Size nasıl ve ne şekilde vahiy geldi de Mehdi olduğunuz kanısına vardınız? Ve de biz bunu ne şekilde anlayacağız veya inanacağız?

Anasayfa » Ana Sayfa » Mehdi Resûl » Size nasıl ve ne şekilde vahiy geldi de Mehdi olduğunuz kanısına vardınız? Ve de biz bunu ne şekilde anlayacağız veya inanacağız?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Size nasıl ve ne şekilde vahiy geldi de Mehdi olduğunuz kanısına vardınız? Ve de biz bunu ne şekilde anlayacağız veya inanacağız?

Çok güzel bir soru. Allahû Tealâ bütün insanlara bir şeyler ulaştırmak ister. Ama insanlar buna ehil olmadıkları için Allah’ın açılan penceresinden onlara bir şey ulaşmaz.

Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ bu devirde bizi seçtiği için biz bu görevdeyiz. Aslında biz bir hiçiz! Allahû Tealâ bize tasarruf ettiği için varız! Sizler için, kardeşlerimiz için kıymetliyiz. Bu devirde, yeryüzünde Allah’ın temsilcisi hamdolsun ki; biz tayin edildik. O’nun tarafından! Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de buyuruyor ki:

“Allah, yere vahyeder. Allah, göklere vahyeder. Allah, bal arısına vahyeder.”

41/FUSSİLET-12: Fe kadâhunne seb’a semâvâtin fî yevmeyni ve evhâ fî kulli semâin emrehâ ve zeyyennâs semâed dunyâ bi mesâbîha ve hıfzâ(hıfzen), zâlike takdîrul azîzil alîm(alîmi).
Böylece onları iki günde yedi kat gök olarak kaza etti (yarattı, tamamladı). Her gök katına kendi emrini vahyetti. Ve dünya semasını kandillerle muhafaza ederek süsledik. İşte bu, Azîz ve Alîm olan (Allah’ın) takdiridir.


99/ZİLZÂL-5: Bi enne rabbeke evhâ lehâ.
Rabbinin ona vahyetmesi ile.


16/NAHL-68: Ve evhâ rabbuke ilân nahli enittehızî minel cibâli buyûten ve mineş şeceri ve mimmâ ya’rişûn(ya’rişûne).
Ve senin Rabbin, balarısına, dağlardan, ağaçlardan ve onların (insanların) kurdukları çardaklardan, evler (kovanlar) edinmelerini vahyetti.


Mâide Suresinin 111. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ; Hz. İsa’nın havarilerine vahyettiğini söylüyor.

5/MÂİDE-111: Ve iz evhaytu ilâl havâriyyîne en âminû bî ve bi resûlî, kâlû âmennâ veşhed bi ennenâ muslimûn(muslimûne).
Ve havarilere; “Bana ve Resûl'üme îmân edin.” diye vahyettiğim zaman, onlar da “Îmân ettik ve bizim (Hakk'a) teslim olduğumuza şahid ol.” demişlerdi.


Allahû Tealâ Hz. Musa’nın annesine vahyettiğini söylüyor.

20/TÂHÂ-38: İz evhaynâ ilâ ummike mâ yûhâ.
Vahyedilecek şeyi annene vahyetmiştik.


Allahû Tealâ Hz. Meryem’e vahyediyor:

3/ÂLİ İMRÂN-47: Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer(beşerun), kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’(yeşâu) izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu).
(Hz Meryem): “Rabbim, benim çoçuğum nasıl olur? Bana bir beşer dokunmadı” dedi. (Allah şöyle buyurdu): “İşte böyle, Allah dilediğini yaratır. Bir emrin (işin) olmasını takdir ettiği zaman, sadece ona “ol!” der, o hemen olur.”


Hatta alelâde bir adama da vahyettiğini söylüyor Kur’ân-ı Kerim:

7/A'RÂF-63: E ve acibtum en câekum zikrun min rabbikum alâ raculin minkum li yunzirekum ve li tettekû ve leallekum turhamûn(turhamûne).
Sizi uyarması ve takva sahibi olmanız için, içinizden bir adama, Rabbinizden bir zikrin gelmesine mi şaşırdınız? Ve böylece rahmet olunursunuz.


O adam ki; bir harabe haline gelmiş olan bir şehri gördüğü zaman; “Allah bu şehri tekrar nasıl canlandırabilir ki?” diye bir düşünce geçiyor aklından. Allahû Tealâ kişiyi o an kontrol altına alıyor. Ve 100 yıl uyutuyor. Eşeği yanında, bir mağarada. Ve uyandırıyor. “Ne kadar uykuda kaldın?” diye soruyor ona. Allahû Tealâ vahiyle soruyor bunu. O da diyor ki: “Yarım saat, belki biraz daha fazla.” Allahû Tealâ buyuruyor: “100 yıl.” diyor. “Eşeğine bak! (diyor) Ne hale geldi!” Eşeğin bütün kemikleri dağılmış, büyük kısmı toz olmuş. Allahû Tealâ kemikleri topluyor. Bir araya getiriyor. Ona et giydiriyor. Can veriyor. “İşte bu eşeği şimdi Biz nasıl canlandırdıysak, bu karyeye de (bu şehre de) öyle hayat veririz.”

