Bir insanın said (cennetlik, mutlu) veya şâkî (cehennemlik, bedbaht) olması ana karnında mutlak kudret tarafından mı tespit edilir? Allah'ın dalâlette olarak yarattığı bir insan hidayete erebilir mi?

Anasayfa » Ana Sayfa » Hidayet » Bir insanın said (cennetlik, mutlu) veya şâkî (cehennemlik, bedbaht) olması ana karnında mutlak kudret tarafından mı tespit edilir? Allah'ın dalâlette olarak yarattığı bir insan hidayete erebilir mi?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Bir insanın said (cennetlik, mutlu) veya şâkî (cehennemlik, bedbaht) olması ana karnında mutlak kudret tarafından mı tespit edilir? Allah'ın dalâlette olarak yarattığı bir insan hidayete erebilir mi?

Sizi selâmların en güzeli ile selâmlıyorum. Size tevcih ettiğim kaderle alâkalı sualimi doğum günüm olan 6 Ağustos tarihi itibari ile televizyondan yanıtladınız. Sizi ilgiyle izledik. Fakat sualimde yönelttiğim said ve şâkînin ana karnında mutlak kudret tarafından tespit edildiği görüşü bana ait bir ifade değil. Bizzat Allah Resûl’ünün ifadesi. Allah bir hadîsi kutsisinde “Ey kullarım, hepiniz dalâlettesiniz, Benim hidayet ettiklerim müstesna, hepiniz fakirsiniz, Benim zengin kıldıklarım müstesna dilediğimi yaparım.” buyurarak her halükarda mutlak iradesini yerine geleceğini vurguluyor, kanaatindeyim.

Biz bu kanaatte değiliz. Bakınız beraber değerlendirelim. “Ey kullarım hepiniz dalâlettesiniz.” Herkes dalâlette, baştan itibaren herkes dalâlette ve Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e diyor ki: “Seni de dalâlette bulup, hidayete erdirmedik mi?” O da baştan dalâlette.

93/DUHÂ-7: Ve vecedeke dâllen fe hedâ.
Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.


Şimdi siz, bunu nasıl yorumlarsınız? “Ey kullarım hepiniz dalâlettesiniz. Benim hidayet ettiklerim müstesna, hidayette erdirdiklerim müstesna” yani hidayete Ben erdiririm diyor Allahû Tealâ. Kişi Allah'a ulaşmayı dilemedikçe Allah onu hidayete erdirmez.
   
Öyleyse şimdi sizin söylediğinizi düşünelim. Eğer Allahû Tealâ’nın bu söylediğiyle konunun başı ve sonu aynıysa. Allah'ın dalâlette olduğunu söylediği kişi sonuna kadar dalâlette kalacaksa Peygamber Efendimiz (S.A.V) de dalâletteydi baştan ama hidayetin en üst noktasına ulaştı. O zaman bu söylediğinizin geçerli olmadığı neticesine ulaşıyoruz. Allahû Tealâ’nın eğer kaderi takdiri baştansa, Peygamber Efendimiz (S.A.V) baştan dalâlette idi. Onun hidayete ermesi hiçbir zaman mümkün olmayacaktı.
   
Bu anlayışınız yanlış bir anlayış sevgili kardeşlerim, sevgili Nazım kardeşim. Acaba bunu kesin olarak anlatabildik mi? Peygamber Efendimiz (S.A.V) baştan dalâlette idi ve Allah onu hidayete erdirdi. Öyleyse Allah'ın dalâlette olarak yarattığı bir insan hidayete eremez diyorsanız, siz onu söylüyorsunuz bu yanlış bir dizayn, anlayışınız yanlış. Yani siz herşeyi kafanızdaki idelere göre değerlendiriyorsunuz. Biz Kur'ân-ı Kerim âyetlerine göre değerlendiriyoruz. Yetmez, hangi ölçüde bize inanıyorsunuz bilmiyoruz ama biz söylediklerimizi Allah'tan öğreniriz.
   
Öyleyse “Benim hidayete erdirdiklerim müstesna.” diyor Allahû Tealâ. Görüyorsunuz ki insanlar dalâlette olarak doğuyorlar, Allahû Tealâ onları hidayete erdiriyor. Kimleri? Sadece hidayete ermeyi dileyenleri. Dilemeyen hiç kimseyi Allahû Tealâ hidayete erdirmiyor.
   
Bir defa daha temas edelim aynı noktaya. İnsanların %90’dan fazlası seçiliyor ama seçilenlerden, onların %10’undan daha azı Allah'a ulaşmayı diliyorlar ve hidayete erenler onlardır. Yoksa Allahû Tealâ onların hepsini seçmiş ama seçmesi hidayete erdirmek için yetmiyor. İrade kula verilmiş. Kul kendi iradesiyle seçimini yapacak. 

