Kalbe îmân girmesinin birinci ve en önemli şartı nedir? Bunlar durumları itibariyle öldükleri zaman cennete girebilirler mi?

Anasayfa » Ana Sayfa » Mürşid » Kalbe îmân girmesinin birinci ve en önemli şartı nedir? Bunlar durumları itibariyle öldükleri zaman cennete girebilirler mi?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Kalbe îmân girmesinin birinci ve en önemli şartı nedir? Bunlar durumları itibariyle öldükleri zaman cennete girebilirler mi?

Es selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu! Efendimiz! Hürmetle ve hasretle ellerinizden öperim. Denizli’mize hoş geldiniz! Sizi canımdan çok seviyorum. Sorum şöyle inşaallah: Hucurât Suresi 14. âyette geçen: “Araplar îmân etmiş müslümanlar gibi, sahâbe gibi yaşadıkları halde neden Allahû Tealâ onlara: “Sizin kalbinize îmân girmedi.” diyor? Bunlar bir şeyleri eksik yapmışlar ki; kalplerine îmân girmemiş. Kalbe îmân girmesinin birinci ve en önemli şartı nedir? Bunlar durumları itibariyle öldükleri zaman cennete girebilirler mi?

Allah razı olsun.

Diyor ki Allahû Tealâ:

49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah’a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: "Teslim olduk." deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah’a ve O’nun Resûl'üne itaat ederseniz (Allah’a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah, Gafur’dur, Rahîm’dir.”


Diyor ki, Allahû Tealâ:

kâletil a’râbu âmennâ: Araplar dediler ki: “Biz mü’min olduk.”
kul: De ki;
lem tu’minû: mü’min olmadınız.
lem tu’minû: “Îmân ettik, mü’min olduk.” demeyin.
lâkin kûlû: deyin ki;
eslemnâ: “Biz teslim olduk.”
 
Buradaki teslim; İslâm dairesine girmek.

Yani kişi “la ilâhe illâllâh muhammedun resûlullâh” derse, İslâm dairesine girmiş olur. Yani, onun cenaze namazı İslâm usulleri üzerine kurulur. Ama o kişi İslâm olmuş mudur? Hayır, olmamıştır. İslâm olmak; “silm” kelimesinden gelen bir kök. İslâm olmak; teslim olmak demek. Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimse, teslim olamaz.

1- Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi, 1. teslimdedir.
2- Mürşidine ulaşıp tâbî olan kişi, 2. teslimdedir.

1. teslimde; Allah onu, ona hiç sormadan teslim almıştır. O kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği zaman. Allah onu otomatik olarak teslim alır. Çünkü sözü var. Ne diyor? “Kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu mutlaka 3. kat cennetime ulaştırırım. Kendime ulaştırırım.” Bunun mânâsı da 3. kat cennete ulaştırmaktır.

Öyleyse, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi, dilediği anda Allah teslim alır. Bu 1. teslimdir. Sonra mürşidine ulaştığı zaman mürşid, onu Allah adına teslim alır; 2. teslimdir. Ruhu, vücudundan ayrılır. Allah’a ulaştığı zaman Allah, onun ruhunu teslim alır. Allah’ın Zat’ında ruh yok olur. Zaten Allah’ın ruhuydu, Allah’tan gelmişti. Allah’a geri dönmüş, nehir, denize kavuşmuştur. Ruh; Allah’ın’dır, Allah’a aittir. Ve Allah’a tekrar, mutlaka her hâlükârda geri döner.

Bu kişi ruhunu Allah’a ulaştırmamış olsaydı, öldüğü zaman ruhunu Azrail (A.S) ve onun melekleri alacak, Sidretül Münteha’ya kadar götüreceklerdi, oradan da ruh, Allah’a doğru bir direkt tırmanışla yükselecek Allah’ın Zat’ına her hâlükârda ulaşacaktı. Şimdi ve “lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum: Çünkü kalplerinizin içine îmân girmedi.” Niçin girmedi? Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için.  Dileselerdi ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e ulaşıp tâbî olsalardı, ne olacaktı? Onların kalplerinin içine “îmân” kelimesi yazılacaktı.

Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesine göre: “Onların kalplerinin içine îmânı yazarız ve başlarının üzerine katımızdan, Allah’ın katından, devrin imamının ruhunu göndeririz.” diyor. “Bir ruh göndeririz.” diyor. Bu; devrin imamının ruhudur. Kalbinin içine Allah, “îmân” kelimesini yazıyor. Hucurât-14’teki kişiler; kalplerinin içine “îmân” girmemiş olanlar. Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için onlar, sahâbeyle beraber yaşadıkları için sahâbeyle beraber oldukları için, sahâbe gibi davrandıklarını söylemiş oluyorlar. Oysaki muhtevaya baktığımız zaman sahâbe gibi olamazlar. Çünkü sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmuş.

“Sahâbe” dediğimiz zaman her ne kadar bizim sevgili dîn âlimlerimiz: “Sahâbe kimdir?” diye sorduğumuz zaman derlerse ki: “Sahâbe Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i hayattayken görenlerdir.” Hayır, sevgili kardeşlerim! Sahâbe; hayattayken Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimize tâbî olanlardır. Sadece, tâbî olanlar sahâbedir. İşte burada kalplerinin içine “îmân” girmemiş olan insanlardan bahsediliyor. Sahâbenin arasına katılmış olan münafıklardan bahsediliyor. Onlar, Allah’a ulaşmayı dilememişler ve yeni girmiş daha sahâbenin arasına neyin ne olduğunun farkında değil ama tâbiiyetini Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbiiyet yapmış (elini öpmüş) ama Allah’a ulaşmayı dilemeden.

