En’âm 125 ve Ra’d 27'ye göre Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyenin göğsünü teslime açacaktır diyebilir miyiz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Dalâlet » En’âm 125 ve Ra’d 27'ye göre Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyenin göğsünü teslime açacaktır diyebilir miyiz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

En’âm 125 ve Ra’d 27'ye göre Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyenin göğsünü teslime açacaktır diyebilir miyiz?

En’âm Suresinin 125. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle söylüyor: “Allah kimi Kendisine ulaştırmayı; hidayet etmeyi, vasıl etmeyi dilerse onun göğsünü yarar. İslâm için; o kişiyi Allah’a teslim olabilmesi için göğsünü yararak göğsünden kalbine bir nur yolu açarak Allah, mükâfatlandırır. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah mü’min olmayanların üzerine pislik, azap, darlık verir.”

Bu âyet-i kerime ve Ra’d Suresinin 27. âyet-i kerimesine göre Allahû Tealâ, Kendisine yönelenin, Allah’a ulaşmayı dileyenin göğsünü teslime açacaktır diyebilir miyiz?

En’âm-125:
 
6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.


Ra’d- 27:

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”


“ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihî: Ve kâfirler dediler ki: Onun üzerine bir âyet, bir mucize indirilmesi lâzım değil miydi?
kul: De ki.
innallâhe yudillu men yeşâu: Allah muhakkak ki dilediğini dalâlette bırakır.
ve yehdî ileyhi men enâb: Ve Kendisine ulaşmayı dileyeni, Kendisine yöneleni Kendisine ulaştırır.

Bu iki âyetin bir arada mütâlea edilmesinden evvela şunu görüyoruz; Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişi mü’min değil. Çünkü Allahû Tealâ: “Mü’min olmayanların üzerine pislik bırakırım.” diyor. Onlar da Allah’ın Kendisine ulaştırmayı dilemediği kişiler. Kimleri Allahû Tealâ Kendisine ulaştırmayı dilemiyor? Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri.

Öyleyse iki türlü insan var: Allah’a ulaşmayı dileyenler ve dilemeyenler. Dilemeyenler için Allah: “Onlar kâfirdir.” diyor. Ama dileyenler söz konusuysa, birisi Allah’a ulaşmayı dilemişse En’âm Suresinin 125. âyet-i kerimesi, Allah’ın da onu Kendisine ulaştırmayı dilediğini söylüyor. Biz Allah’a ulaşmayı dilersek Allah da bizi Kendisine ulaştırmayı diliyor. Biz Allah’a ulaşmayı dilemezsek, Allah da bizi Kendisine ulaştırmayı dilemiyor.

Bunun aynı anda olduğunu düşünelim; Biz Allah’a ulaşmayı dilediğimiz anda Allah da bizi Kendisine ulaştırmayı diler. Ve Allah bizi Kendisine ulaştırmayı dilediği anda biz de Allah’a ulaşmayı dileriz. Dikkat edin, düşünce sistemleri arasında tam bir ahenk vardır. Allah’a ulaşmayı dilediğimiz anda Allah’ın bundan haberi vardır. Aynı anda O da bizi Kendisine ulaştırmayı diler. Biz Allah’a ulaşmayı dilemiyorsak kendi kendimizi dalâlete mahkûm etmişizdir. Allah için de dalâlette olan biriyiz. Dalâlette isek aynı zamanda küfürdeyiz.

Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkesin küfürde olduğunun bir delili de En’âm Suresinin 125. âyet-i kerimesinde. Çünkü bu insanlar Allah’a ulaşmayı dilememişler ki Allah, onları dalâlette bırakıyor. Dalâlette bıraktıkları Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı; Allah’a ulaştırmayı dilemedikleri.

Ra’d-27’ de Allahû Tealâ Kendisine yönelenin göğsünü teslime açacaktır. Kim Allah’a yönelmeyi dilerse Allah, onu Kendisine ulaştırır. Allah’a ulaşmayı dilediği anda kişi, küfürden kurtulur ve Allah onun göğsünü teslime açar.

Bu âyet-i kerimelere göre Allah’ın dilemesi ile kişinin dilemesinin çakışması gerekir diye bilir miyiz? İnsanların, Allah dilemezse biz ne yapabiliriz demeye hakları var mıdır?

İnsanların, “Allah, bizim Kendisine ulaşmamızı dilemiyorsa biz bir şey yapamayız” demeleri, hiçbir zaman geçerli değildir. O zaman bu insanların kendilerine sorması lâzım; Allahû Tealâ bizi Kendisine ulaştırmayı dilemiyor, dilemediği için biz Allah’a ulaşmayı dilemiyorsak; o zaman o El Hakk ve El Adl esmalarının sahibi olan Allah, hakkı ve adaleti %100 yerine getiren Allahû Tealâ bizi nasıl cehennemine atar? O dilememişse biz de dileyemiyorsak eğer ve Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dilemediğimiz için bizi cehennemine atacaksa, o dilememizi istemiyorsa, o zaman cehenneme gitmek bir haksızlıklar işareti değil mi? Allah dilediğini cehenneme atıyor, dilemediğini cehenneme atmıyor, cennetine alıyor. O kişinin hak edip etmemesi, Allahû Tealâ’nın temel kanunudur.

