Nisâ-116, 167, 168, 169’a göre uzak dalâlette olup insanları Allah yolundan men eden Allah’ın mağfiret etmedikleri zalimler ile Ahzâb-67, 68’de belirtilen sâdat ve kübera arasında bir illiyet rabıtası var mıdır?

Anasayfa » Ana Sayfa » Hidayet » Nisâ-116, 167, 168, 169’a göre uzak dalâlette olup insanları Allah yolundan men eden Allah’ın mağfiret etmedikleri zalimler ile Ahzâb-67, 68’de belirtilen sâdat ve kübera arasında bir illiyet rabıtası var mıdır?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Nisâ-116, 167, 168, 169’a göre uzak dalâlette olup insanları Allah yolundan men eden Allah’ın mağfiret etmedikleri zalimler ile Ahzâb-67, 68’de belirtilen sâdat ve kübera arasında bir illiyet rabıtası var mıdır?

Âyetler kalın çizgilerle aklımızda. Hemen cevap geliyor, evet, var. Nisâ-116’da Allah’ın söylediği kişiler, Nisâ-167, 168, 169’da bahsettiği kişiler, Ahzâb-66, 67’de bahsettiği kişiler aynı kişiler sevgili kardeşlerim; insanları Allah’ın yolundan men eden kişiler. Aralarında kesin bir illiyet rabıtası var.

Nisâ-116’da Allahû Tealâ buyuruyor ki:

4/NİSÂ-116: İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu. Ve men yuşrik billâhi fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîdan).
Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki şeyleri ise, dilediği kimse için mağfiret eder. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o taktirde o, uzak bir dalâletle sapmıştır.


“Muhakkak ki Allah, Kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışında olanları ise dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa artık o, elbette uzak bir dalâletle sapmıştır.”

Şirk konusu öteden beri yanlış anlaşılır sevgili kardeşlerim. Allahû Tealâ’nın dizaynında şirk konusuna bakıyoruz. Bu müessese Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin durumunu aksettirir.

Allahû Tealâ, Rûm-31 ve 32’de diyor ki:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


munîbîne ileyhi vettekûhu: Allah’a ulaşmayı dile ve O’na karşı takva sahibi ol.
ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne): Ve namaz kıl ve müşriklerden olma.

Sonra da diyor ki:

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyean, kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.


“O müşriklerden olma ki onlar, dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Her biri kendi elindekiyle ferahlanırlar. Hizipler oluşturmuşlardır. Her bir hizip kendi elindekiyle ferahlanır.”

Fırkalara ayrılıyor insanlar, 73 fırkaya ayrılıyor. Ve 73 fırkadan 1 grup Allah’a yönelenler yani ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı dileyenler, sadece onlar sevgili kardeşlerim, sadece onlar şirkte değil. 72 fırkanın hepsi şirkte. Allahû Tealâ şirk koşanları bağışlamıyor. Şirk koşanlar küfürde. Şirk koşanların gideceği yer cehennem. Şirk koşanlar dalâlette. Şirk koşanlar hüsranda. Şirk koşanlar, tagutun (şeytanın) dostu; insan ve cin şeytanların dostu. Ve insan ve cin şeytanların kulu. Hidayette değil. Gidecekleri yer cehennem. Allah’ın âyetlerinden gâfil. İşte bu kadar negatif vasfı bünyesinde toplayan insanlar, Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, sevgili kardeşlerim.

Bir insan Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa bu, Allah’ın affetmediği bir suç. Allah’ın burada affı yok. Cennetin kapısını açan anahtar; Allah’a ulaşmayı dilemektir. Ve aynı zamanda cehennemin kapısını o kişi için kilitleyen anahtardır.

Allahû Tealâ: “Ve kim şirk koşarsa uzak bir dalâletle sapmıştır.” diyor. Burada şirk koşanın bir vasfı daha var. Demek ki bu kişi kendisi Allah’a ulaşmayı dilemediği gibi başka insanları da Allah yolundan saptırıyor. Çünkü uzak bir dalâlette olanlar, Nisâ-167, 168, 169’da başka insanları da Allah yolundan saptırdığı için uzak bir dalâlette kabul ediliyor. Nisâ-116’da açık bir şekilde olmamakla beraber, Allahû Tealâ mutlaka başka insanları da Allah yolundan saptırma fiilini dolaylı olarak almış.

Nisâ-167, 168, 169’da Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah’ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.

4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfira lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e) hidayet edecek değildir.

4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîran).
Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.


“Onlar muhakkak ki kâfirdirler ve Allah’ın yolundan men ederler.” Yani insanların Allah’a ulaşmayı dilemesini (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaşmasını) engellerler. Böylece ilim sahibi olarak görünen bu insanlar, aslında ilmin sahipleri değildir ama halk onları ilim sahibi olarak tanımlar. Ve bu insanlar, kendileri Allah’ın yoluna girmezler. Allah’a ulaşmayı dilemezler. Başka insanları da Allah’ın yoluna girmekten yani Allah’a ulaşmayı dilemekten men ederler.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, burada Allahû Tealâ onu anlatıyor: “Onlar muhakkak ki kâfirdirler ve Allah yolundan men ederler. Onlar uzak bir dalâlet içindedirler. Onlar hem kâfirdirler, hem zalimdirler.” diyor. Neden uzak dalâlet? Hem kendileri Allah yolunda değil hem başka insanları da Allah’ın yolundan saptırıyorlar. Neden zalimler? Evvelâ o kişiyi Allah yolundan saptırıp onun cennetine mâni oldukları için, cehenneme gitmelerine sebebiyet verdikleri için zalimdirler. Böyle yaptıkları için derecat kaybediyorlar. Bu sebeple kendilerine de zulmetmiş oluyorlar. Bu sebeple de zalimler. “Allah onlara asla mağfiret etmez.” diyor Allahû Tealâ.

