Mu’min 40 ve Necm 32 âyetlerini nefsin ıslâh edilmesi açısından bizi aydınlatır mısınız?

Anasayfa » Ana Sayfa » Nefs Tezkiyesi » Mu’min 40 ve Necm 32 âyetlerini nefsin ıslâh edilmesi açısından bizi aydınlatır mısınız?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Mu’min 40 ve Necm 32 âyetlerini nefsin ıslâh edilmesi açısından bizi aydınlatır mısınız?

Es selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu. (Ve aleykum selâm ve rahmetullâhi ve berekâtuhu.)

“Bismillâhirrahmânirrahîm. Ey Allah’ın Resûl’ü! Huzur Namazının İmamı! Sizi çok seviyoruz. Hürmetle ve hasretle ellerinden öpüyoruz. Denizli’mizi şereflendirdiniz ve hoş geldiniz! Sayenizde Ankara, İzmir, Aydın, Bodrum, Elmalı, Şarkîkaraağaç, Alaşehir’de oturan kardeşlerimiz ve diğer birçok yerleşim yerlerinden gelmiş, şehrimizde misafir olan kardeşlerimizle birlikte olmak güzelliğini yaşıyoruz. Efendimiz! Bugün tabiî ki, İslâm’da kavram kargaşası haline gelmiş ve bilinmeyen bir konuda, ıslâh-ı nefs (nefsin ıslâh edilmesi) konusunda aşağıdaki âyetlerin, nefsin ıslâhı hakkında önem arz ettiğini düşünüyorum. Bu konuda bizi aydınlatır mısınız? Allah razı olsun. (Mu’min -40, Necm-32)”

Mu’min Suresinin 40. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şer, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü’minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.


men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ: Kim seyyiatla amel ederse, seyyiat işlerse yani derecât kaybettiren olaylar işlerse, Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlerse veya Allah’ın emirlerini yerine getirmezse.
fe lâ yuczâ illâ mislehâ: O, sadece misli kadar cezalandırılır. Yani kişi bir derecelik bir günah işlemişse kiramen katibîn meleklerince amel defterine bir derece yazılır.
ve men amile sâlihan: Kim sâlih amel işlerse.
min zekerin ev unsâ: Erkeklerden veya kadınlardan.
ve huve mu'minun: İşte onlar mü’minlerdir.

Bunlar (sâlih amel işleyenler), mü’minlerdir. Bunlar hak mü’minlerdir. Gerçek mü’minlerdir. İmânı artan mü’minlerdir.

Bu nokta (sâlih ameli işleyebildiğimiz nokta) Allah'a ulaşmayı dilediğimiz nokta değildir. Nefsin ıslâhı, Allah'a ulaşmayı dilediğimiz noktada böyle bir şey gerçekleşmiyor. Mürşidimize ulaştığımız zaman başlıyor nefsin ıslâhı. Nefs tezkiyesi yapıyoruz. Bunun için “Allah,  Allah, … Allah”  diye Allah’ın zikrini yapmamız lâzım. Eğer biz Allah’a ulaşmayı dilersek, Allahû Tealâ bizi mutlaka talebimiz üzere kıldığımız hacet namazında mürşidimize ulaştıracak, mürşidimizi gösterecektir. Muhakkak o, dünya üzerinde ulaşabileceğimiz bir kişidir. Ve ona ulaşıp tâbî olduğumuz zaman, Allahû Tealâ’dan 7 tane ni’met alacağız.

İşte bu ni’metlerden birincisi, başımızın üzerine devrin imamının ruhunun gelmesi ve bize: “Senin, Allah’a ulaşma günün geldi, vücudu terk et, Allah’a geri dön! Bunun için devrin imamının bulunduğu dergâha ulaş.” diye ruhumuza emir verir.

40/MU'MİN-15: Rafîud deracâti zûl arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmak istediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.


Ruhumuz vücudumuzu terk eder. Devrin imamının ruhu da önden arakaya uzanarak başımızın üzerindeki yerini alır ve biz, aynı standartlarda devam ettiğimiz sürece hep başımızın üzerinde kalır.