2/BAKARA-259: Ev kellezî merra alâ karyetin ve hiye hâviyetun alâ urûşihâ, kâle ennâ yuhyî hâzihillâhu ba’de mevtihâ, fe emâtehullâhu miete âmin summe beaseh(beasehu), kâle kem lebist(lebiste), kâle lebistu yevme ev ba’da yevm(yevmin), kâle bel lebiste miete âmin fenzur ilâ taâmike ve şerâbike lem yetesenneh, venzur ilâ hımârike ve li nec’aleke âyeten lin nâsi venzur ilâl izâmi keyfe nunşizuhâ summe neksûhâ lahmâ(lahmen), fe lemmâ tebeyyene lehu, kâle a’lemu ennallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Veya çatıları üzerine çökmüş (altı üstüne gelmiş) bir karyeye uğrayan kimsenin, “Allah bunu (bu kasabayı) ölümünden sonra nasıl diriltecek?” demesi gibi. Bunun üzerine Allah, onu yüz sene öldürdü. Sonra da diriltti. (Ona) “Ne kadar (ölü bir vaziyette) kaldın?” dedi. (O da): “Bir gün veya günün bir kısmı kadar.” dedi. (Allah): “Hayır, yüz yıl kaldın. Haydi yiyecek ve içeceğine bak, bozulup kokuşmadı. Ve merkebine bak. (Bu), seni insanlara bir âyet (canlı bir ibret) kılmamız içindir. Ve kemiklere bak. Onları nasıl inşa ediyoruz (kemikleri birleştirerek iskeleti kuruyoruz) sonra ona et giydiriyoruz.“ Böylece (merkep dirilip, eski haline gelince ve herşey) ona açıkça belli olunca: “Allah’ın, herşeye kaadir olduğunu biliyorum.” dedi.


Allahû Tealâ: “Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun.” diyor.

21/ENBİYÂ-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler)den başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.


Ehl-i zikir; daimî zikrin sahipleri.

Hepsi Allahû Tealâ’dan vahiy alıyorlar. Kim daimî zikrin sahibi olursa onun bir özelliği de Allahû Tealâ ile devamlı sohbet edebilme noktasıdır. Böyle insanlara, daimî zikrin sahiplerine Allahû Tealâ ‘ehli tezekkür’ diyor. Bir ‘risâlet’ bir ‘nübüvvet’ müessesesi gerekmiyor. Öyle olmadan da daimî zikre ulaşan herkes Allahû Tealâ’dan mutlaka vahiy alır. Bütün konuları tezekkür eder. Şûrâ Suresinin 51. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

42/ŞÛRÂ-51: Ve mâ kâne li beşerin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hıcâbin ev yursile resûlen fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu, innehu aliyyun hakîm(hakîmun).
Allah’ın hiçbir insanla konuşması olmamıştır, illâ vahyile veya perde arkasından veya dilediğine izniyle vahyetsin diye resûl (melek) göndererek. Allah, bilir ve hikmet sahibidir.


“Allah’ın hiçbir insanla konuşması olmamıştır. İllâ vahyile.”

İşte, Allahû Tealâ hacet namazını kıldığımız zaman bizi mürşidimize ulaştırdı. Tâbiiyetimizi gerçekleştirdik. Ve aradan seneler geçti. Ve Allahû Tealâ bizi daimî zikre ulaştırdı. Ve de her zaman bizimle konuşur oldu. Sonra da bu kitabı “Risâlet Nurları”nı yazdırmaya başladı. Ve de bize ‘Risâlet bahşettiğini’ buyurdu.

Şunu söylemek istiyoruz ki: İnsanlar, kitaplardan öğrendikleri ilimle kurtulacaklarını, cennete girebileceklerini zannediyorlar. Oysaki cennete girebilmenin vasıfları, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz zamanındaki İslâm’ı yani Kur’ân’daki İslâm’ı yaşamakla insanlar Allah’ın cennetine girebilir. Allah’ın bütün güzelliklerini yaşayabilirler. Hem dünya saadeti hem de cennet saadeti onların olur.

Öyleyse bir defa ‘vahiy’ kelimesi üzerinde bu açıklamayı yaptıktan sonra konumuza girelim. Allahû Tealâ bir gün, 1976 yılıydı, “Risâlet Nurları”nı bize yazdırmaya başladı. Ve yıllar sonra kitap tamamlandı. Allahû Tealâ’nın vahiyleri bize devam eder. Her zaman O’nunla konuşmak imkânının sahibiyiz. Şu anda da öyle durum. Ve bizi ‘huzur namazının imamı’ tayin etti.

Şimdi azîz kardeşim! Siz buna inanırsınız, inanmazsınız; bu sizinle alâkalı bir konu. Ama eğer söylediklerimizi dikkate almaz da Allah’a ulaşmayı dilemezseniz o zaman gideceğiniz yer cehennemdir. Ve şu anda dünya üzerinde bu uyarıyı yapabilecek olan bir ikinci kişi yok!

