Hadîd Suresinin 19. âyet-i kerimesiyle Tahrîm Suresinin 8. âyet-i kerimesi arasında bir ilişki var mıdır?

Anasayfa » Ana Sayfa » Allah'a Ulaşmayı Dilemek » Hadîd Suresinin 19. âyet-i kerimesiyle Tahrîm Suresinin 8. âyet-i kerimesi arasında bir ilişki var mıdır?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Hadîd Suresinin 19. âyet-i kerimesiyle Tahrîm Suresinin 8. âyet-i kerimesi arasında bir ilişki var mıdır?

Hadîd Suresi 19. âyet-i kerime:

57/HADÎD-19: Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ulâike humus sıddîkûne veş şuhedâu inde rabbihim, lehum ecruhum ve nûruhum, vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cahîm(cahîmi).
Ve, Allah’a ve O’nun Resûl’üne inananlar, işte onlar, onlar sıddıklardır ve şehitlerdir. Rab’lerinin yanında onların ecirleri ve nurları vardır. Ve inkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cahîm (alevli ateş) halkıdır.


vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ulâike humus sıddîkûne veş şuhedâu inde rabbihim: Onlar ki Allah’a ve Resûl’üne îmân etmişlerdir. İşte onlar sıddıklardır ve şahitlerdir. Rablerinin huzurunda şahitlerdir.
lehum ecruhum ve nûruhum: Onların ecirleri vardır; mükâfatları vardır ve nurları vardır.
vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cahîm: Kim inkâr ederse ve âyetlerimizi tekzip ederse, yalanlarsa onlar cehennem ehlidirler (cehennem ashabıdırlar).

Tahrîm Suresi 8.âyet-i kerimesi:

66/TAHRÎM-8: Yâ eyyuhâllezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhan, asâ rabbukum en yukeffira ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meahu, nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûranâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Allah’a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O’nunla beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar. “Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki Sen, herşeye kaadirsin.” derler.


yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ: Ey âmenû olanlar, Allah’a nasuh tövbesiyle tövbe edin.
asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum: Ve böylece Allah, sizden seyyiatinizi (sizin seyyiatinizi) örtsün.
ve yudhilekum cennâtin: Ve sizleri cennete koysun.
tecrî min tahtihel enhâru: Altından nehirler akan.
yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meahu: O gün Allah, nebîyi ve onunla birlikte olanları mahzun etmeyecektir.
nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim: Nurları önlerinde ve sağlarında olarak yürürler.
yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ: Derler ki: Rabbimiz bizim nurumuzu tamamla.
vagfir lenâ: Ve bize mağfiret et; günahlarımızı sevaba çevir.
inneke alâ kulli şey'in kadîr: Muhakkak ki Sen her şeye kadirsin derler.

Tahrîm Suresi 8.âyet-i kerimesi de Hadîd Suresinin 19. âyet-i kerimesi de aynı noktaya işaret ediyor.

“vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ulâike humus sıddîkûne.”

Allahû Tealâ bu sıddıklardan  bahsediyor, Allah’a ve O’nun Resûl’üne îmân edenler. Öyle ki bu “sıddîkun” dediği kesim, şehitlerle aynı seviyede. Onlar, Rablerinin indinde Allah’a şahit olanlar. Öyleyse mutlaka salâh makamının sahipleri, mutlaka başlarının üzerinde salâh nuru var. “Onların ecirleri vardır (en yüksek ecir) ve başlarının üzerinde nurları vardır.” diyor. Bu itibarla iki âyet arasında mutlak irtibat var. Şehitler de sıddîkler de orada, Hadîd Suresinin 19. âyet-i kerimesi Allah’ın huzurunda Allah’a şahit olanlardan bahsediyor. Ve  bunu da sahih olarak açıklayanlardan bahsediyor. Allah, Zat’ını gösterir ve kuluna da bunu açıklama emrini verir. O kişi der ki: “Ben Allah’ı gördüm.” Sonra birçok kişi ona der ki: “Biz de gördük.” Ne gördünüz? “İhtiyar bir adam gördük, beyaz sakallı.”

Sevgili kardeşlerim, Allah rüyada görünmez. Nefsin baş gözleri Allah’ın Zat’ını görmeye mütehammil değildir. Tahammül edemez. Nefsin baş gözleri Allah’ın Zat’ını göremez. Çünkü nefs Allah’ın Zat’ına, gök katlarına çıkamaz. Zemin katta ve aşağıdaki katlarda yolculuk yapar. Allah’ın rüyada görülmesi mümkün değildir. Ancak kalp gözüyle görülür. Nefsin de ruhun da kalp gözü Allah’ı görebilir. Ama nefsin baş gözü Allah’ı göremez. Ruhun baş gözü Allah’a görür.

Allahû Tealâ burada Allah’ın Zat’ına şahit olanlardan bahsediyor; Rabb’lerinin indinde Allah’ın Zat’ına şahit olanlar. Öyleyse buradaki, Hadîd Suresinin 19. âyet-i kerimesindeki olay Allah’ın Zat’ına şahit olmaktır. Onun için Allahû Tealâ bunu söyleyenlere, açıklamaktan çekinmeyenlere sıddîkler adını verir. Onlar, Allahû Tealâ’nın en yakın dostlarıdır. Allah’ın katında Allah’ın Zat’ına şahadet edenlerdir. Hadîd Suresinin 19. âyet-i kerimesi bu açıdan önemli bir âyet-i kerime.

