Bakara 6-7’de belirtilen kişilerin muhtevasının, İsrâ 45-46’da belirtilen kişilerle aynı olduğunu ve bu kişilerin; “Biz Allah’a inanıyoruz ve îmân ediyoruz” demelerine rağmen, Hucurat 14’e göre kalplerine îmân yazılmadığından mü’min olamayacaklarını, ebedî cehennemde olacakların bunlar olduğunu söyleyebilir miyiz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Mü'min » Bakara 6-7’de belirtilen kişilerin muhtevasının, İsrâ 45-46’da belirtilen kişilerle aynı olduğunu ve bu kişilerin; “Biz Allah’a inanıyoruz ve îmân ediyoruz” demelerine rağmen, Hucurat 14’e göre kalplerine îmân yazılmadığından mü’min olamayacaklarını, ebedî cehennemde olacakların bunlar olduğunu söyleyebilir miyiz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Bakara 6-7’de belirtilen kişilerin muhtevasının, İsrâ 45-46’da belirtilen kişilerle aynı olduğunu ve bu kişilerin; “Biz Allah’a inanıyoruz ve îmân ediyoruz” demelerine rağmen, Hucurat 14’e göre kalplerine îmân yazılmadığından mü’min olamayacaklarını, ebedî cehennemde olacakların bunlar olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bakara 6-7’de belirtilen kişilerle, İsra 45-46’da belirtilen kişiler aynı değil, birbirinden farklı. İsra 45 ve 46’da Allahû Tealâ uzuvlar üzerindeki engellerden bahsediyor. Bakara 6 ve 7’de ise hassalar üzerindeki engellerden bahsediyor. Peki, büyük bir farklılık mı? Hayır değil. Çünkü bir tanesi tahakkuk ettiği zaman, arkadan 2. si de geliyor. Yani ya kişi Allah’ın ayetlerine itiraz ediyor, itiraz ettiği zaman bu kişi bir olguyla karşılaşıyoruz. Allahû Tealâ onların gözlerine hicab-ı mesture koyuyor, engel koyuyor; kulaklarına vakra koyuyor engel koyuyor; kalplerine ekinnet koyuyor engel koyuyor. Görmeyi, işitmeyi ve idrak etmeyi, anlama müessesesini, akletme müessesesini engelliyor. İdrak etmek akletmek olarak geçiyor. Bir de fıkıh etmek olarak geçiyor idrak etmek. Her ikisi de kalple ilişkili. Ama  Bakara 6 ve 7 ye bakıyoruz:

2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü’min olmazlar.


"Onlar ki, muhakkak ki kâfirdirler. Sen onları uyarsan da uyarmasan da, onlar için eşittir onlar mü’min olmazlar." diyor Allahû Tealâ.

Bakara Suresinin 7. âyet-i kerimesi:

2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâvetun, ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azap vardır.


hatemallâhu alâ kulûbihim: Allah kalplerini mühürlemiştir.
ve alâ sem’ıhim: Ve işitme hassalarını da mühürlemiştir.

Kalplerini yani kalplerindeki idrak hassasını ve işitme hassalarını da mühürlemiştir ve görme hassalarının da üzerine gışavet koymuştur.

"ve lehum azâbun azîm(azîmun): Onlara azîm bir azap var.” diyor.

Burada irşad makamının söylediklerini, Resûl’ün söylediklerini, anlamamaları için, idrak edememeleri için, görme, işitme ve idrak etme hassalarının üzerine mühür koyuyor, engel koyuyor Allahû Tealâ Bakara 6 ve 7’de. Ama İsrâ 45 ve 46’da, görme, işitme ve idrak etme hassaları değil, gözler, kulaklar ve kalbe konuluyor.

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhirati hicâben mestûrâ(mestûran).
Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).


“Sen onlara Kur’ân-ı okuduğun zaman, kıraat ettiğin zaman, biz seninle o Allah’a ruhun ölmeden evvel ulaşmasına, ahirete inanmayanların arasına, yani araya onların gözlerinin üzerine bir gizli perde koyarız” diyor Allahû Tealâ. Yani “Gözlerinin, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i bir irşad makamı olarak görmesini engelledik.” diyor.

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûran).
O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.


“ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten: Ve onların kalplerine ekinnet koyduk” diyor.
 
“Kalplerinin idrak hassasını engelledik” diyor. "İdrak etmesini sağlayacak olan, kalplerine ekinnet koyduk, onları idrak etmekten engelleyen bir ekinnet, engel koyduk." diyor. 

"ve fî âzânihim: Onların kulaklarının içine vakra koyduk." diyor, gene engel koyduk.

Göz, kulak ve kalp. "Kalplerinin üzerine ekinnet koyduk." diyor Allahû Tealâ. "Kulaklarının üzerine vakra koyduk ve gözlerinin üzerine hicab-ı mesture koyduk." diyor.

ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu: Kur’ân’da sen Rabbinin tekliğini zikrederek, zikrettiğin zaman.
"vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren): Onlar arkalarını nefretle döndüler” diyor.

Görüldüğü gibi Bakara 6 ve 7’de hassalar üzerine engeller koyuyor Allahû Tealâ. Ama İsrâ 45 ve 46’da uzuvlar üzerine engel koyuyor, ne fark eder? Aslında büyük bir fark etmez. Çünkü Allahû Tealâ uzuvlar üzerine engel koyduğu zaman arkasından engelleri hassalar üzerine de engel koyuyor. Eğer hassalar üzerine engel koyarsa, işin durumuna göre, o zaman uzuvlar üzerine de engel koyuyor.