İşte bu noktadan itibaren eğer bir insan “Allah, Allah, … Allah” diye zikir yaparsa bu, zikrullahtır. Allah’ın ismini zikretmektir. O zaman Allah’ın katından salâvâtla fazl ve salâvâtla rahmet olmak üzere 2 grup nur gelir. Salâvât nurları taşıyıcıdır. Fazl ve rahmet nurları nefsimizin kalbinde görevlidirler. Gelen rahmet, fazl ve sâlâvat nurlarından fazıllar nefsimizin kalbine yerleşmeye başlayacaktır. Sebebi? Sebebi; nefsimizin kalbine Allahû Tealâ’nın tâbiiyet anında yazdığı “îmân” kelimesidir.

Mucâdele-22’de Allahû Tealâ : “Onların başlarının üzerine Allah’ın katından ruh gönderilir. Devrin imamının ruhudur ve onların kalbinin içine îmân yazılır.” diyor.

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?


Kalbimize yazılan “îmân” kelimesi kalbimizde bir manyetik alan oluşturur. Bu manyetik alan, Allah’ın katından gelen rahmet, fazl ve sâlâvat isimli nurlardan fazılları kendisine çekmek özelliğine sahiptir ve nefsimizin kalbinde böylece nur birikimi başlar. İşte nur birikiminin başlangıç noktasından itibaren zikrimizi yavaş yavaş arttırmamız söz konusu olacaktır. Arttırdıkça nefsimizin kalbine daha çok nur gelip “îmân” kelimesine yapışacaktır ve ruhumuz vücudumuzdan ayrılmıştır. %100 afetlerden oluşan nefsimiz kalmıştır bizimle birlikte ama Allahû Tealâ’da etrafımıza bir koruyucu kalkanı hemen oluşturmuştur. Şeytanın bize tesir etmesi imkânsız hale getirilmiştir Allahû Tealâ tarafından. Yoksa şeytan bütün insanlara tesir ettiği gibi Allah’a mülâki olmayı dileyen insanlara da tesir edebilecekti. Ama Allahû Tealâ bunu ortadan kaldırıyor. Bu tesir olmadığı için, o kişi hayatı boyunca yaşadığı en büyük mutluluğu yaşar. Ruhu, Allah’a ulaşıncaya kadar geçen devre içerisinde, Allah onun üzerine her türlü mutluluğu gönderir.

Kişinin nefsinin kalbi ilk defa %7 fazılla dolduğu zaman vücuttan ayrılmış olan ruh, anadergâhtaki diğer seyr-i sülûkte olan kardeşleriyle beraber 1. kata kadar yükselir. O, 1. katta kalacaktır, diğerleri yukarıya çıkacaktır. Sonra  2., 3., 4., 5., 6., 7. katları çıkacaktır. 7. katta 7 tane âlem geçecektir. Neticede Allah’ın Zat’ına ulaşacaktır ve Allah’ın Zat’ında ifna olacaktır (yok olacaktır). İşte “seyr-i sülûk” denen olay budur.

Bizde Allah’ın bir emaneti var. Adı; ruh. Üfürmüş bize Allahû Tealâ. Secde Suresinin 9. âyet-i kerimesinde diyor ki:

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâra vel ef’idete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.


“ve nefeha fîhi min rûhihî: Onun içine (insanın) Ruhumuzdan üfürdük.”

Nefsimizin kalbindeki nurlar (fazıllar) başlangıçta gelen %2 rahmet nurunun ötesinde bu anlattıklarımızdır. Başlangıçta kalbimize, zikrimiz mukabilinde sadece %2 rahmet nuru girebilir ve nefsimizin kalbinde ilk aydınlığı rahmet nurları oluşturur. İşte bundan sonraki her %7 nur birikimi;

• Nefs-i Emmare
• Nefs-i Levvame
• Nefs-i Mülhime
• Nefs-i Mutmainne
• Nefs-i Radiye
• Nefs-i Mardiyye
• Nefs-i Tezkiye

kademelerinde (7 kademede) bizi Allah’a doğru ulaşan bir yolculukta devamlı kontrolü altında tutar.

Nefs tezkiyesi, 14. basamakta mürşidimize tâbiiyetimizle başlar. Mürşidimize tâbî olmak hepimizin de üzerine farzdır. Herkese, bir mürşid mutlaka Allahû Tealâ tarafından tayin edilmiştir. Öyleyse bu farzı yerine getirdiğimiz zaman şöyle söylüyor Allahû Tealâ Mâide Suresinin 35. âyet-i kerimesinde:

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.


“yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete: Ey âmenû olanlar (Allah’a mülâki olmayı dileyenler)! Sizi Allah’a ulaştıracak olan vesileyi Allah’tan isteyin. Ey âmenû olanlar! Sizi (sizin ruhunuzu) Allah’a ulaştıracak olan vesileyi, ona kim vesile olacaksa o kişiyi Allah’tan isteyin. Hacet namazı kılın ve mürşidinizi Allah’a sorun.” diye Allahû Tealâ üzerimize farz kılmış. Farzı yerine getirip de soran kişiye, Allahû Tealâ mutlaka mürşidini gösterir. Kişi gidip tâbî olduğu zaman da ruhu mutlaka vücudunu terk edip söylediğimiz gibi anadergâha ulaşır.

İşte 14. basamakta kişi mürşidine ulaşıp da (bu 2. devredir.) tâbiiyetini gerçekleştirdiği noktadan itibaren nefs tezkiyesi başlar:

• İlk nefs tezkiyesi, Nefs-i Emmareyi ifade eder. %7 nur birikimine kadar bu devre sürer.
• İkinci bir %7 nur birikimi neticesinde kişinin ruhu (birinci devrede 1. gök katına ulaşan ruh) 2. gök katına ulaşır. Kişi, Nefs-i Levvame’dedir.
• Sonra üçüncü defa %7 nur (fazl) birikimi; başlangıçtaki %2 rahmetin ötesinde başka rahmet kalbe girmez. Artık hep fazıllar duruma hâkim olacaktır. Üçüncü defa %7 fazl birikimi; ruh 3. kattadır. Allah’tan ilham almaya başlar.
• Sonra dördüncü defa %7 nur birikimi; 4. gök katında kişi mutmain olur. Aldığı para, elindekiler onu mutlu etmeye yeterlidir artık. Mutsuzluk olayı o kişi için bitmiştir.
• Bundan sonra kişi Allah’tan razı olacaktır. 5. gök katına ulaşacaktır ruhu. Allah’tan razı olma kademesi; Nefs-i Radiye.
• Nefs-i Mardiyede; Allah da ondan razı olacaktır. Ruh, 6. kattadır. Her seferinde %7 fazl birikimi devam ediyor.
• 7. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Tezkiye. Nefs, tezkiye olmuştur. (7 defa %7) %49 fazl ve %2 rahmet nurlarıyla nefsinin kalbi yarıdan daha fazla nurla donanmıştır, ruh da Allah’ın Zat’ına ulaşmıştır.

Ulaştığı zaman, Allah’ın Zat’ında yok olur. Fenafillâh makamının sahibi olur kişi. Fenâ; fani olma, yok olma, fi; içinde demektir. Allah’ın içinde, Allah’ın Zat’ında ruhun yok olması! İşte Kur’ân, bunu üzerimize gördüğünüz gibi farz kılmış. Bunun adı hidayettir.

Allahû Tealâ buyuruyor, Âli İmrân Suresinin 73. âyet-i kerimesinde:

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).


“innel hudâ hudallâhi”
 
inne: muhakkak ki
el hudâ: hidayet
hudallâhi: Allah’a ulaşmaktır

Bakara-120’de bir daha söylemiş:

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.


“inne hudâllâhi huvel hudâ”
 
inne: muhakkak ki
hudallâhi: Allah’a ulaşmak, Allah’a vasıl olmak
huve: işte o
el hudâ: hidayettir

Sevgili kardeşlerim! Olay bu kadar basittir. Ruh, Allah’a ulaşınca, ulaştığı noktada o kişinin nefsinin kalbinde %49 (7 defa %7 fazl) ve %2’de rahmet birikimiyle, kişinin nefsinin kalbi başlangıçta %100 şeytanın kumandasıyken bu noktada şeytanın hâkimiyeti %100’den %49 düşmüştür. Allah, artık o kalpte hükümrandır. %51 hâkimiyet, O’nun hâkimiyetidir. Kişi nefsinin kalbini %49’u fazl, %2’si de rahmet olmak üzere %51 nurla süslemiştir. Şeytanın hâkimiyeti de başlangıçta %100’dür. Bütün insanlar doğumlarından itibaren şeytanın devamlı kontrolü altındadırlar.

