Âli İmrân 79 ve 104'te Allahû Tealâ’nın Resûlü vasıtası ile daima ders alan ve bununla birlikte kitabı öğretenlerden olmamızın emredildiğini inşallah söyleyebilir miyiz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Hidayet » Âli İmrân 79 ve 104'te Allahû Tealâ’nın Resûlü vasıtası ile daima ders alan ve bununla birlikte kitabı öğretenlerden olmamızın emredildiğini inşallah söyleyebilir miyiz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Âli İmrân 79 ve 104'te Allahû Tealâ’nın Resûlü vasıtası ile daima ders alan ve bununla birlikte kitabı öğretenlerden olmamızın emredildiğini inşallah söyleyebilir miyiz?

Allahû Tealâ Âli İmrân 79. ve 104. âyetlerde şöyle söylüyor:
 
3/ÂLİ İMRÂN-79: Mâ kâne li beşerin en yu’tiyehullâhul kitâbe vel hukme ven nubuvvete summe yekûle lin nâsi kûnû ıbâden lî min dûnillâhi ve lâkin kûnû rabbâniyyîne bi mâ kuntum tuallimûnel kitâbe ve bimâ kuntum tedrusûn(tedrusûne).
Bir insan için, Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra onun insanlara; “Allah'tan başka bana kul olun” demesi olamaz (mümkün değildir). Fakat, sizin kitabı tedris etmiş (okuyup öğrenmiş) olmanız ve öğretiyor olmanızdan dolayı ancak: “Rabbâni (kendini Rabb'e adamış) kullar olunuz” der.


mâ kâne li beşerin en yu’tiyehullâhul kitâbe vel hukme ven nubuvvete summe yekûle lin nâsi kûnû ıbâden lî min dûnillâhi: Hiçbir insana yakışmaz ki (insanlar için uygun değildir) Allah ona kitap, hikmet ve peygamberlik ("nübüvvet" diyor Allahû Tealâ burada) versin de sonra o, insanlara: “Allah’ı bırakın da, bana kul olun.” desin.  Bu hiç kimseye hiçbir insana yakışmaz.

Zaten peygamberler sadece insanlardan oluşur. Resûller dediğimiz zaman onların arasında cinler ve melekler vardır. Nebiler dediğimiz zaman, nebilerden bir peygamber cin, bir peygamber melek yoktur. Onun için insan kelimesini kullanmış Allahû Teala burada. 

ve lâkin kûnû rabbâniyyîne bi mâ kuntum tuallimûnel kitâbe ve bimâ kuntum tedrusûn (tedrusûne): Fakat "Ders alan ve Kitab’ı öğreten rabbaniyyinlerden olun.” der.

Yani ne demek? Kitabı öğrenin, kitaptakileri gerçekleştirin ve mürşid olun, daha üst kademede, daha üst kademede, daha üst kademede olun.

Biliyorsunuz herkesin ulaşabileceği yerde bir mürşid vardır. Ama o gerçek anlamda bir mürşid olmayabilir. Yani irşad makamına fiili olarak tayin edilmiş birisi olmayabilir. Yeter ki ona tâbî olunduğunda (o bir vekil mürşidtir) cereyan geçsin el öpene. El öpenin başının üzerine zaten o mürşidin ruhu değil, devrin imamının ruhu gelir.
 
Âli İmrân 104:

3/ÂLİ İMRÂN-104: Veltekun minkum ummetun yed’ûne ilel hayri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munker(munkeri), ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Sizin içinizden hayra davet eden (mürşidlerden) bir cemaat olsun ve mârufla emretsin, ve münkerden nehyetsin (men etsin). İşte onlar, onlar felâha erenlerdir.


veltekun minkum ummetun yed’ûne ilel hayri: Sizden hayra çağıran bir ümmet oluşsun.
ve ye’murûne bil ma’rûfi: Ve ma’rufla emreden.
ve yenhevne anil munker (munkeri): ve münkerden nehyeden.
ve ulâike humul muflihûn (muflihûne): İşte onlar, felâha erenlerin ta kendileridir.

Şimdi diyor ki Şahin, bu âyetlerde Allahû Tealâ’nın Resûlü vasıtası ile daima ders alan ve bununla birlikte kitabı öğretenlerden olmamızın emredildiğini söyleyebilir miyiz inşallah?

Elbette, Allahû Tealâ bunu herkes için söylüyor. Herkesin irşad makamına yükselmesi Allahû Tealâ’nın temel emridir. Bütün sahabe bu sebeple 7 tane safhayı da tamamlayıp irşad makamına ulaşmışlar.
 
İşte 104. âyet-i kerimenin devamı var. Burada “Sizden bir ümmet oluşsun.” diyor. “Münkerden ney eden, ma’rufla emreden bir ümmet oluşsun, mürşidler oluşsun.” diyor. 110'da da diyor ki:

"Ey sahabe sizler münkerden nehyeden ve ma’ruf ile emreden bir ümmet oldunuz." diyor.

3/ÂLİ İMRÂN-110: Kuntum hayra ummetin uhricet lin nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûn(fâsikûne).
Siz, insanlar için çıkarılmış (seçilmiş) olan, ümmetin hayırlı kişileri oldunuz. Mâruf ile emredersiniz ve münkerden nehy edersiniz (men edersiniz). Ve siz, Allah'a îmân ediyorsunuz. Eğer kitap ehli de îmân etselerdi elbette onlar için hayırlı olurdu. Onlardan bir kısmı mü'mindir ve onların çoğu da fâsıklardır.


Bütün sahabe irşad makamına ulaşmışlar. Zaten Tevbe 100'de de tâbîinin sahabeye tâbî olduğu açık bir şekilde anlatılıyor. Diyor ki Allahû Tealâ:

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.


"O sabikûn-el evvelîn varya (hayırlarda yarışanların evvelkileri) onların bir kısmı ensardan, bir kısmı muhacirînden ve birde ensar ve muhacirîne ihsanla tâbî olanlardandı.

İster ensar olsun ister muhacirîn, irşad makamına tayin edilmişler. 28. basamağın 5. kademesine “İrşada memur ve müezzin kılındın.” cümlesiyle mürşid tayin edilmek üzere erişmişler ve Allahû Tealâ onları irşad makamına tayin etmiş. Ensara da muhacirîne de tâbîin tabî olmuş. Ve tâbîin de daha sonra mürşid olmuş. Çünkü hepsi için makamın adn cenneti olduğu ifade ediliyor. 

Benzer konular