Hassalar üzerine engel koyması demek, uzuvların zaten görev yapamaması demek. Uzuvlar üzerine engel koyduğu zaman, zaten hassalarında görev yapamaması demek. Ama engelleri Allahû Tealâ tamamlıyor. Önce hem kişinin gözleri kör oluyor görmez oluyor, hem görme hassası perdeleniyor, hem kulakları sağır oluyor hem de işitme hassası mühürleniyor, hem kalbi idraksiz oluyor, hem de mühürleniyor.

Öyleyse aradaki farklılık, aslında çok önemli bir farklılık değil. Çünkü söylediğimiz gibi bir olay tahakkuk ettiğimiz zaman, arkadan 2. si de hemen geliyor.

"Bakara 6 ve 7’de belirtilen kişilerin muhtevası, İsrâ 45-46’da belirtilen kişilerle aynı olduğunu söyleyebilir miyiz?" diyor.

Aslında birisinde hassaların, birisinde uzuvların engel konulmasına rağmen, neticede aynı durumda olduklarını söylüyoruz. Çünkü hemen ikisi de arkadan birleşiyor. Yani hassalar üzerine engel koyduysa arkadan uzuvlara da koyuyor. Uzuvlar üzerine engel koyduysa, arkadan hassalara da engel koyuyor. Uzuvlar üzerine engelleri, uzuvlar üzerine engeli karşı çıkanlar içi, hassalar üzerine engeli, karşı çıkmasalar da Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için, dilemeyenlerin üzerine koyuyor. Yani kişiler tebliğe muhatap oldukları zaman, farklı bir ortamın sahipleri tebliğe muhatap olmuşlar. Ve kardeşimiz “Aralarında farklılık yok.” diyor. Netice itibariyle gerçekten yok.

"Şimdi Hucurât 14’e göre kalplerine îmân yazılmadığından mü’min olamayacaklarını söyleyebilir miyiz?" diyor.

Hayır, kalplerine îmân yazılmadığından değil, kalplerine îmân girmediğinden. Kalbe îmân yazılması başka şey, kalbe îmân girmesi başka şey. Allahû Tealâ o kalbi dizayn ediyor.

Kişi:

1- Allah’a îmân ediyor.
2- Allah’a dünya hayatında ruhun ulaşmasına îmân ediyor.
3- Bunun farz olduğuna îmân ediyor,
4- Kendiside ruhunu Allah’a ulaştıracağına, ulaştırabileceğine inanıyor.

Böyle bir insan dileği vücuda getirdiği anda, furkanlar harekete geçer engeller kalkar. Bu engellere rağmen, Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişinin özellikleri bunlar;

* Allah’a inanmak.
* Allah’a insan ruhunun ölmeden ulaşacağına inanmak.
* Bunun üzerine farz olduğuna inanmak. 

Farzsa kişi bunu yerine getirmeyi dileyecektir. O zaman dilediği anda hassalar, arkasından uzuvlar veya uzuvlar arkasından hassalardaki engellerin hepsi yok olacaktır. Önce hassalar üzerindeki engeller, mühürler açılacaktır. Sonra uzuvlar üzerindeki engeller açılacaktır. Kişi gören, işiten ve bilen birisi olacaktır. Böyle bir şey için o kişinin bu söylediğim inançlara sahip olması lâzım, o zaman kişinin kalbine:

* Allah’a ulaşma inancı.
* Allah’a inanmanın inancı.
* Ruhun ölmeden Allah’a ulaşmasına dair olan inanç.
* Birde bunun farz olduğuna dair inanç kişinin kalbine geliyor yerleşiyor, kalbe îmân girmiş oluyor, îmân girince küfür çıkıyor.

Şimdi Hucurât 14’e bakıyoruz:

49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah’a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: "Teslim olduk." deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah’a ve O’nun Resûl'üne itaat ederseniz (Allah’a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah, Gafur’dur, Rahîm’dir.”


kâletil a’râbu âmennâ: Araplar dediler ki: “Biz mü’min olduk”
kul lem tu’minû: Deki: Mü’min olmadınız.
ve lâkin kûlû eslemnâ: Biz teslim olduk deyin, yani İslâm dairesine girdik deyin.
ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum: Çünkü kalbinizin içine îmân girmedi.

Îmân yazılmadı demiyor, îmân girmedi yani bu insanlar henüz gözleri, kalpleri, kulakları, kapalı insanlar. Allah’a inanıyorlar ama Allah’a insan ruhunun ölmeden evvel ulaşmasına inanmıyorlar ve bunun üzerlerine farz olduğuna da inanmıyorlar. Böyle olduğu için, kalplerine henüz îmân girmemiş insanlar. Ama eğer bunlara inansalardı ve kendileri de inansalardı ki, Allahû Tealâ’nın sözü olduğuna göre, ruhumuzu mutlaka Allah kendisine ulaştıracaktır tarzda bir inançları olsaydı, o zaman kalplerine îmân girmiş olacaktı. Çünkü Allah’a ulaşmayı dileyeceklerdi. Dilediği zaman kalplerinden o inançsızlık müessesesi küfür çıkacaktı. Kalplerine îmân girdiği için, küfür dışarı çıkmak mecburiyetindeydi. Kalbe îmân girmediği için, insanların kalpleri kapalı, yani o insanın kalbi küfür üzere bir inancın sahibi. Allah’a ulaşmayı kişi inanmadıkça, küfür o kişinin kalbinden dışarıya çıkmaz. İnsan ruhunun ölmeden Allah’a ulaşmasına inanmak ve bunun farziyetine de inanmak, temel şart. Ve arkasında da bunu dilemek. Sadece dileyen kişilerin bu müesseselerinde açılma olur. Kalplerine îmân yazılmadığından değil, kalplerine îmân girmediğinden mü’min olamazlar. Ebedî olarak cehennemde elbette kalacaklardır. Mü’min olmadıkları için.

Benzer konular