Rahmet, fazl ve salâvât nurlarının görevlerini izah eder misiniz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Rahmet Nuru » Rahmet, fazl ve salâvât nurlarının görevlerini izah eder misiniz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Rahmet, fazl ve salâvât nurlarının görevlerini izah eder misiniz?

Eğer Allah’a ulaşmayı dilerseniz, Allahû Tealâ size yedi tane furkan verir ve sizi işiten, gören ve idrak eden bir hüviyete getirir. Sonra sizi irşad makamına ulaşıp da, ona tâbî olduğunuz zaman tâbiiyetinizi Allah’ın kabul edeceği bir hüviyete getirir. Bunun için de kalbinizin nur kapısını Allah’a çevirir, göğsünüzden kalbinize nur yolu açar, kalbinizle sizin aranıza girer, katından rahmet ve fazl gönderir size ve mürşidinize ulaştığınız zaman rahmetle fazl ve rahmetle salâvât da ilâve eder.

Ne olmuştur? Göğsünüzden kalbinize, bu konuyla alâkalı –rahmet, fazl ve salâvât nurlarının dizaynı içersinde, bununla alâkalı olay– nefsinizin kalbine, Allah’a ulaşmayı diledikten sonra siz, göğsünüzden nur yolunu açtıktan sonra, zikir yaptığınızda rahmet ve fazl gönderir. Bunlardan rahmet nurları kalbinize sızar. Bu sızma sebebiyle, % 2 sızma sebebiyle huşû sahibi olursunuz. Mürşidinizi talep edersiniz, Allah size mutlaka mürşidinizi gösterir. Tâbiiyetinizi sağlarsınız. Tâbiiyetle birlikte iki grup nur daha gelecektir size; rahmetle salâvât.

Zumer Suresinin 23. âyet-i kerimesinde:

39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâhi, zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-rahmet ve salâvât-fazl), Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.


Allahû Tealâ nurlarını ikişer ikişer gönderdiğini söylüyor, ama bir evvelki âyet-i kerimede, Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesinde:

39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâhi, zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-rahmet ve salâvât-fazl), Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.


Allahû Tealâ diyor ki: “Hiç Allah’ın göğsünü şerh ederek, yararak İslâm’a açtığı kişinin kalbine Allah’ın gönderdiği nur sebebiyle o kalbin aldığı durumla, kalpleri kasiyet bağlamış olan, kalpleri nursuz olanların durumu aynı olabilir mi?”, diyor Allahû Tealâ Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesinde.

“Allah’tan göğsünü şerh edip de o kalbe Allah’tan nur gönderdiğimiz, o nurla kalbini nurlandırdığımız kişiyle, kalbini İslâm’a açtığımız, Allah’a teslim olmaya açtığımız, şerh ederek (göğsünü yararak) kalbini Allah’a teslim olmaya açtığımız kişinin kalbiyle, kalpleri kasiyet bağlamış olan kişilerin kalpleri bir olur mu?”, diyor.

Birincisinde nur var kalplerinde, rahmet nurları girmiş kalplerine ve Zumer Suresinin 23. âyet-i kerimesinde Allah: “Kitab’a ve Kitab'ın içindeki kelimelere benzer şekilde, –yani   Kitap bir zarf, Kitab'ın içindeki kelimeler mazruf, zarfın içindekiler– Allah nurlarını ikişer ikişer gönderir”, diyor. “İhdas ettiği şeyi, nurlarını ikişer ikişer gönderir.”, diyor.

Nur olmasının izahı bahsedilen şeyin, bir evvelki âyet-i kerimede Allahû Tealâ’nın bunu açıklamış olması ve burada, Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesinde, sadece rahmetle fazl nurları var.

Bakara Suresinin 156 ve 157. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.

2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
İşte onlar (dünya hayatında Allah’a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab’lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır.


“Onlara bir musîbet isabet ettiği zaman, onlar derler ki: ‘Biz muhakkak ki Allah için yaratıldık; mutlaka Allah’a ulaşacağız, ruhumuzu ölmeden evvel mutlaka Allah’a ulaştıracağız.”

Ve arkadan devam ediyor Allahû Tealâ: “İşte onlar hidayete erecek olanlardır.”, diyor ve “Allah’ın rahmetiyle salâvâtı onların üzerinedir.”, diyor. Rahmetle salâvâtın gelmeye başladığı nokta, tâbiiyetimiz. Ancak tâbiiyetten sonra rahmetle salâvât bize ulaşacaktır.

