Tebliğe karşı çıkmayanların hassalarına, karşı çıkanların uzuvlarına engeller konduğunu buyurmuştunuz. Bu konuyu bir kere daha açıklar mısınız?

Anasayfa » Ana Sayfa » Tebliğ » Tebliğe karşı çıkmayanların hassalarına, karşı çıkanların uzuvlarına engeller konduğunu buyurmuştunuz. Bu konuyu bir kere daha açıklar mısınız?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Tebliğe karşı çıkmayanların hassalarına, karşı çıkanların uzuvlarına engeller konduğunu buyurmuştunuz. Bu konuyu bir kere daha açıklar mısınız?

Sevgili kardeşlerim, tebliğin ulaşmadığı hiç kimse yoktur. Nereden biliyoruz? Çünkü olayın aslı şöyle: Cennete girenler mutlaka tebliğe muhatap olmuşlardır ki tebliğin gereğini yapıp Allah’a ulaşmayı dilemişlerdir, cennetini hak etmişlerdir. Diğerleri tebliğe muhatap olmadan mı acaba cehenneme giriyorlar? Hayır, hepsi de tebliğe muhatap olmuşlar. Nereden biliyoruz? Çünkü Allahû Tealâ Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesinde diyor ki:

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alâl kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın?” (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.


“Onlar, cehenneme geldikleri zaman cehennem bekçileri o cehenneme girenlere derler ki: Size Allah’ın resûlleri (hem de sizden olan resûller, sizin kavminizden olan resuller) gelip de size Allah’ın âyetlerini okumadılar mı? Sizi bu konuda ikaz etmediler mi, uyarmadılar mı?”

Allahû Tealâ ne diyor resûlleri için? “Biz resûllerimizi âmenû olanları müjdelesinler ve âmenû olmayanları uyarsınlar diye göndeririz.” diyor.

6/EN'ÂM-48: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için) göndermeyiz. Artık kim âmenû olur (Allah’a ulaşmayı dilerse) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.


Öyleyse resûllerin gönderiliş maksadı bu. Bu durumda demek ki bu suale muhatap olan herkes; insanların %90’dan fazlası cehenneme girecek. Bu sual kendilerine mutlaka sorulacak ve hepsi de aynı cevabı verecekler: “Evet geldi; ama azap bizim üzerimize hak oldu.”

Öyleyse ister cennete gitsinler; mutlaka muhatap olup o sözleri yerine getirmişler. Allah’a ulaşmayı dilemişlerdir ki Allah’ın cennetine girmişlerdir. Cehenneme girenlerinse hepsine kıyâmet günü cehennemin kapısında sual soruluyor. Hepsi de aynı cevabı veriyor. Hangi devirde yaşarlarsa yaşasınlar, hangi kavimde yaşarlarsa yaşasınlar hiç önemli değil. Cehenneme ulaşan herkese bu sual soruluyor. Herkesten de aynı cevap alınıyor: “Evet, geldiler. Bize bunları söylediler.” Peki, onlar ne yapmışlar? Mulk-8, 9, 10’da diyor ki: “Biz onlara inanmadık ve biz seni dalâlette görüyoruz. Allah hiçbir şey indirmemiştir, dedik. Eğer biz işitmiş ve idrak etmiş olsaydık, burada cehennemde mi olurduk?”

Şimdi tebliği alıp da karşı çıkanlar var, tebliğ alıp da karşı çıkmayanlar var. İkisinde de netice kısa bir zaman sonra aynı oluyor. Bir defa herkes mutlaka tebliğe muhatap, söylediğimiz sebeple. Tebliğe muhatap olan bu insanların durumu ne? Tebliğe muhatap olan bu insanların üzerlerinde ne kulaklarında bir engel var ne kalplerinde bir engel var. Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü’min olmazlar.

2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâvetun, ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azap vardır.


“Habîbim! Sen onlara söylesen de söylemesen de onları ikaz etsen de etmesen de birdir; eşittir. Onlar mü'min olmazlar.” Tebliğe muhatap oldukları zaman sana itiraz edeceklerdir veya ilgilenmeyeceklerdir; bBurasından bahsetmiyor Allahû Tealâ. “Ama Biz onların görme hassalarının üzerine gışavet koyduk. İşitme hassalarını mühürledik. Kalplerini de mühürledik.” diyor.

Kim bu insanlar? Peygamber Efendimiz (S.A.V) söylese de söylemese de söylemiş, ama onlar hiç etkilenmemişler. Mutlaka muhatap olmuşlar; ama etkilenmemişler. İlişki nerede? İlgilenmeyenlerin hassalarına Allahû Tealâ engel koyuyor. Karşı çıkmıyorlar ama hassalarına engel konuluyor; görme, işitme ve idrak hassalarına.

Câsiye-23’te de aynı şey söz konusu.

45/CÂSİYE-23: E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveten, fe men yehdîhi min ba’dillâhi, e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?