Hiçbir şey ifade etmez, sevgili kardeşlerim! Allah’a ulaşmayı dilemeden yapılan bir tâbiiyet o kişinin kalbinin içine “îmân” yazılmasına asla imkân vermez. Başlangıç hüviyeti yoktur. O kişinin kalbine Allah ulaşmamıştır. O kişinin kalbini Allah Kendisine, çevirmemiştir. Göğsünden kalbine nur yolu açmamıştır. O yoldan o kişinin kalbine rahmet ve fazl nurlarını göndermemiştir. Nefsinin kalbinde nurlar oluşmamıştır. Böyle bir kişi Allah’a ulaşmayı dilememiş olduğu cihetle hak mü’min değildir. Mürşidine ulaşmamış olduğu cihetle kalbine “îmân” yazılmış değildir. Öyleyse kalbine “îmân” yazılmış bir mü’min olamaz ama İslâm dairesine girmiş birisidir.

“İslâmla, mü’min olduk.” demeyin! Lâkin “İslâm’a girdik.” deyin, “İslâm olduk.” deyin! Yani, “İslâm olanların, Allah’a ulaşmayı dileyip, mürşidlerine tâbî olanların, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e gerçek anlamda tâbî olanların arasında, o dairenin içinde olan birisi olduk.” deyin! Onların, Allah’a ulaşmayı dilemeyen diğer insanlardan tek farkı, namazlarını kıldıkları zaman, onlar İslâm adetleri üzerine defnedilirler. Kalplerinin içine “îmân” girmedi. “Ve eğer, Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederseniz amellerinizden bir şey eksilmez.”

Ne demek istiyor, Allahû Tealâ? “Allah’a ve Resûl’üne îmân ederseniz...” Resûl’e îmân etmek, bir tek şartla gerçekleşir; O resûle tâbî olmakla. Îmân etmek, kişinin kalbinde bir değişikliği vücuda getiremez sadece inanmıştır kişi. Onun kalbine inandığı için “îmân” yazılmaz. Tâbî olduğu zaman “îmân” yazılır. O zaman îmânı artan mü’min olur. Kalbinde îmân olan mü’min olur. İşte kimin kalbine böyle bir îmân yazılmadıysa o kişi Allah’a ulaşmayı dilememiştir ve hak mü’min değildir. Sahâbenin arasında bulunan, mü’min olamamış ama İslâm usulleri üzerine defnedilecek olan bir kişidir o.

Kalbine Allah’ın ismi, kalbine îmân kelimesi Allahû Tealâ tarafından yazılmamıştır. “Eğer Allah’a ve Resûl’üne itaat ederseniz, amellerinizden bir şey eksilmez.” Ne demek istiyor Allahû Tealâ? Diyor ki Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de: “Allah ile olan ilişkilerinizde, Allah’a ulaşmayı dilemek veya dilememek iki ayrı muhteva gösterir.” Kehf Suresinin 105. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.


“Kim Allah’a mülâkî olmayı inkâr ederse yani insan ruhunun Allah’a hayattayken ulaşmasını inkâr ederse...” böyle bir insanın ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilemesi elbette mümkün değil! Bir başka ifadeyle: “Ruhunu, Allah’a ulaştırmayı dilemezse, onların amelleri boşa gider.” diyor Allahû Tealâ. İşte onlar; amelleri boşa gider. Yani, amelleri sebebiyle, kazandıkları bütün dereceler kaybolur. Bu onların amellerinin eksilmesi, yok edilmesi mânâsına gelir. Onların amelleri boşa gider. Amelleri sebebiyle, kazandığı dereceler eksik kalır. Kazanmıştır dereceyi ama amel defterine kaydedilmez.

Kişi amel işlemiştir, namaz kılmıştır, oruç tutmuştur, İslâmın 5 şartını yerine getirmiştir ama Allah’a ulaşmayı dilememiştir! Amelleri boşa gider. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin amelleri boşa gider. Amelleri eksilir. Dileseydi ne olacaktı? Dileseydi mürşidine ulaşacaktı ve kalbine îmân yazılacaktı. Dilemediği için mürşide de ulaşmaz. Bir mürşide ulaşıp hasbel- kader tâbî olsa bile bu tâbiiyet ona hiçbir şey sağlamaz. Kalbinin içine mürşidine tâbî oldu diye îmân yazılmaz, sevgili kardeşlerim!

Öyleyse “Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir.” diyor Allahû Tealâ. Neden böyle söylüyor? Gafûr’dur; mağfiret edendir. Çünkü, kim Allah’a mülâki olmayı dilerse o kişi mutlaka mürşidine ulaşacaktır. O kadar hayatı varsa tâbiiyetini gerçekleştirecektir. O zaman Allah ona mağfiret edecektir. Yani onun günahlarını, sevaba çevirecektir. Rahîm’dir; o kişiye hem %2  rahmet nuru hem de %98 fazl gönderecek olan (nur gönderecek olan) Allah’tır. Allah’ın bu göndermeleri, Rahîm esmasıyla yapması söz konusudur. Bu sebeple “Allah Rahîm’dir.” diyor.

Allah razı olsun.

Benzer konular