Eğer sözlerimizi dinleyip de yerli yerine oturtabildiyseniz, biraz da dîn adamıysanız, o zaman söylediklerimizin sizin öğrendiğiniz dîn bilgilerine uymadığını, birçok yerlerde ters olduğunu göreceksiniz. Çünkü iblis, doğruları yok etmiş!

14 asırda ‘Allah’a ulaşmayı dilemeyi’ ortadan kaldırmış. Böylece bütün insanları küfürde bırakmış, dalâlette bırakmış, hüsranda bırakmış ve gidecekleri yerin cehennem olmasını sağlamış. Daha biliyorsunuz, 10 tane negatif faktör giriyor Allah’a ulaşmayı dilememeye. Şimdi, bu ‘Allah’a ulaşmayı dilememek’ konusu şimdiye kadar başkasından duyduğunuz bir şey mi?

Öyleyse bugün ‘âlim’ geçinen o televizyonları parsellemiş insanların hiçbirisi bu hakikatleri bilmiyorsa ve de bilmedikleri için, Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için dalâlettelerse, küfürdelerse, Kur’ân’daki İslâm’ı bilmiyorlarsa bu insanlar kendilerini kurtaramazlar ki; başkalarını kurtarabilsinler.

O zaman Allahû Tealâ’nın bu devirde neden bu ilmi bize verdiğini yerli yerine oturtmanız lâzım. İnsanlar dînlerini asırlardan beri unutmuşlar. Ne Allah’a ulaşmayı dilemek kalmış ne mürşide tâbiiyet.

Kimlerden bahsediyoruz? Dînini yaşadığını zanneden insanların %90’ından fazlasından bahsediyoruz. Bunlar, Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar çünkü böyle bir ilimden haberleri yok. Bu yüzden de gidecekleri yer cehennem. Yazık değil mi bu insanlara?

Öyleyse Allahû Tealâ mutlaka birisine bu ilmi verip bu konuda bilgi sahibi kılacaktır. İşte, böyle oldu. Sonra 2. safha; mürşide ulaşmak sadece tarikatlarda mevcut olan bir şey. 3.’sü; ruhu Allah’a ulaştırmak. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin ruhu hiçbir zaman Allah’a ulaşmaz. Bu 3 safha üzerimize defaatle farz kılındığı gibi Allahû Tealâ tarafından garanti edilen bir konu.

Bu söylediklerimizi dikkatle dinlediğinizi ümit ediyorum sevgili kardeşim! Ve etrafınızdan edindiğiniz dîn öğretisi ile söylediklerimizi karşılaştırın. Ondan sonra da Kur’ân’a bakın. Allahû Tealâ bize Kur’ân’ı öğretti. Hem de Arapça’yı doğru dürüst öğretmeden Kur’ân’ı öğretti. Sadece bu sebep bile, bugünkü dîn adamlarının ne kadar ötesinde bir ilmin sahibi olduğumuzun işaretidir. Ve siz de dahil olmak üzere insanlığı kurtarabilecek olan ilim sadece şu anda bizim söylemekte olduğumuzdur.

İnsanlar asırlarca önce Kur’ân’ı unutmuşlar. Geri kalanını bıraktım. Ruhu Allah’a teslim etmek, fizik vücudu teslim etmek, nefsi teslim etmek, iradeyi teslim etmek. Onları bir kenara bıraktım. Fakat şu anda dünya üzerinde yaşayan insanlar sadece ‘Allah’a ulaşmayı dilemek’ kadar basit bir vasıtaya sarılmadıkları için, Allah’ın bu emrini yerine getirmedikleri için cehenneme gidecekler.

Eğer siz de Allah’a ulaşmayı dilemediyseniz bilin ki; sizin için de aynı şey söz konusudur. Sözlerinizden şüphe duyduğunuz gibi bir neticeye varıyorum. Ama sevgili kardeşim! İnanç sizin için geçerli olan bir şey. Dilerseniz inanacaksınız. Kalbiniz ne söylüyorsa onu yapacaksınız. Ama biz ‘Hacet namazını kılın ve Allah’tan sorun.’ diye bir tavsiyede bulunuruz size.

“Allah razı olsun.” diyor kardeşimiz. “Biz bunu ne şekilde anlayacağız veya inanacağız?” diyor kardeşimiz.

Biz açıklamamızı yaparız. Allahû Tealâ’nın bizi konuşturduğu standartlarda konuşuruz. Elimizde Kur’ân delilleriyle bütün sahâbenin, bizim anlattığımız 7 safhanın 7’sini de yaşadıklarını ve bunların hepsinin Kur’ân-ı Kerim’de farz olduğunu söyleriz. Ve bugün İslâm âleminin, sadece bizim ülkemizde değil; İslâm âleminin tümünde bunların yaşanmadığını ifade ederiz. Mutlaka yaşanması gerektiğini neye istinaden söylüyoruz? Kur’ân’daki farzlara dayalı olarak.
 
Allah sizden de razı olsun.

Benzer konular