Allah’ın huzurunda Allah’ın Zat’ına şahitlik edenler. Aralarında bir ilişki mutlak olarak mevcut.
 
Hadîd-19’a göre her sıddîk olan kişi, Yûnus Suresinin 2. âyet-i kerimesine göre sıddîk makamının sahibi olabilir mi?

Yûnus-2:

10/YÛNUS-2: E kâne lin nâsi aceben en evhaynâ ilâ raculin minhum en enzirin nâse ve beşşirillezîne âmenû enne lehum kademe sıdkın inde rabbihim, kâlel kâfirûne inne hâzâ le sâhırun mubîn(mubînun).
Onlardan bir adama, "insanları uyarması, âmenû olanları (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenleri) müjdelemesi" için vahyetmemiz insanlara acaip (garip) mi geldi? Muhakkak ki onlar için, Rab’lerinin yanında (katında) sıddıklar makamı vardır. Kâfirler şöyle dediler: “Muhakkak ki bu, mutlaka apaçık bir sihirbazdır.”


“Onlardan bir adama, insanları uyarması, âmenû olanları müjdelemesi için vahyetmemiz insanlara acaip mi geldi? Muhakkak ki onlar için, Rabb’lerinin yanında (katında) sıddîkler makamı vardır. Kâfirler şöyle der: Muhakkak ki bu, mutlaka apaçık bir sihirbazdır.”

Yûnus Suresinin 2. âyet-i kerimesiyle Hadîd Suresinin 19. âyet-i kerimesi bir yakın ilişki içerisindedir. Burada da Allahû Tealâ vasıf vermemiş. “Onlardan bir adama insanları uyarması ve âmenû onları müjdelemesi için.” diyor. Bu ya resûldür ya da nezirdir. Sadece onlar için bu söyleniyor.

İnsanları uyarmakla ve âmenû olanları müjdelemekle Allahû Tealâ’nın vazifeli kıldığı kişi, Allah’ın resûlüdür. Bu resûl, ya nebî resûldür yani peygamberdir ya da velî resûldür, peygamber olmayan bir resûldür. Allah’ın katındaki risalet, imamet müessesesi kıyâmete kadar devam edecektir. Ama Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le beraber nübüvvet tamamlanmıştır. Artık nebîler olmayacağına göre Allah’ın katında bu vazifeyi yapacak olan, huzur namazının imamlığını yapacak olanlar mutlaka velî resûllerdir. Onların da vazifeleri anlatılıyor burada: “İnsanları uyarsınlar diye ve âmenû olanları müjdelesinler diye.”

Bu âyet-i kerime ile Allahû Tealâ’nın diğer âyetleri arasında bir ilişki var, Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesi arasında bir ilişki var.

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alâl kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın?” (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.


Allahû Tealâ diyor ki: “Cehenneme girenlere cehennem bekçileri derler ki: Allah’ın resûlleri size gelip Allah’ın âyetlerini okuyup sizi uyarmadılar mı? Buraya geleceğinizi söylemediler mi?”

Yani “Allah’ın âyetlerini okuyup siz Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz gideceğiniz yer cehennemdir demediler mi?” mânâsı çıkıyor.

Yûnus Suresinin 2. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ açıkça peygamber olmayan bir resûlden bahsediyor; insanları uyarsın ve âmenû olanları müjdelesin. Onlardan bir adama Allah’ın vahy etmesi; Rabb’lerinin indinde sıdk makamı.

Zamanın imamını, sıdk makamının sahibi olarak anlayabilir miyiz?

Evet, insanları uyarmakla daima zamanın imamı vazifelidir Allahû Tealâ tarafından. Birinci derecede vazifeli odur. İnsanları uyarmakla vazifelidir. Zamanın imamı Allah’ın katında sıdk makamının sahibidir. İnsanları uyarmakla ve âmenû olanları müjdelemekle vazifelidir. Ve sıdk makamının da sahibidir.

Tevbe-119’da ifade edilen sadıklarla bu âyetlerde ifade edilen sıddîkler arasında bir ilişki var mıdır?

Tevbe-119:

9/TEVBE-119: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe ve kûnû meas sâdikîn (sâdikîne).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyen kimseler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve sadıklarla beraber olun.


“Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olun ve sadıklarla beraber olun.”

Yani “Salâh makamının en üst noktasına kadar çıkın. Rabb’lerinin indinde sıddîkler vardır.” diyor Allahû Tealâ. Yani sıddîk kelimesini tekil olarak kullanmamış. Allah’ın katında her zaman başka sıddîkler de var. Mesela şu anda 3 tane sıddîk var; orada, Allahû Tealâ’nın huzurunda ve hepsi Allah’ın katında huzur namazını kılıyorlar. Bir sıdk makamının sahibi var, bir de Allah’ın katındaki sıddîkler var. Onları da birbirine karıştırmamak lâzım. Sıdk makamının sahibi daima bir kişidir, devrin imamıdır. Ama sıddîkler onunla beraber başka kişiler de mevcuttur.

Benzer konular