“Mutlak iradesini yerine geleceğini vurguluyor.” diyor kardeşimiz. “Elbette ki Allah kullarına zulmedici değildir. Ama mülkünün yegâne sahibidir. Mülkünü de dilediği gibi tasarruf etme yetkisine haizdir. Allah'ın mutlak iradesine sınır getiremeyiz. Tıpkı diğer sıfatlarına getiremediğimiz gibi. Allahû Tealâ İnsan Suresi 30’da “Siz dileyemezsiniz dileyen Allah'tır.” buyuruyor. Bu da bize seçme yetkisinin bizde olmadığını ifade ediyor.” 

76/İNSÂN (DEHR)-30: Ve mâ teşâûne illâ en yeşâallâh(yeşâallâhu), innallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).
Ve Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Muhakkak ki Allah; Alîm’dir, Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).


Hayır, onu ifade etmiyor. Bir defa daha gelelim konuya, bir defa daha söylüyoruz Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesini:

42/ŞÛRÂ-13: Şeraa lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu): Allah dilediğini Kendisine seçer, Allah dilediğini seçer. O dilediklerinden kim Allah'a yönelirse, Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah sadece onları Kendisine ulaştırır, mutlaka ulaştırır.”
   
Öyleyse Allah onları seçmekle iradesini kullanmıştır. Bu iradi yapının sonucu kişisel iradeye aittir. Seçimi Allah yapıyor. Seçmiş ama hepsini kendisine ulaştırmıyor. Kulun iradesi devreye giriyor. O Allah'a yönelirse, kişi Allah'a yönelirse, kişi Allah'a ulaşmayı dilerse ancak o Allahû Tealâ tarafından Kendisine ulaştırılıyor. İşte Allahû Tealâ “Siz dileyemezsiniz, önce Allah diler.” demekle bunu kastediyor. Allah kişiyi Kendisine ulaştırmayı diliyor. Kendisine ulaştırmayı uygun gördüğü için onu seçiyor. Ama nihai seçim hakkını kulluna veriyor. Hiç kimse Allahû Tealâ tarafından seçilmeden yani Allah onun Kendisine ulaşmasını dilemedikçe, Allah'a ulaşmayı bu sebeple dileyemez çünkü o kişi Allah'a ulaşmayı dilese de bu bir şey ifade etmez.
   
Hangi açıdan söylüyoruz? İnsanlar var “Ben Allah'a ulaşmayı diledim.” diyor. Onun dilemesi kalbinden bir dilek değildir. Böyle bir dileği Allahû Tealâ kabul etmiyor. Kişinin kalbiyle Allahû Tealâ’yı dilemesi lâzımdır. İşte o kalbiyle Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dileyen kişi mutlaka Allah'ın seçtiklerinin arasındandır.
   
Öyleyse konuyu burada tamamlıyoruz. Önce Allah seçiyor, Allah diliyor sonra kul seçiyor. Seçimi Allah'a ulaşmayı dilemek veya dilememek olarak, iki seçimden birini yapıyor. Allah'a ulaşmayı dilemeyen, Allah'ın seçmesine rağmen Allah'a ulaşmıyor. Allah onu Kendisine ulaşma müsaadesi vererek seçiyor, Allah diliyor bu kişinin Kendisine ulaşmasını ki onu seçiyor ama o kişi Allah'a ulaşmayı dilemedikçe, Allah onu Kendisine ulaştırmıyor.

ve mâ teşâûne illâ en yeşâallâh(yeşâallâhu): Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz.
innallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen): Allah âlimdir, bilir ve hakîmdir, hikmet sahibidir.
   
Öyleyse Allah dilemedikçe, insanlar dileyemez. Önce Allah dileyecek, ikinci basamakta Allahû Tealâ diler, insanların büyük kısmını seçer ama kim onlardan Allah'a ulaşmayı dilerse o Allah'a ulaşır. Burası bir sonraki basamaktır, 3. basamaktır. Ve kardeşimiz ikinci âyet-i kerimesinde diyor ki, Saffat Suresinin 96. âyet-i kerimesi:

37/SÂFFÂT-96: Vallâhu halakakum ve mâ ta’melûn(ta’melûne).
Ve (oysaki) sizi de, yaptığınız şeyleri de Allah yarattı.


vallâhu halakakum: Ve andolsun ki, Allah halakakum sizi yarattı.
ve mâ: Şeyleri
ve mâ ta’melûn(ta’melûne): Ve yapacağınız şeyleri de yarattı.
   