Öyleyse Allahû Tealâ’nın işareti kesin. Biz Allah’a ulaşmayı dilediğimiz takdirde Allah da bizi Kendisine ulaştıracak. Ama Allahû Tealâ bir başka âyet-i kerimesinde diyor ki:

78/NEBE-30: Fe zûkû fe len nezîdekum illâ azâbâ(azâben).
Haydi (azabı) tadın! Size artık azaptan başkasını artırmayacağız.


“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.”

O zaman kardeşimizin burada söylediği gibi Allah’ın dilemesi ile kişinin dilemesinin çakışması gerekir diyebilir miyiz?

Akıl, Allahû Tealâ’da da bizde de aynı anda hükmünü icra eder. Ama burada Allahû Tealâ’nın dilemesi var. Şimdi beraberce Ankebût Suresinin 5. âyet-i kerimesine bakalım:

29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi le âtin, ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.


fe men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât: Kim Allah’a mülâki olmayı dilerse (Allah’a ruhunu ölmeden evvel ulaştırmayı dilerse), Allah’ın tayin ettiği o gün mutlaka gelecektir.

Ne diyor? “Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah, onu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır.”

Öyleyse kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi temel şart. O dilek var olduğu takdirde kişinin gideceği yer Allah’ın cenneti. Peki, Allahû Tealâ Yunûs Suresi 7. ve 8. âyet-i kerimelerinde ne diyor? Diyor ki:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


“Onlar muhakkak surette Bize mülâki olmayı dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatıyla mutmain olurlar. Onlar bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır. Onların gidecekleri yer, kazandıkları dereceler itibariyle ateştir; cehennemdir.”

Allahû Tealâ burada, kişilerin suçlu olduklarını söylüyor. Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkesin suçlu olduğunu, gideceği yerin cehennem olduğunu söylüyor. Öyleyse dileğin sahibi kişidir; ya Allah’a ulaşmayı diler ya da dilemez. Buradaki ikiliye dikkatle bakın; Allah bizi Kendisine ulaştırmayı dilerse göğsümüzden kalbimize nur yolu açıyor. Ama dilemesi için bizim Allah’a ulaşmayı dilememiz lâzım. Öyleyse Allahû Tealâ’yla aramızdaki ilişkide Allah’ın dilemesini temin edecek bir dileğin, bizim içimizde mevcut olması lâzım. Allahû Tealâ: “Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah da onu Kendisine ulaştırmayı diler.” diyor.

Dikkat edin, Allah’ın, Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin göğsünü İslâm’a açması söz konusu. Yani Allahû Tealâ, Allah, kişiyi Kendisine ulaştırmayı diler. Ondan sonra da kişi Allah’a ulaşmayı diler. Allah, ondan sonra onun göğsünü teslime açar demiyor; “Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin göğsünü teslime açar.” diyor.

Şimdi bu âyet-i kerimeyi, Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesiyle bağlayalım, Allahû Tealâ ne diyor?

42/ŞÛRÂ-13: Şeraa lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb.”

İşte Allahû Tealâ’nın, Kendisine ulaşmasını dilediği insanları seçmesi söz konusu. Ama seçim hakkı, Allah’a ulaşmayı dileme hakkı kişiseldir. Allahû Tealâ insanları seçtiği anda ki insanların %90’dan fazlasını seçer. Onları Kendisine ulaştırmayı dilediği için seçiyor. Bu dilek, Allah’ın rızasıdır. Allah’ın rızası olmadan bir işlem tamamlanamaz.

Allah’ın rızası sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlerde tezahür etmez. Dilemeyecek olanlarda da tezahür eder. O kişi başkalarını Allah’ın yolundan saptıracak bir özelliğin sahibi değilse Allah, onun Allah’a ulaşmasını diler. Bu, ona gerekli misallerin verilmesidir. O kişi seçilmiştir. Allah seçer. Seçtikleri, Allah’ın Kendisine ulaşmasına müsaade ettiği kişilerdir. Kendisine ulaşmasını uygun gördüğü kişilerdir. Yani Allah’ın seçtiği kişilerdir. Ama Allah onları seçti diye onlar, Allah’a ulaşmayı dilemek mecburiyetinde değillerdir. Nitekim büyük kısmı Allah’a ulaşmayı dilemezler. Allah’ın rızası böylece sonuçsuz kalır. Kişiler, Allah’ın irade beyanının karşısında aynı pozitif irade beyanını gerçekleştiremedikleri için Allah’ın güzelliğinden istifade edemezler, Allah’ın ni’metlerinden istifade edemezler.

