Şûrâ-47'deki Allahû Tealâ’nın bizlere daveti nedir? Bu davetin bir farz emir olduğunu söyleyebilir miyiz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Allah'a Davet » Şûrâ-47'deki Allahû Tealâ’nın bizlere daveti nedir? Bu davetin bir farz emir olduğunu söyleyebilir miyiz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Şûrâ-47'deki Allahû Tealâ’nın bizlere daveti nedir? Bu davetin bir farz emir olduğunu söyleyebilir miyiz?

Es selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu! Muhterem Efendimiz! Hasretle ellerinizden öperiz. Malatya’ya hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Efendimiz, müsaadenizle bir sorum olacak. Şûrâ-47’deki ‘Rabbinizin davetine icabet edin!’ diyor. Allahû Tealâ’nın bizlere daveti nedir? Bu davetin bir farz emir olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu konuda bizleri ve misafirlerimizi aydınlatır mısınız? Allah razı olsun.

42/ŞÛRÂ-47: İstecîbû li rabbikum min kabli en ye’tiye yevmun lâ meradde lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin (Allah’a ulaşmayı dileyin), Allah tarafından geri döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).


“istecîbû li rabbikum min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde lehu minallâh(minallâhi): Rabbinize icabet edin (yani Allah’a ulaşmayı dileyin). Allah tarafından geri döndürülemeyecek olan günün (yani kıyâmet gününün gelmesinden önce)

mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin): İzin günü, sizin için bir sığınak yoktur. Ve sizin için inkârda yoktur. (Yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz.)” diyor Allahû Tealâ.)

“Rabbinize icabet edin!” Bunun mânâsı; Allah’a ulaşmayı dilemektir. Allah’a ulaşmayı dilemek üzerimize farzdır. İşte Allahû Tealâ:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


“munîbîne ileyhi vettekûhu: O’na yönelin, (Allah’a yönelin. Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O’na karşı takva sahibi olun.” buyuruyor. Allah’a ulaşmayı mutlaka dilemek mecburiyetindeyiz. Söyledik ki; Lokmân Suresinin 15. âyet-i kerimesinde de aynı şeyi söylüyor Allahû Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dileyin!”

31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ ma’rûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyye, summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.


Allah’a ulaşmayı dileme müessesesi, Allahû Tealâ’nın üzerimize farz kıldığı bir müessesedir. Ve Kur’ân-ı Kerim’in olmazsa olmaz şartıdır. Allah’a mülâki olmayı dilemeyen kişinin durumuna bakıyoruz, sevgili kardeşlerim! Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insanın durumu nedir? Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerinde gayet net ve açık olarak Allahû Tealâ şunları söylüyor:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


“Onlar muhakkak surette Allah’a mülâki olmayı dilemezler. (Ruhlarını hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilemezler.) ‘ennû: muhakkak suretle dilemezler.’ Onlar dünya hayatından razıdırlar. Ve dünya hayatı ile mutmain olurlar. (Onları tatmin eden şey dünya hayatındaki şan, şöhret, para vs.’dir.) Onlar Allah’ın âyetlerinden gâfil olanlardır.” Ruhlarını hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilemeyenler, Allah’ın âyetlerinden gâfil olanlardır. Ve hüküm: “Onların gidecekleri yer, kazandıkları dereceler itibariyle ateştir (cehennemdir).” diyor Allahû Tealâ.

Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, onlara sesleniyoruz! “Ruhunuzu bu, dünya hayatını yaşarken Allah’a teslim etmekle mükellefsiniz. Eğer bunu dilerseniz, (Allah’a ruhunuzu ulaştırmayı dilerseniz) Allah ruhunuzu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Ama dilemezseniz gideceğiniz yer, cehennemdir.” diyor Allahû Tealâ bu âyet-i kerimesiyle. “Onların gidecekleri yer, kazandıkları dereceler itibariyle ateştir (cehennemdir).” İki faktör söyledik sadece.

1- Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin gideceği yer, mutlak olarak cehennem.
2- Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, Allah’ın âyetlerinden gâfildirler.

Sevgili kardeşlerimiz, sevgili misafirlerimiz! Bunlar, bugünün bilinmeyen gerçekleri. Kur’ân’ın 14 asırda bütün hükümleriyle insanlığı kurtuluşa ulaştıracak olan hükümlerden bahsediyoruz. Cennet saadetine ve dünya saadetine nail edecek olan hükümlerden bahsediyoruz.  Onlar birer birer Kur’ân-ı Kerim’de var olmasına rağmen devreden çıkartılmış, yoklara karışmış, kayıplara karışmış. Bir başka ifadeyle, yok edilmiş.

Acaba “Kazandıkları dereceler itibariyle.” demekle ne demek istiyor Allahû Tealâ? İşte konuyu açıklığa kavuşturalım. Mu’minûn Suresi 102. âyet-i kerime:

23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.


“Kıyâmet günü mizanlar kurulur. Kimin sevap tartıları ağır olursa, onlar felâha erenlerdir. (Yani kimin sevaplarının rakamı günahlarının sayısından yüksek olursa onların gidecekleri yer Allah’ın cennetidir.)” diyor. Felâha ermek, Allah’ın cennetine girmek demek. Mu’minûn-103:

23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.


“Kimin de günahları sevaplarından ağır olursa onlar, hüsranda olanlardır. Onların gidecekleri yer ebediyyen kalmak üzere cehennemdir.” diyor Allahû Tealâ. İşte hüsranda olanların durumları.

Sevgili kardeşlerim! İnsanlar hüsrandalar. Bu insanlar, Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için, Allah’a ulaşmayı dileme kavramı zamanımızda tamamen unutulduğu için insanlar Allah’a mülâki olmayı, ruhlarını hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilemiyorlar. Eğer Allahû Tealâ, bize bunları öğretmeseydi biz de sizlere açıklamak imkânının sahibi olmayacaktık. O zaman sizlerde muhterem izleyicilerimiz, misafirlerimiz! Sizler de cehenneme gidecektiniz. Biz de öğrenemeseydik, biz de cehenneme gidecektik. Ama hamdolsun ki; Allahû Tealâ bunları bize öğretti. Bugün başka bir kaynakta bu hakikatleri göremiyorsunuz. Arkasında Allah’ın öğretisi olmadığı için. Öyleyse neden günahları fazla olur bir insanın? Veya neden sevapları fazla olur? İki ayrı âyet-i kerimeye bakacağız sizlerle beraber sevgili kardeşlerim!

1- Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesi. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.


“Ey âmenû olanlar! Takva sahibi olun ki; Allah size furkanlar versin. Ve günahlarınızı örtsün.” Ne demek istiyor Allahû Tealâ? Bu Mu’minûn Suresinin 102, 103. âyet-i kerimelerinde bize ne söylüyordu? “Günahları sevaplarından fazla olanlar cehenneme gidecek, hüsranda olanlar sevapları günahlarında fazla olanlar cennete gidecek.”

Allahû Tealâ günahlarımızı örterse ne olur? Günahlarımızı örterse günah hanesinde rakam sıfıra iner. O zaman sevap hanemizde bir tek rakam olsun, sadece bir tek deracat kazanmış olsa bile o kişi, mutlaka Allah’ın cennetine girecek ve mutlaka o kişinin hayatında binlerce deracat kazanması vardır. Bir tek derece bile o kişinin cennete girmesine sebebiyet verir. Öyleyse hiç kimse düşünülemez ki; Allah, onun günahlarını örtsün de o kişi cehenneme gitsin! Mutlaka o kişinin gideceği yer cennettir.

Peki, ne yapın diyor Allahû Tealâ? “Takva sahibi olun!” diyor. Nasıl takva sahibi oluyorduk? Hadi gelin, beraber bakalım.  Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesi ne diyordu?

