Necm Suresinin 23. âyet-i kerimesi ile Kasas 50 ve Câsiye 23 arasında bir ilişki var mıdır?

Anasayfa » Ana Sayfa » Hidayet » Necm Suresinin 23. âyet-i kerimesi ile Kasas 50 ve Câsiye 23 arasında bir ilişki var mıdır?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Necm Suresinin 23. âyet-i kerimesi ile Kasas 50 ve Câsiye 23 arasında bir ilişki var mıdır?

Burada Necm-23’te Allahû Tealâ’nın putlara tapan insanlara hidayetçi gönderdiğini söylüyor.

53/NECM-23: İn hiye illâ esmâun semmeytumûhâ entum ve âbâukum mâ enzelallâhu bihâ min sultân(sultânin), in yettebiûne illâz zanne ve mâ tehvâl enfusu, ve lekad câehum min rabbihimul hudâ.
Onlar (bu isimler) ancak sizin ve babalarınızın onları isimlendirdiğiniz isimlerdir. Allah onlara hiçbir sultan (delil) indirmedi. Onlar sadece zanna ve nefslerinin arzuladığı şeylere tâbî oluyorlar. Ve andolsun ki, onlara Rab'lerinden hidayet geldi.


Şimdi Kasas-50’ye bakıyoruz:

28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah’tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.


“Eğer senin davetine icabet etmezlerse…”

Ne diyor? “Allah’a ulaşmayı dileyin.” diyor Peygamber Efendimiz (S.A.V). Bu davete icabet etmezlerse, onlar hevalarına tâbî olmuşlardır. Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes hevasına tâbî olmuştur. Câsiye-23’te ne diyordu Allahû Tealâ?

45/CÂSİYE-23: E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveten, fe men yehdîhi min ba’dillâhi, e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?


“O hevalarını kendilerine ilâh edinenleri görüyor musun? Allah onları ilim üzere, onların faydasız ilimleri üzerine dalâlette bıraktı. Ve onların işitme hassalarını mühürledi. Ve kalplerini de mühürledi. Ve basarları üzerine; görme hassalarının üzerine gışavet kıldı, perde kıldı. Bundan sonra o kişiyi kim hidayete erdirebilir?”

Bu kişi dalâlette. “Allah onları ilim üzere dalâlette bıraktı.”

“e fe lâ tezekkerûn:  hâlâ tezekkür etmez misiniz?” diyor Câsiye-23’te Allahû Tealâ.

Şimdi Kasas-50’ye bakıyoruz:

fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum: eğer senin davetine; “Allah’a ulaşmayı dileyin” davetine icabet etmezlerse, bil ki onlar hevalarına tâbî olmuşlardır.

İşte burada hevalarını kendilerine ilâh edinenlerden bahsediyor Allahû Tealâ.

ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden: bir hidayetçi olmaksızın kendi hevasına tâbî olan kişiden daha çok dalâlette olan kimdir?

innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne): muhakkak ki Allah, zalim kavimleri hidayete erdirmez.

Burada Allahû Tealâ, Necm-3’te de Kasas-50’de de Câsiye-23’te de bir başka cepheden daha bakıyor olaya. Hidayetçiye ulaşıp tâbî olma.

Allahû Tealâ Necm-23’te diyor ki:

ve lekad câehum min rabbihimul hudâ:
muhakkak ki onlara Rablerinden hidayet geldi, hidayetçi geldi.

Ama onlar putlara tapıyorlar, hidayetçiye tâbî olmuyorlar. Ve zanna ve nefslerinin hevasına uyuyorlar.

Necm-23’te de Kasas-50’de de Câsiye-23’te de hevalarına uyanlar var. Hidayetçinin varlığına rağmen hevalarına uyanlar. Ön safhasında bu hevalarına uyanlar, Allah’a ulaşmayı dilemeyenler ve tabiatıyla hiçbir zaman hidayetçinin gelmesine rağmen, onun kendilerine  tebliğ yapmasına rağmen bu tebliğe uymayanlar.  Çünkü Allahû Tealâ işitme hassasını, idrak hassasını, basar hassasını mühürlediğine göre bu insanlar, İsrâ-45 ve 46’daki Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir.

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhirati hicâben mestûrâ(mestûran).
Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûran).
O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.


Kendilerine tebliğ yapılır da kim Allah’a ulaşmayı dilemezse onların gözleri, kulakları ve kalpleri Allahû Tealâ tarafından mühürleniyor. Öyleyse iki ayrı cepheden 3 âyet-i kerimeye de bakmak mümkün. Necm-23, Kasas-50 ve Câsiye-23 hidayetçinin kendilerine gelip de davet etmesine rağmen davete icabet etmeyenler bunlar. Ve davete icabet etmedikleri için gözleri kör, kulakları sağır, kalpleri idraksiz. İşte bunlar Allah’ın davetine icabet etmeyenler. Onlar, nefslerine tâbî olanlar ve nefslerine tâbî olmakla kalmıyorlar, zanlarıyla hareket ediyorlar. İşte Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes bu seviyede kalmaya mahkûmdur.

Benzer konular