Sevgili kardeşlerim! Böyle bir dizaynda görülüyor ki, Allah ile olan ilişkiler Kur’ân’da şekle bağlanmış. İşte kişinin nefsinin başlangıçtaki %100 kapkaranlık olan dünyası (nefsin kalbi) %100 afetlerle donanmıştır. Afetlerle doldurulmuştur; öfke, kin, kıskançlık, haset, düşmanlık, isyan, iptilâlar vs… Bunlar nefsimizin kalbinin karanlıklarıdır. İşte bu kapkaranlık nefsin kalbinde, bunlara şeytan kumanda eder. Şeytanın tesirine açıktır, kandırmasını da çok iyi bilir. Bu sebeple bütün insanlar doğumlarından itibaren şeytanın devamlı tesiri altındadırlar. Ama bu noktada o kişi nefsinin kalbinde %51 nuru gerçekleştirmiştir. Şeytanın hâkimiyeti %49’a düşmüştür. Artık şeytan duruma hâkim değildir. Allah’ın nurları (fazıllar ve rahmet nurları) duruma hâkim olmuşlardır. O kişinin davranışlarından %51’i, Allah’ın emrettiği istikamettedir. Yasak ettiği fiilleri kişi %51 oranında işlememektedir ve %49 oranında da şeytan ona devamlı yanlışları işletmektedir.

İşte bu noktaya nefs tezkiyesi ile geldik sevgili kardeşlerim! Kardeşimizin söylediği nefsin ıslâhı hakkında âyet-i kerime: “Kim amilûssâlihat yaparsa” diye muhtevaya almış. Amilûssâlihat; nefs tezkiyesi yapmaktır. Nefsin kalbine %2 rahmetten sonra,  nefsin kalbi %100 nurlarla dolana kadar nefsi afetlerden temizlemek, afetlerin yerine fazılları yerleştirmek zikrimiz arttıkça gerçekleşecektir. Ruhumuzun hasletleriyle fazıllar eşdeğerde iki muhteva taşırlar. Fazıllar, bizim gayretimizle nefsimizin kalbine yerleşen nurlardır. Ama ondan evvel de bizden ayrılan ruhumuz %100 hasletlerle donatılmıştı. Fazıllarla eşdeğer olan, Allah’ın bütün emirlerini yapmamızı emreden, yasak ettiği fiilleri asla işlememizi istemeyen, buna engel olmaya çalışan ruhumuzun hasletleri vardı. Ama tâbiiyetle beraber ruhumuz vücudumuzdan ayrılmıştı.

Ruhumuz Allah’a ulaşana kadar Allahû Tealâ, şeytanla aramızdaki ilişkiyi kesmişti. Bizi bir koruyucu bariyerin arkasına almıştı, muhafazasına almıştı. Ruhumuz Allah’a ulaştıktan sonra  Allahû Tealâ bu bariyeri kaldırır. Ama başlangıç noktasına ulaşmışızdır. Nasıl başlangıçta nefsimizin kalbinde %100 afetler varsa, ruhumuzun kalbinde ise %100 hasletler varsa, aynı durum ruhumuz vücudumuzdan ayrıldıktan sonra nefsimizin kalbinde oluştu. Nefsimizin kalbinde %51 nur oluştu. Bu nurlar, haslet nurları değildir. Nefsimizle âlâkalı olan nurlar, fazl nurlarıdır ve %49’da karanlık kaldı. Başlangıçtaki dengeyi Allahû Tealâ, 7–8 aylık bir zaman zarfında yeniden kurdu. Ama bu zaman zarfında en mutlu devremizi geçirdik. Çünkü Allahû Tealâ, şeytanın bize bir şeyler telkin etmesini %100 engelledi. Bu sebeple mutluluğumuz hep devam etti. Öyleyse gördük ki insanın mutluluğu üzerinde, nefs tezkiyesi son derece önemli bir faktördür.

Kardeşimiz, Necm Suresinin 32. âyet-i kerimesini de vermiş misal olarak:

53/NECM-32: Ellezîne yectenibûne kebâiral ismi vel fevâhışe illâl lemem(lememe), inne rabbeke vâsiul mağfirati, huve a'lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum ecinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ.
Onlar ki, küçük günahlar hariç, büyük günahlardan ve fuhuştan içtinap ederler (sakınırlar). Muhakkak ki Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir. O, sizi topraktan yaratmıştı. Ve siz, annelerinizin karnında cenin idiniz. Öyleyse nefslerinizi temize çıkarmayın (nefslerinizi tezkiye ettiğinizi iddia etmeyin). O (Allah), kimin takva sahibi olduğunu daha iyi bilendir.


ellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe: Onlar büyük günahlar işlemekten ve fuhuştan içtinap ederler, kendilerini korurlar
inne rabbeke vâsiul magfireh(magfireti): Muhakkak ki senin Rabbin, mağfireti bol olandır, geniş olandır
Vasi; geniş demek.
huve a'lemu bikum iz enşeekum minel ardı: O’dur ki, sizi biliyordu. Topraktan, arzdan sizi inşa ettiği zaman (var ettiği zaman), şekillendirdiği zaman Âdem (A.S)’ı şekillendirmesinden bahsediyor.
ve iz entum e cinnetun fî butûni ummehâtikum: Siz, annenizin karnında iken size şekil verdiği zaman sizi biliyordu
fe lâ tuzekkû enfusekum: Nefslerinizi temize çıkarmayın, boşuna temize çıkarmak için kendi kendinize masal anlatmayın.
 
“Nefsinizi boşuna temize çıkarmayın yani nefslerinizi tezkiye ettiğinizi boşuna iddia etmeyin.” diyor Allahû Tealâ.
huve a'lemu bi menittekâ: muhakkak ki O, takva sahiplerini en iyi bilir.

İşte bir insanın takva sahibi olması, Allah'a ulaşmayı dilediği an gerçekleşir. Bu, 1. takvadır. Mürşidine 14. basamakta tâbî olur;  2. takvanın sahibidir. Ruhunu Allah’a ulaştırır ki, bu noktada nefsi tezkiye olmuştur; 3. takvanın sahibidir. Birincisinde 1. kat cennetin, ikincisinde 2. kat cennetin, üçüncüsünde de 3. kat cennetin sahibi olur kişi.

İşte Allahû Tealâ herkese 3. kat cenneti garanti ediyor. Sadece o insan, Allah’a mülâki olmayı dileyecek. O, Allah’a ulaşmayacak, sadece dileyecek, Allah onu Kendisine ulaştıracak. Onu, Allah’a ulaşabilecek olan bütün muhtevayla donatacak. Eksikliklerin hepsini giderecek ta ki o kişi ruhunu Allah’a ulaştırsın. Ulaştıktan sonra, Allah’ın koruyucu kalkanı kalkar. O kişi, nefsinin kalbine yerleşmiş olan %51 nurların koruyuculuğu altında yoluna devam eder ama bu noktadan sonra az bir grup insan da olsa, yollarını kaybedenler de olabilir. Çünkü artık Allah’ın koruyucu kalkanı kişinin üzerinde değildir.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Görüyor musunuz bir hiç karşılığı, sadece bir dilekle Allahû Tealâ ruhunuzu Allah’a mutlaka dönecek olan, eğer dünya hayatında döndüremezseniz ölümle Azrail (A.S) ve onun melekleri gelip, ruhunuzu Allah’a gene ulaştıracaklardır. İster kişi Allah'a ulaşmayı dilesin, dünya hayatında ruhu Allah’a ulaşsın, 3. kat cennetin sahibi olsun, isterse dilemesin ve de otomatik olarak cehennemin sahibi olsun. Çünkü Allah'a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin, gideceği yerin cehennem olduğunu Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerinde demin görmüştük. İsterse kişi dilemesin gideceği yer de cehennem olsun. O, kişinin bileceği iştir. Nasıl dilerse öyle yapar. Herkes kendinden mesuldür.

Biz naçizane deriz ki: “Sevgili kardeşlerim can dostlarım, gönül dostlarım! Biliniz ki; Allah, sizi çok ama çok seviyor. Hepinizi kurtarmak, O’nun temel hedefi ve bu kadar kolay bir sebeple sizi mutlaka cennetine Allahû Tealâ alacaktır. Sadece Allah’a mülâki olmayı dileyeceksiniz.” Bu müjdeyle müjdelenmek üzere Allahû Tealâ bize bu görevi verdi, sizleri müjdelemek için.

Allah'a ulaşmayı dileyin, 3. kat cenneti mutlaka elde edeceksiniz. Yetmez! Nefsinizin kalbinde %51 fazl ve rahmet birikimi oluştuğu için (%2 rahmet, %49 fazl) siz o noktada davranış biçimlerinizin %50’sinden fazlasını güzel davranışlar olarak yapıyorsunuz. Ve ruhunuz, Allah’a ulaşıp Allah’ın Zat’ında yok olduğu zaman Allahû Tealâ sizi 3. kat cennetin sahibi kılıyor. Ne karşılığı? Bir dilek karşılığı,  sadece bir tek dilek!


Benzer konular