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


“munîbîne ileyhi vettekûhu: Allah’a yönel (Allah’a ulaşmayı dile) ve Allah’a karşı takva sahibi ol. Dilemeyen kişi? Dilemeyen kişi şirkte. Gideceği yer, cehennem. Allahû Tealâ sadece takva sahiplerinin cennete gireceğini söylüyor. “Takva sahibi olun da Allah size furkanlar versin, günahlarınızı örtsün.”

Gördük ki; günahları sevaplarından az olanlar (yani sevapları günahlarından fazla olanlar) onların gidecekleri yer, Allah’ın cenneti. Kim Allah’a ulaşmayı diler de bu konuda kendi üzerine düşeni yapar da onun günahları örtülürse, o zaman o kişinin sevapları kalır. Kişinin kazandığı dereceler, kaybettiği derecelerden fazla olduğu için gideceği yer, Allah’ın cennetidir. Ama Allah’a inanmak yetmiyor! Mutlaka Allah’a yönelerek Allah’a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olmak lâzım. Yoksa kişi şirkte kalıyor gideceği yer, cehennem.

Şirkte kalan kişinin günahları sevaplarından neden fazla? Hadi gelin, ona bakalım şimdi. Birincisinde gördük ki; biz, Allah’a ulaşmayı dilersek takva sahibi oluyoruz. Takva sahibi olduğumuz zaman da mutlaka sevaplarımız günahlarımızdan fazla öyleyse gideceğimiz yer mutlaka Allah’ın cenneti. Ne söylüyor Allahû Tealâ Kehf-103, 104, 105’de ?

18/KEHF-103: Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen).
De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi?”

18/KEHF-104: Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an).
Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar.

18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.


“Size amellerinizi hasara uğratacak hatta onları yok edecek olan hakikati söyleyeyim mi? Onlar ki, en doğrusunu yaptıklarını zannediyorlardı. Onların amelleri boşa gitti, heba oldu.” diyor Allahû Tealâ. Kimmiş bu insanlar? Bu insanlar; Allah’a mül?ki olmayı, ruhu hayattayken Allah’a ulaştırmayı inkâredenler. Ruhu hayattayken Allah’a ulaştırmayı inkâreden bir insan. Bu insanın Allah’ın cennetine ulaşması söz konusu olabilir mi? Olamaz. Neden olamaz?

Çünkü bu Kehf Suresinin 105. âyet-i kerimesi gereğince: “O kişinin amelleri heba olur. (Yani boşa gider.)” Amelleri yok edilir. Bu sebeple Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Hiç kimse amelleriyle Allah’ın cennetine giremez.” buyuruyor. Sebebi şu; onun amelleri heba olur. Heba olursa amelleri sebebiyle kazandığı bütün dereceler yok olmuştur. Nesi kalmıştır? Başkaları onlara bir kötülük yapmışsa, kötülük yapanlar deracat kaybetmişlerdir. Bu kendisine kötülük edilen de onların kaybettiği dereceleri kazanmıştır. Kazancı sadece o kadardır. Amelleri sebebiyle bu kişinin kurtulması mümkün değildir. Çünkü amelleri sebebiyle kazandığı bütün dereceler, heba olmuştur. Demin söyledik, Mu’minûn-102 ve 103’de. Günahları fazla olanların gideceği yerin cehennem olduğunu, sevapları fazla olanların gideceği yerin cennet olduğunu.

Şimdi Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesinde, takva sahibi olanlar var. Kazandıkları dereceler kaybettiği derecelerden fazla olanlar var. İşte onların gideceği yer, Allah’ın cenneti. Ve Kehf Suresinin 103, 104 ve 105. âyetlerinde ifade edilen, Allah’a ulaşmayı dilemeyenler var. Onların da amelleri boşa gitmiş. Amelleri boşa gittiğine göre bu kişin kaybettiği dereceler mutlaka kazandığı derecelerden fazla. Gidecekleri yer, cehennem.

