ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfera lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah’ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah’ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl’ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.


“Habibim! Eğer o nefslerine zulmedenler sana gelselerdi tövbe etselerdi önünde ve günahlarının affını talep etselerdi, sen de onların günahlarının affını talep etseydin, tövbelerinin kabulünü dileseydin, Allah'ın her iki talebi de kabul ettiğini görecektin.”

Sahâbenin talebi üzerine günahları affediyor, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in talebi üzerine günahları sevaba çeviriyor, iki kat sevap söz konusu. İşte burada da “sevap söylerler” deniyor, zaten ifade o.

Nebe Suresinin 39. âyet-i kerimesi:

78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.


“İşte o gün Hakk günüdür. Kim Rabbine doğru, Allah'a ulaşan bir yol dilerse onun ruhu Allah'a ulaşır, Allah'ın Zat’ı ona meab olur, Allah'a ulaştıran bir yol edinir; ittihaz eder ve ruhu Allah'a ulaşır, Allah'ın Zat’ında yok olur. Allah’ın Zat’ı o kişinin ruhuna meab olur.”

Nebe Suresinin 38 ve 39. âyetlerinde Allahû Tealâ böyle söylüyor. Bu sevabı vücuda getirebilecek olan bir kişi vardır, sadece devrin imamı söylediği sevap iki kat sevaptır. Hem günahların affedilmesi hem de sevaba çevrilmesi. Allah'la devrin imamı arasındaki olay da bunun adı şefaattir, bunun adı günahların sevaba çevrilmesi olayıdır yani mağfirettir. Sahâbeyle Allahû Tealâ arasındaki olayda, bunun adı gene mağfirettir ama sahâbeyle Peygamber Efendimiz (S.A.V) arasındaki isim şefaattir.
 
Allah razı olsun.

Benzer konular