Peki tâbiiyetten evvel gelen ne? Rahmetle fazl. Nerede geçiyor birinci ikili? Birinci ikili başka bir âyet-i kerimede geçiyor, rahmetle fazl. Allahû Tealâ’nın Nur Suresinin 21. âyet-i kerimesinde söylediğine dikkat edelim:

24/NÛR-21: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).


“Sakın şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Kim şeytanın adımlarına tâbî olursa münkerle ve fuhuşla emrolunur şeytan tarafından. Eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı üzerinize olmazsa, içinizden hiçbiriniz nefsinizi tezkiye edemezsiniz.”
 
İşte muhteva, böyle bir muhteva. Rahmet ve fazlın üzerinize olması olayı. Rahmet ve fazl ne zaman üzerinize olur? Rahmet ve fazlı gönderen, Rahîm esmasıdır. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, o, Rahîm esmasının o andan itibaren sahibidir. Rahîm esması o kişide tecelli etmeye başlar ve bu Rahîm esması o kişiyi on iki tane ihsanla mürşidine ulaştırır, ama onuncu ihsanla beraber o kişinin kalbine zikir yaptığında, göğsünden kalbine Allahû Tealâ yol açtığı için ve Rahîm esmasının sahibi olduğu için kişi, rahmet ve fazl ulaşmaya başlar.

Rahmet nurları kargo uçağıdır. Beraberinde fazılları taşırlar, beraberlerinde salâvât nurlarını taşırlar. Rahmet hem salâvâtı getirir Bakara Suresinin 157. âyet-i kerimesi gereğince, hem de fazlı getirir Nur Suresinin 21. âyet-i kerimesi gereğince.

Öyleyse rahmetle fazl ve rahmetle salâvât, ayrı ayrı değerlerdir. Bu değerler, o istikamette hüküm fermadır. Kişinin kalbine onuncu basamaktan itibaren gelen rahmetle fazıldır. Bunlar gelirler, –ki zikirle gelirler, anahtar sadece zikirdir, “Allah” kelimesiyle yapılan zikirdir– Allah’ın katından gelen rahmetle fazl göğse gelirler, yarılmış olan göğsün o yarığından geçerler, kalbe ulaşırlar; ama fazıllar kalbe giremez, çünkü kalpte henüz “îmân” kelimesi yoktur. Ve rahmet nurları öncü kuvvetler olarak kalbe girer. Kalbin içinde toplanmaları, sadece % 2’ye kadardır. O kadar bir toplanma noktasına ulaşacaklardır. Arkadan gelecek olan rahmetle salâvât, tâbiiyetten sonra gelir. O zaman bir dörtlü grup gelecektir; rahmetle fazl ve rahmetle salâvât, ikisi de gelecektir ve kişinin kalbine ulaşacaktır. Ama kalpte bir değişiklik olmuştur. Kalbin içine Allah îmânı yazmıştır sevgili kardeşlerim. Kalbin içine îmân yazıldığı cihetle, îmân kelimesi bir çekim gücü oluşturur. Bu çekim, sadece fazl’a karşıdır.

Salâvât nurlarıysa; bu fazıllar kalbe girdiği zaman, îmân kelimesine yapışmalarına karanlıklar engel olmaya çalışırlar, işte salâvât nurları bu engeli ortadan kaldırmak üzere gönderilir ve fazıllar, salâvât nurlarının da yardımıyla, rahatça îmân kelimesine bağlanırlar, yapışırlar ve nefsin kalbinde % 2 rahmetin ötesinde, % 98’e kadar ulaşan fazılların birikim olayı başlar. Bu, kalbin nurlanmasıdır. Bu, kalbin zulmetten nura çıkarılmasıdır.

Bakara Suresinin 257. âyet-i kerimesinde ne diyordu Allahû Tealâ?
 
2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.


"Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri): Allah, âmenû olanların, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin dostudur. Onları, yani onların kalplerini zulmetten nura çıkarır.”

İşte böyle çıkarır. Öyleyse rahmetin, fazlın ve salâvâtın görevlerini inşaallah açıkladık.

Benzer konular