Eğer bu insanlar Allah’a ulaşmayı dileselerdi mutlaka onların günahlarını örtecekti. Sonra da onları mürşidine ulaştıracaktı. Tâbî oldukları anda onlar günahlarının sevaba çevrildiği yeni bir noktaya ulaşacaklardı. Hem günahlarını örtüyor Allahû Tealâ başlangıçta hem de mürşidine ulaşıp tâbî olduğu anda günahlarını sevaba çeviriyor; mağfiret ediyor onlara.

İşte burada Allahû Tealâ: “Onlara mağfiret etmez.” diyor. Onlara Allah’ın mağfiret etmemesi; günahları sevaba çevirmemesi. Hiçbir zaman mürşidlerine ulaşmaları mümkün değil, tâbî olsalar da tâbiiyetleri geçersiz. “Allah onları tarîke ulaştırmaz.” diyor. Eğer mürşidlerine ulaşsalardı, Allah’a ulaşmayı diledikten sonra ruhları vücutlarından ayrılacak ve anadergâhtan Tarîki Mustakîm’e ulaşacak; Allah’a doğru seyr-i sülûka çıkacaktı. “Asla ulaştırmaz. Allah onları cehennem tarîkine ulaştırır. Orada; cehennemde ebediyyen kalacaklardır.” diyor Allahû Tealâ. Burada da olay belli, uzak dalâlette olanların vasıfları belli. Ve aynı olay, Allah onlara mağfiret etmiyor.

Şimdi Ahzâb-66, 67, 68’e bakıyoruz beraber:

33/AHZÂB-66: Yevme tukallebu vucûhuhum fîn nâri yekûlûne yâ leytenâ ata’nâllâhe ve ata’nâr resûlâ(resûlen).
Onların yüzlerinin, ateşin içinde (bir taraftan bir tarafa) çevrileceği gün: “Keşke biz Allah’a ve Resûl’e itaat etseydik.” diyecekler.


 “Onların yüzlerinin ateşin içinde çevrileceği gün, ‘Keşke biz Allah’a ve Resûl’üne itaat etseydik.’ diyecekler.”

Ahzâb-67, 68 geliyor arkadan. Ahzâb-67, 68’deki insanlar Allah’a ve Resûl’üne itaat etmeyenler ama devrinin büyüklerine ve küberasına ve her konudaki ileri gelenlere (dîn konusundaki ileri gelenlere) itaat edenler.

33/AHZÂB-67: Ve kâlû rabbenâ innâ ata’nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnâs sebîl(sebîlâ).
Ve cehennemde olanlar derler ki: “Yarabbi, muhakkak ki biz, sâdatlarımıza (dînde ileri gidenlerimize) ve küberamıza (büyüklerimize) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sıratı Mustakîmi’nden) saptırdılar.”


Bu cehennemdekiler diyorlar ki (66’da cehennemde olan insanların durumu anlatılıyor): “Biz sâdatlarımıza (dînde ileri gelenlere) ve küberamıza (büyüklerimize) itaat ettik. Böylece senin yolundan saptık.”

33/AHZÂB-68: Rabbenâ âtihim dı’feyni minel azâbi vel’anhum la’nen kebîrâ( kebîran).
“Rabbimiz, onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle lânetle.”


rabbenâ âtihim dı’feyni minel azâbi: Yarabbi, onlara azaptan iki kat ver (iki kat azap ver).
vel anhum la’nen kebîrâ(kebîren): Ve onları büyük lânetle lânetle (büyük bir lânetle lânetle).

İşte bütün devirlerdeki büyükler bugün de var. Bütün devirlerdeki sâdatlar yani her konunun ileri gelenleri bugün de var. Dîn konusunun ileri gelenleri de bugün de aynı şeyi yapıyor.

Nisâ Suresinin 116. âyet-i kerimesinde, 167, 168, 169. âyetlerinde ve Ahzâb Suresinin 66, 67, 68. âyetlerinde yer alan, kâfir olarak vasıflandırılan, zalim olarak vasıflandırılan ve emredici olarak vasıflandırılan bu insanlar, dîn konusunun ileri gelenleri ve devrin büyükleri resûlün emrettiği, Allah’ın emrettiği şeylere itaat etmek yerine resûle değil, dîn konusunda ülkelerinde ileri gelenlere itaat etmişler. Onların dediklerini yapmışlar. Tıpkı bugün Allah’a ulaşmayı dilemek keyfiyeti, Kur’ân-ı Kerim’in temelini teşkil ederken sadece dilemeyenler şirkteyken ve günahlarının affedilmesi mümkün değilken Allah’a ulaşmayı dilmedikçe günahlarının affedilmesi yani cehennemden kurtulmaları mümkün değil insanların. Buna rağmen insanların gene de sâdatlara ve küberaya (büyüklere) itaat ettiğini görüyoruz. Ve bu, onları sadece cehenneme götürüyor.

Benzer konular