Sevgili izleyenler, dinleyenler, sevgili misafirlerimiz! Kur’ân hakikatleri görüyorsunuz ki; sizlere öğretilen d?n ilminin çok ötesinde. D?n âlimlerimiz de size öğrettikleri kadarını biliyorlar. Öyleyse sadece bir dilek! Allah’a ulaşmayı dilemek! Kişiyi mutlaka Allah’ın cennetine götürecektir. Onu şirkten mutlaka kurtaracağı için o kişi mutlak olarak Allah’ın cennetine gider. Ama dilemezse gördük ki; bu kişinin gideceği yer, cehennem. Cehenneme gitmesinin sebebi de derecat açısından işte, bu olay. Burada çarpıcı bir misali vermemiz lâzım. Yanlışlıkların, insanları nerelere götürebileceğini göz önünde sermek üzere.

İki kişi düşünelim. Birisi 15 yaşında sorumluluğunu idrak etmiş. İsl?m’ın 5 şartını, 80 yaşına kadar yaşamış. 65 yıl devamlı yerine getirmiş. Namaz kılmış oruç tutmuş, zekât vermiş, hacca gitmiş, kelime-i şahadet de getiriyor bu kişi ama Allah’a ulaşmayı dilememiş. Dilememişse bu kişinin gideceği yer, cehennemdir. Sadece Allah’ın Kur’ân-ı Kerimini kendisine unutturdukları için o unutturanlar, büyük vebal altındadırlar. Ama bu kişinin gideceği yer kaybettiği dereceler mutlaka kazandığı derecelerden fazla olacağı için (çünkü amelleri boşa gidecek Kehf Suresinin 105. âyet-i kerimesi gereğince) bu kişinin gideceği yer, cehennem.

Özellikle ekstrem noktalarda veriyoruz misali, çarpıcı olsun diye. Bir başkası da hayatının büyük kısmında Allahû Tealâ’nın emirlerini hiç yerine getirmemiş. Ölümüne yakın bir devre de aklı başına gelmiş. Allah’a ulaşmayı dilemiş, ondan sonra da ölmüş. Allah’a mülâki olmayı dilediği an, onun bütün kaybettiği dereceler amel defterinden silinir. Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesine göre onun bütün kaybettiği dereceler amel defterinden silinir. Yani kaybettiği dereceler örtülür. Örtülürse ne olur? Kaybettiği dereceler sıfırlanmıştır. Allahû Tealâ, o kişinin kazandığı dereceler mutlaka var olacağı cihetle o kişinin gideceği yeri cennet olarak vasıflandırıyor. Öyleyse sevgili misafirlerimiz! Özellikle bu kadar ekstrem bir misal verdik ki; olayın ne kadar vahim olduğunu sizlere anlatabilelim.

Öyleyse Allahû Tealâ bize Kur’ân’ı öğretti. Biz, onu söyleriz sadece sizlere. Âlimlerimiz Kur’ân’ın dışında o kadar çok yanlışı benimsemişler ki, onlara bunların hepsini teker teker anlatmak gerçekten güç bir olay gibi görünüyor. Ama asıl önemli olan konu, Allah’ın hakikatlerinin sizler tarafından öğrenilmesi ve hepinizin cennete girebilmeniz.

Sevgili izleyenler, sevgili misafirlerimiz! Öyleyse bir tek dilek! Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz. Dilemeyenlerin durumuna bakmaya devam edelim. Yûnus Suresi 45. âyet-i kerimede Allahû Tealâ Allah’a mülâki olmayı dilemeyenlerin:

10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yeteârafûne beynehum, kad hasirallezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).


Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).

“Onlar ki; Allah’a mülâki olmayı dilemezler. Onlar hüsrandadır. Ve onlar hidayette değildir.” diyor. Hüsranda olduğunu zaten demin Mu’minûn Suresinin 103. âyet-i kerimesinde de görmüştük. “Günahları sevaplarından fazla olanlar hüsrandadırlar. Onların gidecekleri yer ebediyyen kalmak üzere cehennemdir.” diyordu Allahû Tealâ. Kimin günahları sevaplarından fazla oluyor? Allah’a mülâki olmayı dilemeyen herkesin, günahları mutlaka sevaplarından fazla çünkü amelleri boşa gidiyor.