“Habîbim! O hevalarını kendilerine ilâh edinenleri yani hevalarına tâbî olanları; nefslerinin afetlerine tâbî olanları ve nefslerinin afetlerini kendilerine ilâh edindikleri için şirkte olanları (gizli şirkte olanları), Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri görüyor musun? Allah onları, onların ilimleri üzere dalâlette bırakır.”

Öyleyse bunlar da ilim sahibi olduklarını iddia ediyorlar. Aslında bir şeyden haberleri yok. Ve Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar. Tebliğe muhatap oluyorlar. Onun üzerine Allahû Tealâ diyor ki (gene aynı şeyi söylüyor): “Onların görme hassalarını mühürledik. İşitme hassalarını mühürledik. Ve idrak hassalarını da kalplerini de mühürledik. Görme hassaları olan basar hassaları üzerine gışavet koyduk. Sem'î hassalarını mühürledik. Kalplerini de mühürledik.” diyor. Hem de bu insanlar dalâletteler; ilim üzere dalâletteler. Kim bu insanlar? İlk belki itiraz etmiyorlar. Ama daveti; Allah’a ulaşmayı dileme davetini kabul de etmiyorlar. Burada Allahû Tealâ’nın dizaynı açık. İnsanlara Allah’a ulaşmayı dileme daveti de geliyor, Allah’a ulaşma daveti de geliyor. İkisine de uymayanlar var. Birine uymayanlar var; ama neticede birine uymayan, Allah’a ulaşmayı dileme davetine uymayan, Allah’a ulaşma davetine de uymayacaktır. İsrâ-45 ve 46’daysa Allahû Tealâ karşı koyanlardan bahsediyor:

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhirati hicâben mestûrâ(mestûran).
Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûran).
O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.


“Habîbim! Sen onlara Allah’ın tekliğini zikrederek Kur'ân-ı Kerim’i okuduğun zaman o yevm'il âhire inanmayanlarla senin arana hicab-ı mesture koyarız.” diyor. Onların gözlerinin üzerine hicab-ı mesture koyarız, mânâsı bunun.

“Onların kulaklarına vakra koyarız. (Evvela birincisinde seni görmelerine mâni olmak için. İkincisinde seni işitmelerine mâni olmak için kalplerine ekinnet koyarız, seni idrak etmelerine mâni oldukları için.) Ve sen sözlerini bitirince onlar arkalarını dönerek nefretle uzaklaşırlar. Nefretle arkalarını dönerler.” diyor Allahû Tealâ.

Burada kesin bir red olayı var. Bu öfkeyle olan reddin karşılığında Allahû Tealâ uzuvları da mühürlüyor. Bu insanlar veya diğerleri, hassaları üzerinde engel olanlar Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar. Allah’a, Allah’a ulaşmayı dileme davetine icabet etmiyorlar. Hassaları mühürleniyor. Allah’a ulaşma davetine icabet etmiyorlar; uzuvlar da mühürleniyor.

Öyleyse mutlaka iki tane davet söz konusu; hassalar ve uzuvlar. Hassalar, Allah’a ulaşmayı dileme davetine icabet etmeyenler için. Bunlar aynı zamanda bu davete icabet etmezlerse mutlaka Allah’a ulaşma davetine de icabet etmeyecekler. Allahû Tealâ mutlaka arkasından ikincisini de gerçekleştiriyor. Uzuvların da üzerine engel koyuyor. Hiç kimse Allah’a ulaşmayı dilemeden, Allah’a ulaşmayı dileme davetine icabet etmeden Allah’a ulaşma davetine icabet edemez.

Öyleyse bu iki davetin birincisi ve ikincisi, ikisi de ulaşıyor insanlara. Ve icabet etmeyenler için sonuç iki unsurun da kapalı olması. Birincisi kapandıktan sonra ikincisinin gerçekleşmesi mümkün olmadığı için Allahû Tealâ, ikinci olaya muhatap olsalar da olmasalar da mutlaka onların uzuvlarını da aynı sonuca ulaştırıyor.

Böyle bir dizaynda karşı çıkanlar, başka insanları da hidayete erdirmeyecek olanlardır. Yani bir başka ifadeyle Allah’a ulaşma davetine de icabet etmeyeceklerdir. Allah’a ulaşmayı dileme davetine zaten icabet etmemişler ve karşı çıkmışlar. Uzuvlarına engel koyarak Allahû Tealâ başlıyor, hassalar da sonra devreye giriyor. Diğerlerinde evvela hassalar, sonra uzuvlar. Ama netice değişmiyor. Herkesin, kimin uzuvları engellenmişse hassaları da engelleniyor. Kimin hassaları engellenmişse uzuvları da engelleniyor. Burada Bakara Suresinin 6. ve 7. âyetleriyle diğer konu muhtevayı bütünleştiriyor. Allah’a ulaşma davetine icabet etmeyenler, hassaları mühürlenenler. Allah’a ulaşma davetine icabet etmeyenler uzuvları mühürlenenler.

Benzer konular