Ra’d Suresinin 14. âyet-i kerimesini îmân ve küfür açısından bizlere açıklar mısınız?

Anasayfa » Ana Sayfa » Hidayet » Ra’d Suresinin 14. âyet-i kerimesini îmân ve küfür açısından bizlere açıklar mısınız?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Ra’d Suresinin 14. âyet-i kerimesini îmân ve küfür açısından bizlere açıklar mısınız?

Ra’d-14:

13/RA'D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ ke bâsitı keffeyhi ilâl mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıhî, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
Hakkın daveti O’nadır (Kendisinedir, Allah’adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.


lehu da’vetul hakk(hakkı): Allah’ın daveti (Hakk’ın daveti) Ona’dır, Kendisinedir.
lehu: Onun  için.
da’vetul hakk: Hakk’ın (Allah’ın) daveti O’nadır (Kendisinedir).

“Hakk’ın; Allah’ın daveti Onadır (Allah’adır).”

vellezîne yed’ûne min dûnihî: O’ndan başkasına davet ettikleri şeyler.
lâ yestecîbûne lehum: onlara icabet etmez.
bi şey’in: hiçbir şeyle icabet etmez.
illâ kebâsitı keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî): onlar ancak suya onun ağzına suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir.
ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin): kâfirlerin duasına ve kâfirlerin daveti dalâletten başka bir şey değildir.

Nasıl? Yani, “Dalâlette olanlar hidayete ulaşamaz.” diyor Allahû Tealâ.

Demek ki kişi küfürde oldukça… Kişiler…  Sadece Allah’ın daveti…

Allah, Kendisine davet eder. Ondan başkasına… Allah’ın Kendisine daveti söz konusudur. Ne zaman bir insan bu davete icabet ederse yani Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilerse o zaman Allah’ın Rahmân esması onda tecelli eder. Ve o kişi mü’min olmuştur. Allah’tan başka kime davet ederlerse etsinler onlara hiçbir şeyle icabet edilmez. Ama Allah’a ulaşmayı kişi dilerse o zaman o kişinin zikir yapması üzerine Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişide hidayet olayı başlar. Allah’a ulaşmayı dilediği noktadan itibaren olay başlamıştır.

Şimdi burada 2 nevi insan var. Kişi Allah’a ulaşmayı dilemiştir. O noktadan itibaren o kişinin göğsü yarılmıştır. Göğsünden kalbine nur yolu açılmıştır. Kişi zikir yaptığı zaman rahmet ve fazl nurları o kişinin göğsüne mutlaka gelip göğsünden kalbine mutlaka yürüyecektir. Ama rahmet nurlarının o kişinin kalbine girmesi söz konusu olduğu halde fazıllar giremez. Çünkü nefsin kalbinde îmân kelimesi yok. Bu kişi mü’min olmuştur ama nefsinin kalbine ulaşabilen rahmetle fazl değildir. Sadece rahmettir. Ne zamanki kişi, tâbiiyetini gerçekleştirir. Bu noktadan itibaren gerçek anlamda bir nefs tezkiyesi olayı başlar.

Öyleyse Allahû Tealâ’nın, bundan evvelki safhada kişinin zikir yapması halinde mü’min olduğu andan itibaren, Rahmân esması kendisine tecelli etmeye başladığı andan itibaren kişinin zikri, ona mutlaka rahmet ve fazl isimli 2 tane nuru göğsünden kalbine kadar ulaştırır. Kalbe girebilen sadece rahmet nurudur. Ama bu nurun girmesi de Allah’ın davete icabetidir. Artık bu kişi mü’mindir. Kalbine Allah’ın rahmeti girebilmektedir. Tâbiiyetten sonra ise bu salâvât ve fazlı beraberce ifade eder. Salâvât ve rahmeti de ifade eder.

Benzer konular