Öyleyse seçim, Allah’ın rızasıdır. Seçim, Allah’ın seçimidir. Yani Allah, “O kişiler Bana ulaşmayı dileyebilir. Ben bunların hepsine müsaade veriyorum.” diyor. Yani onları rızasıyla seçmiş oluyor. Allah’ın rızası olmaksızın hiçbir şey gerçekleşemez. Bundan sonra cüz’î irade devreye giriyor. O insanlardan sadece bir kısmı hem de küçük bir kısmı; o insanların onda birinden daha azı, %10’undan daha azı Allah’a ulaşmayı diliyor. Onlar Allah’a ulaşmayı diledikten sonra, Allah’ın rızasından sonra kulun Allah’a ulaşmayı dilemesi yani evvela Allah’ın rızası; bu rıza, seçim ve Allah’ın iradesini ortaya koyması, Allah’ın o kişinin Kendisine ulaşmayı dilemesi ama onu muhtar bırakması hali. Kişi seçim hakkının sahibi; iki yoldan birisini seçecek ama o kişi üzerinde Allah’ın rızası var.

Öyleyse Allah, o kişi isterse onun Kendisine ulaşmasını istiyor. Ondan sonra kişi Allah’a ulaşmayı dilerse Allah, onun göğsünü İslam’a yarıyor. Eğer o kişi Allah’a ulaşmayı dilemezse Allah, rızası olmasına rağmen o kişinin göğsünü İslam’a açmıyor; göğsünü yarmıyor.

Bu âyet-i kerimeler ve Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesine göre Ra’d Suresinin 28. âyet-i kerimesinde buyurulan âmenû olanların, Allah’a ulaşmayı dileyenler olduğu ve ancak onların kalbini Allah’ın zikrinin mutmain yaptığını söyleyebilir miyiz?

Evet, söyleyebiliriz. Bakalım beraberce, Zumer- 22:

39/ZUMER-22: E fe men şerahallâhu sadrahu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbihi, fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâhi, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.


e fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi: Allah’ın İslâm için; Allah’a teslim olması için göğsünü yardığı kişi gibi midir?
fe huve alâ nûrin min rabbih: Ve böylece Allah’tan bir nur üzere olan kişi gibi midir?

Kimler?

fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh: Allah’ın zikrinden (zikri sebebi ile; Allah’ı zikretmedikleri için) kalpleri kasiyet bağlamış olanlara veyl olsun.

“Onlar hiç kalplerine Allah’ın göğüslerini yarıp da nur üzere kıldığı, Rabbinden nur üzere olan kişi gibi midir? O kişi ki Allah’ın zikrini yapmadığı cihetle kalbi kasiyet bağlamıştır; onlara yazıklar olsun.”

ulâike fî dalâlin mubîn: Onlar apaçık bir dalâlet içindeler.

Böyle bir dizaynda Allah’ın nuru üzere olan bir kişi var. Allah, göğsünü yarıyor. Kişi Allah’ın zikrini yapıyor. Allah’tan rahmet ile fazl geliyor kişinin göğsüne. Göğsünden de kalbine ulaşıyor. Rahmet nurları kişinin kalbine giriyor. Öyleyse o, Allah’tan nur üzere olan biridir. Diğeri ise Allah’ın zikri sebebi ile yani zikir yapsa da yapmasa da Allah’ın nurlarının kalbe girmemesi sebebi Allah, onun göğsünü yarıp kalbe nur yolu açmadığı için diğer kişi, kasiyet bağlamış bir kalbe sahiptir. O kişi, apaçık bir dalâletin içindedir.

“Ra’d Suresinin 28. âyet-i kerimesinde buyurulan amenû olanlar.”

Ra’d-28’e bakıyoruz:

13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?


“ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh.”

Allahû Tealâ Rad-27’de: “yehdî ileyhi men enâb.” diyordu, “Kim Allah’a yönelirse Allah, onu Kendisine ulaştırır” diyor. Ra’d-28’de ise diyor ki:

ellezine âmenû: Onlar âmenû olanlardır; Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir.
ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh: Kalpleri Allah’ın zikri ile mutmain olmuştur.
e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb: Dikkat edin ki kalpler, Allah’ı zikretmekle mutmain olur.

Allah’ın zikri ile o kalbe Allah’ın nurlarının girmesi ve o kalbi Allah’ın nurlarının mutmain kılması söz konusu. Olaylar hep birbirine bağlı. Kul, Allah’a ulaşmayı dilemeden önce Allahû Tealâ tarafından seçiliyor. O, Allah’ın rızasıdır. Daha kul, Allah’a ulaşmayı dilememiştir. Allahû Tealâ onun Kendisine ulaşması için gerekli müsaadeyi vermiştir. Vize almıştır kişi. Bu vize alanlardan küçük bir kısmı Allah’a ulaşmayı dileyeceklerdir. Geri kalanlar, Allah onlara müsaade etmesine rağmen müsaadeyi kullanamamış olacaklardır. Dalâlette kalmış olacaklardır. Kalpleri kasiyet bağlamış olacaklardır.

Benzer konular