Zumer 22'de Allahû Tealâ nurlardan bahsettiği için Zumer 23'te Allah’ın katından ikişer ikişer inenlerin salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl nurları olduğunu öğrendik. Bu âyet-i kerimelere göre, hidayete ermenin ancak bu nurlarla mümkün olabileceğini söyleyebilir miyiz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Hidayet » Zumer 22'de Allahû Tealâ nurlardan bahsettiği için Zumer 23'te Allah’ın katından ikişer ikişer inenlerin salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl nurları olduğunu öğrendik. Bu âyet-i kerimelere göre, hidayete ermenin ancak bu nurlarla mümkün olabileceğini söyleyebilir miyiz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Zumer 22'de Allahû Tealâ nurlardan bahsettiği için Zumer 23'te Allah’ın katından ikişer ikişer inenlerin salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl nurları olduğunu öğrendik. Bu âyet-i kerimelere göre, hidayete ermenin ancak bu nurlarla mümkün olabileceğini söyleyebilir miyiz?

Allahû Tealâ Zumer Suresinin 22. ve 23. âyet-i kerimelerinde diyor ki:

39/ZUMER-22: E fe men şerahallâhu sadrahu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbihi, fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâhi, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.


Allahû Tealâ diyor ki: “Allah’ın göğsünü yardığı (İslâm için) kişiyi Allah’a teslim etmek üzere, kişinin Allah’a teslimlerini gerçekleştirebilmesi için göğsünü yardığı ve Rabbinden bir nur olarak, bir nur üzere olan kişi (yani kalbine artık Allah’ın nurlarının girebilen bir kişi) kalbi kasiyet bağlamış (kararmış) kişi gibi midir? O kalpleri kararmış olanlara veyl olsun. Onlar apaçık bir dalâlet içindedirler.”

Allah’ın zikri sebebiyle (zikirsizlik sebebiyle) kalpleri kasiyet bağlamış insanlardan bahsediyor Allahû Tealâ. Demek ki; Allahû Tealâ kişinin göğsünden kalbine, nur girsin diye yol açıyor. Burada bu nurun kalbe girmesi olayı söz konusu. En’âm Suresinin 125. âyet-i kerimesinde, Allahû Tealâ ne diyordu:

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.


fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi): Allah kimi kendi Zat’ına ulaştırmayı dilerse, onun göğsünü teslime açar (İslâm’a açar).” Ruhunu, vechini, nefsini, iradesini Allah’a teslim etmesini temin etmek üzere, onun göğsünü teslime (teslimlere) açar, İslâm’a açar.

Zumer Suresinin 23. âyet-i kerimesi, Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesinin bir devamı. Diyor ki:

39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâhi, zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-rahmet ve salâvât-fazl), Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.


“Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını ikişer ikişer (‘salâvâtla rahmet’ ve ‘salâvâtla fazl’ yani) Kitab’a müteşabih yani benzer olarak indirir. Bu nurlardan insanların derileri (tüyleri) ürperir. Ve Rab’lerine karşı huşû sahibi olurlar. Sonra Allah’ın zikriyle bu nurlar kişinin derilerini ve nefsinin kalbini yumuşatır, titretir, aydınlatır, tezkiye eder. İşte bu, Allah’ın hidayetidir ki; Allah dilediği kişiyi, nefsini Allah’ın nurlarıyla tezkiye ederek ve böylece Zat’ına ulaştırarak hidayete erdirir. Kimi de dalâlette bırakırsa, onun için bir hidayetçi yoktur.”

“İnşaallah Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ nurlardan bahsettiği için 23. âyet-i kerimedeki Allah’ın katından ikişer ikişer inenlerin ‘salâvâtla rahmet’ ve ‘salâvâtla fazl’ nurları olduğunu öğrendik. Bu âyet-i kerimelere göre hidayete ermenin ancak bu nurlarla mümkün olabileceğini söyleyebilir miyiz?”

Evet. Hidayete erdirici başka bir nur grubu mevcut değil. ‘Salâvâtla rahmet’ ve ‘salâvâtla fazl’. ‘Rahmetle fazl’ Nûr Suresinin 21. âyet-i kerimesinde geçiyor:
 
24/NÛR-21: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).


ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden: Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmazsa (yani kalbinizin içine girmezse), içinizden hiçbiriniz nefsini tezkiye edemezsiniz.
ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu: Allah, dilediği kişinin nefsini tezkiye eder.

Öyleyse rahmet ve fazl nurlarının geleceği, Nûr Suresinin 21. âyet-i kerimesinde anlatılıyor. Bakara Suresinin 157. âyet-i kerimesinde ise:

2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
İşte onlar (dünya hayatında Allah’a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab’lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır.


“Biz muhakkak ki Allah için yaratıldık, mutlaka Allah’a ulaşacağız.” diyenlerin muhtevasını veriyor. “Allah’ın salâvâtı onların üzerinedir.” diyor.

Öyleyse ‘salâvâtla rahmetin’ ötesinde bir de ‘salâvâtla fazl’ nurunun gelmesi lâzım. Onun için Allahû Tealâ burada nurların ikişer ikişer olmasından bahsediyor.

Evet. Hidayete ermek sadece bu nurlarla mümkündür. Kişinin 14. basamağa kadar geçen sürecinde, yani 1. ve 2. Sıratı Mustakîm’lerde (1. ve 2. sebîllerde) o kişinin kalbine sadece ‘salâvâtla rahmet’ ulaşabiliyor. Mürşidine ulaşıp tâbiiyetten sonra, nefs tezkiyesinin gerçek anlamda başladığı (fazılların yerleşmesiyle başladığı) noktadan itibaren, nefsin kalbinin içine %49 fazl, %2 rahmet girdiği noktada o kişinin ruhu Allah’a ulaşır; hidayete erer kişi.

Benzer konular