Allahû Tealâ bizi yarattığı zaman, bizim bütün geleceğimiz oradadır. 7. kattaki kader hücrelerindedir. Bu kıyametten geri dönüşü ifade eder. Kıyametle beraber zaman geriye dönerek sıfır noktasına ulaşıyor. Dikkat edin Allahû Tealâ cennete girecekleri 7. gök katına alıyor, illiyyine, cehenneme gideceklerin kader hücrelerini zemin kattan 7 kat aşağı siccîne alıyor, Mutaffifin Suresi bunu söylüyor. 8 ve 18. âyetler:
 
83/MUTAFFİFÎN-8: Ve mâ edrâke mâ siccîn(siccînun).
Ve siccînin ne olduğunu sana bildiren nedir?


83/MUTAFFİFÎN-18: Kellâ inne kitâbel ebrâri le fî illiyyîn(illiyyîne).
Hayır, muhakkak ki ebrar olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin, hidayette olanların) kitapları (kayıtları, hayat filmleri) elbette illiyyin’dedir (zemin kattan 7 kat yukarıda olan birinci âlemdeki kader hücrelerindedir).


Öyleyse herkesin gideceği yer de belli, cehennem de belli, cennete belli kim nereye girecekse herşey Allahû Tealâ tarafından biliniyor çünkü zaman Allah'a göre başa dönmüş, Allah zamanı sıfırlayabilecek sonsuz hızın sahibi olduğu için zamandan da mekândan da münezzehtir. Eğer cehenneme gideceklerin yeri ayrıysa, cennete gideceklerin yeri ayrıysa bu kesinlikle 7. gök katına ve 7. yer katına konmuşsa Allahû Tealâ’nın bunları bildiği kesindir.     Öyleyse aynı şeyler alnımızda bütünüyle mevcuttur. Böyle bir dizaynda bu Allah'ın bizi Kendi iradesine göre yönetmesi anlamına mı geliyor? Öyle mi düşünüyorsunuz? Allahû Tealâ kulluna serbest irade vermemiş mi? Mesela siz şu anda istediğiniz herşeyi yapamaz mısınız? Her yaptığınız şeyi Allah mı size yaptırıyor? Kişiler o zaman neden cehenneme gidiyorlar? “Cehenneme sadece suçluları alırız.” diyor Allahû Tealâ. Suçun cürüm olduğunu, kişiye ait olduğunu “Kâfirler istemese de, suçlular, mücrümler istemese de” diyor Allahû Tealâ.

Sizin inancınıza göre hem Allah işi yaptıracak hem de Allahû Tealâ kişiyi suçlayacak! Allah yaptıracak, kişiyi cehenneme Allah atacak. Yani kişi cennete girmeyi istese bile bunu yapamayacak. Allahû Tealâ öyle istediği için kişi cehennemlik ameller işleyecek, Allah işlettiği için ve kişi cehenneme gidecek öyle mi? Nazım Bey kardeşim sahiden bunu söyleyebilecek misin?
   
Bu konuyu burada tamamlamamız lâzım diye düşünüyorum. Allahû Tealâ İlâhi İradenin insanlar için bir yaratıcı olduğunu “Amelleriyle birlikte onları yaratır.” demekten muradı ise bu ayırıma göre sonucu baştan biliyor olmasıdır. Kimin cehenneme gideceği, kimin cennete gireceği Allahû Tealâ tarafından baştan itibaren bilinir. Ama Allah istediği için gitmez. Dehr Suresinin 3. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

76/İNSÂN (DEHR)-3: İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiran ve immâ kefûran.
Muhakkak ki Biz, onu (Allah’a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah’a ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da (Allah’a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.


“Biz onları hidayete erdiririz ama dileyen şükredenlerden olur, dileyen küfredenlerden olur.” Açın bakalım. Böyle mi söylüyor yoksa söylemiyor mu Allahû Tealâ. “Dileyen şükredenlerden, dileyen küfredenlerden olur.” diyor. “Ben dilediğim için o kişi şükredenlerden olur.” demiyor. “Ben dilediğim için o kişi küfredenlerden olur.” demiyor.

O zaman sizin söylediğiniz doğru olsaydı, Allahû Tealâ insanları ikiye ayıracaktı. Bir kısmına:
 
“Seni Ben cehenneme tayin ettim, mutlaka cehenneme gideceksin, ne yaparsan yap cehennemden kurtulamazsın.” diyecekti. Ve kişi cehennemde, sırf Allah onun cehenneme gitmesini istediği için cehennem ehli olacaktı öyle mi? O zaman nerede kaldı Allah'ın El-Adl esması; adaletin gerçek sahibi, nerede kaldı Allah'ın El-Hak esması; hakkın gerçek sahibi. Öyleyse bu konuyu yeniden düşünün sevgili kardeşim.


Benzer konular