Enfâl-23’de Allahû Tealâ’nın kişinin kalbinde hayır görmesiyle o kişiye işittirilmesinden, bu kişinin Allah’a ulaşmayı dilemiş bir kişi olduğunu anlayabilir miyiz? Bu âyet-i kerimenin Kasas-56 ile bir ilişkisi var mıdır?

Anasayfa » Ana Sayfa » Allah'a Ulaşmayı Dilemek » Enfâl-23’de Allahû Tealâ’nın kişinin kalbinde hayır görmesiyle o kişiye işittirilmesinden, bu kişinin Allah’a ulaşmayı dilemiş bir kişi olduğunu anlayabilir miyiz? Bu âyet-i kerimenin Kasas-56 ile bir ilişkisi var mıdır?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Enfâl-23’de Allahû Tealâ’nın kişinin kalbinde hayır görmesiyle o kişiye işittirilmesinden, bu kişinin Allah’a ulaşmayı dilemiş bir kişi olduğunu anlayabilir miyiz? Bu âyet-i kerimenin Kasas-56 ile bir ilişkisi var mıdır?

Enfâl-23:

8/ENFÂL-23: Ve lev alimallâhu fî him hayran le esmeahum, ve lev esmeahum le tevellev ve hum mu'ridûn (mu'ridûne).
Ve Allah, onların (akıl etmeyen sağır ve dilsizlerin) içinde hayır olduğunu bilse (görse) elbette onlara işittirirdi. Ve onlara işittirse bile (onlar), mutlaka dönerlerdi ve onlar yüz çevirenlerdir.


ve lev alimallâhu fî him hayren le esmeahum: Allah, onların içinde hayır olduğunu bilse muhakkak onlara işittirirdi.
ve lev esmeahum: Eğer onlara işittirseydi.
le tevellev ve hum mu'ridûne: Onlar mutlaka dönerlerdi. Ve onlar yüz çevirenlerdir.

Eğer Allahû Tealâ işittirmiş olsaydı, o zaman onlar Allah’a ulaşmayı dileyen birileri olacaktı. Ama bunlar Allah’a ulaşmayı dilememişler ve Allahû Tealâ onlara işittirmemiş. Sanıyorum kardeşimiz burada pozitif cepheden almış olayı, Allahû Tealâ’nın kişinin kalbinde hayır görmesinden bahsediyor ve o kişiye işittirmekten bahsediyor, “Kalbinde hayır gördüyse ve o kişiye işittirdiyse bu kişinin Allah’a ulaşmayı dilemiş olan bir kişi olduğunu anlayabilir miyiz?” diyor. Eğer kişinin kalbinde hayır varsa ve Allahû Tealâ ona işittirmişse o kişi, mutlaka Allah’a ulaşmayı dileyen birisidir. Ama âyet-i kerimede geçenler işitmeyenler.
Kasas-56:

28/KASAS-56: İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâu, ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).
Muhakkak ki sen, sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin (onun ruhunu Allah’a ulaştıramazsın). Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Ve O, muhtedileri (hidayete erenleri) daha iyi bilir.


inneke lâ tehdî men ahbebte: Muhakkak ki sen, sevdiğin kişiyi (habib olarak telâkki ettiğin kişiyi, dost olarak telâkki ettiğin kişiyi) hidayete erdiremezsin.
ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâ’(yeşâu): Lâkin Allah dilediğini hidayete erdirir.
ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne): Ve o hidayete erenleri daha iyi bilir; en iyi bilir.

Bu âyet-i kerimenin Kasas Suresinin 56. âyet-i kerimesiyle bir ilişkisi var mıdır? Dolaylı bir ilişkiden bahsedilebilir. Kasas-56, peygamber de olsa bir kişinin başka bir kişiyi hidayete erdiremeyeceğini söylüyor. Nasıl bir olay bu? Çok basit aslında. Eğer kişi Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa o kişiyi peygamber de olsa hiç kimse hidayete erdiremez. Ama Allahû Tealâ devreye girerse o kişiyi evvelâ Allah’a ulaşmayı dileyecek olan bir pozisyona getirir. Kişi Allah’a ulaşmayı diler. Allah da ona verdiği söz gereği Kendisine ulaştırır yani hidayete erdirir. Hiç kimse için bir başkasını hidayette erdirmek söz konusu olmaz. Mürşidler hidayette erdirmezler, hidayete vesile olurlar. Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V) için de o kişi için, o kişinin hidayete erdirilmesindeki rolü başının üzerine gelerek o kişinin ruhuna “Senin Allah’a ulaşma günün geldi, vücudu terk et.” demesinden ibarettir. Ruh, bu emir üzerine Allah’a doğru yola çıkar. Bundan sonrası, o kişinin zikirlerini yapmasına bağlıdır. Allahû Tealâ o kişiye zikirlerini mutlaka yaptırır. Bütün ibadetlerini yerine getirtir. Ruhunu da mutlaka Kendisine ulaştırır.

Öyleyse Kasas Suresinin 56. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ iki ayrı açıdan bakıyor olaya;

1- Mürşid açısından bakıyor.
2- Allah açısından bakıyor.

Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimseyi bir mürşid Allah’a ulaştıramaz. Peygamber de olsa ulaştıramaz. Allah’a ulaşmayı dilemeyen birisini Allah, Kendisine ulaştırır mı? Ulaştırır. Evvela o kişiye Allah’a ulaşmayı dileme imkânını verir. Bir başka ifadeyle o kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesini temin eder. O kişi Allah’a ulaşmayı istiyorsa, evvela Allah’a ulaşmayı diler. Dileyince de Allahû Tealâ onu Kendisine ulaştırır.

Kasas-56 çok açık bir olay, Allah’tan başka hiç kimsenin hidayete erdiremeyeceği olayı ile karşı karşıyayız.

Devrin imamlarının da hidayete erdirmesi başkalarından farklı; ruhun Allah’a doğru yola çıkmasını mutlaka onun verdiği emir gerçekleştirir. Başka bir alternatif söz konusu değildir. Ruhun Allah’a ulaşabilmesi için mutlaka kişinin vücudundan ayrılmış olması lâzımdır. Bu da bir tek sebeple tahakkuk ediyor; devrin imamının ruhu kişinin başının üzerine gelecektir ve diyecektir ki: “Senin Allah’a ulaşma günün geldi.”

İşte böylece o kişinin ruhu vücudu terk edecektir. Ona vücudunu terk ettiren şey devrin imamının ruhunun ona emir vererek, senin yevm'et telâkının geldi demesidir. Ama devrin imamının ruhu diğerlerinden farklı mıdır? Farklıdır. Çünkü devrin imamının ruhundan başka hiçbir varlık; Allah’ın mahlûku bunu yapamaz. Ruhun vücuttan ayrılması, mutlaka devrin imamının ruhunun o ruha emir vermesiyle mümkündür.

Bu sebeple Allah’a ulaştırma fonksiyonuyla Allah’a ulaştırmaya vesile olma birbirinin eşiti değildir. Kişi hangi mürşide giderse gitsin, kendisinden cereyan olan herkes onlara tâbî olunduğunda cereyanı, tâbî olan kişiye ulaştırmış olur. Bu sebeple onlar sadece vesiledirler. Devrin imamı ise ulaştırıcı bir vesiledir. Çünkü ruhun vücuttan ayrılmasını mutlaka o vücuda getiriyor.

Benzer konular