İşte sevgili misafirlerimiz! Allahû Tealâ’nın âyetleri bunları söylüyor. Eğer bir kişi Allah’a mülâki olmayı dilemezse, o kişi hüsrandadır. O kişi hidayette değildir. Hidayette değilse dalâlettedir. Bu âyete göre hidayette değilse dal?lettedir. Ama daha açık bir şekilde ifade edelim bunu. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin dal?lette olduğunu Allah, daha açık bir şekilde ifade ediyor Ra’d Suresinin 27. âyet-i kerimesinde diyor ki orada:

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”


“Allah dalâlette olanları bırakır.” Neden bırakır? Herkes doğuşundan itibaren mutlaka dalâlettedir. Peygamberler de buna dâhildir. Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e diyor ki:

93/DUHÂ-7: Ve vecedeke dâllen fe hedâ.
Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.


“Seni dalâlette bulup da hidayete erdirmedik mi?” Bütün insanlar mutlaka dalâlette olarak doğarlar. İşte o dalâlette olan insanların, dalâlette kalmaları halinde gidecekleri yer, cehennemdir. Ama Allahû Tealâ diyor ki: “Allah dalâlette olanları bırakır. Onlarla meşgul olmaz. Ama onlardan, o dalâlette olanlardan kim Allah’a mülâki olmayı dilerse, ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilerse Allah, onları hidayete erdirir. Allah, onları Kendisine ulaştırır. Hidayete erdirir.” diyor. Bu insan kim? Allah’a ulaşmayı dileyen kişi. O dalâlette olanlardan kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah, onları Kendisine mutlaka ulaştırır.

Öyleyse Allahû Tealâ’nın bu muhtevada söylediği şey, son derece açık ve kesin. Allah o insanları Kendisine ulaştırıyor. Sevgili misafirlerimiz, sevgili izleyenler, sevgili kardeşlerim! Can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde de aynı şeyi söylüyor. Diyor ki:

42/ŞÛRÂ-13: Şeraa lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu): Allah dilediğini Kendisine seçer. (Bunlar insanların %90’nından fazlasıdır.) Ve onlardan her kim Allah’a ulaşmayı dilerse onları Kendisine ulaştırır.”

Rad-27 ile bu âyet-i kerime birbirinin tam paralelinde. Allah’ın sadece Allah’a ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştırdığı kesinleşiyor. Hidayete erdirdiği kesinleşiyor.

Öyleyse insanlar Allah’a ulaşmayı diledikleri taktirde Allah, onları Kendisine ulaştırır. İnsanlar Allah’a ruhlarını ulaştırmazlar. Allah onların ruhlarını Kendisine ulaştırır. Çünkü kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah, onları kontrolü altına alır. Onların eksiklikleri neyse giderir. Kişi namazı sevmiyorsa namazı sevdirir. Oruç ona büyük ölçüde açlık hissi duyuruyorsa açlık hissini yok eder. Allahû Tealâ o kişilere her konuda yardımcı olur. Ve onları mutlaka hedeflerine ulaştırır. Öyleyse Allah’a mülâki olmayı dilemeyen bir insanın durumu nedir?

* Açık bir şekilde o kişinin gideceği yer, ne yazık ki cehennemdir.
* O kişi dalalettedir.
* O kişi hüsrandadır.
* O kişi hidayette değildir.

Bu kadar önemli bir vakadan söylüyoruz. Ve bugün zamanımızda üniversitelerimizdeki d?n öğretisinde bu söylediklerimizin hiçbiri öğretilmiyor. Çünkü öğretim üyeleri bu hakikatlerden haberdar edilmemiş. Gene çünkü onları öğretenler de bu hakikatlerden haberdar değildi. (Yani onların hocaları da.) Bunlar, 14 asır evvel Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz zamanında yaşanan Kur’ân hakikatleridir. Kur’ân’ın farzlarıdır. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin durumu böyle.

Benzer konular