Kur’ân’da insanların dînini yaşamasında ve Allah ile kul arasına giren mürşidin önemi nedir?

Anasayfa » Ana Sayfa » Mürşid » Kur’ân’da insanların dînini yaşamasında ve Allah ile kul arasına giren mürşidin önemi nedir?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Kur’ân’da insanların dînini yaşamasında ve Allah ile kul arasına giren mürşidin önemi nedir?

Bismillâhirrahmânirrahîm. Es selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu! Muhterem Efendimiz! Hürmet ve hasretle gül kokan ellerinizden öperim. Sizi çoook seviyorum ve çok özledim. Halkımızın pek çoğu (ki bunlar; büyüklerinden veya dîn öğreticilerinden öğreniyorlar) “Allah ile kul arasına kimse giremez. Mürşidler de putlar.” şeklinde bilginin sahibi.

Yani insanlar (birtakım insanlar) kimler olduğunu biliyorsunuz! Bunlardan bir “Yaşar Nuri Öztürk” var. Bütün mürşidleri put ilan etmişti. “Yedek ilâhlar.” diyordu.

“İnsanlar herşeyi söyleyebilirler.” diyor. Önemli olan Allah’ın ne söylediği. Kur’ân’da insanların dînini yaşamasında ve Allah ile kul arasına giren mürşidin önemi nedir? Bize anlatır mısınız bunu?
 
Allah ile kul arasına kimse giremez mi? Allahû Tealâ da girmesini emrediyor. Bir defa daha söyleyelim. Mâide Suresi 35. âyet-i kerime. Allahû Tealâ diyor ki:

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.


“Ey âmenû olanlar (Allah’a mülâki olmayı dileyen îmân sahipleri, mü’minler)! Allah’a sizi kim mülâki kılmakta yardımcı olacaksa (methaldar olacaksa) sizin ruhunuzu Allah’a ulaştırmaya kim vesile olacaksa...” “vesîlete” diyor, Allahû Tealâ. “Vesileyi (sizin ruhunuzu, Allah’a ulaştıracak olan, vesile olan, bu ulaştırmaya vesile olan kişiyi; mürşidi) Allah’tan isteyin.” diyor. Açık bir şekilde, ibtiga etmek; istemek, dilemek. Üzerimize Allahû Tealâ, farz kılmış Mâide Suresinin 35. âyet-i kerimesi ile. Öyleyse, mutlaka Allah’a mülâki olmayı hepimiz dilemek mecburiyetindeyiz.

Bunlar, yedek ilâhlar, putlar değil! Bunlar; Allah’ın sevgilileri, dostları. Velî; dost demek, evliya ise dostlar demek. Ama dilimizde tekil olarak kullanılır. Tamam! Biz de tekil olarak her zaman kullanırız. Herkes böyle kullanıyor.

İşte, sevgili kardeşlerim! Mürşid neden farzdır? Eğer kişi bir mürşide tâbî olamazsa... Bir olay daha var. Bu arada onu da anlatmak mecburiyetindeyiz. Bir insan Allah’a ulaşmayı falan dilemiyor. Ona demişler ki: “Falan yerde çok iyi bir mürşid var. Git ona tâbî ol.” O da hemen gelmiş. “Ey mürşidim! Ben sana tâbî olmak istiyorum.” diyip, el öpmüş. “Tamam, tâbiiyetim tamam!” demiş. Böyle bir kişi, mürşidine tâbî oldu diye Allah’ın cennetine giremez, sevgili kardeşlerim. Girebilmesi için önce Allah’a ulaşmayı dilemesi lâzım. 12 tane ihsan alır bu kişi. Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin, ihsanlarla dolu bir dünyası olur. Tegâbun Suresinin 11. âyet-i kerimesine göre:

64/TEGÂBUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâhi, ve men yu'min billâhi yehdi kalbehu, vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).
Allah’ın izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah’a îmân ederse (âmenû olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.


Allah o kişinin kalbine ulaşır. Daha evvel, Allahû Tealâ o kişinin, gözlerinin üzerindeki hicab-ı mestureyi alır. Görme hassasındaki engeli alır. Kulaklarındaki vakrayı alır. İşitme hassasının mührünü açar. Kalbindeki ekinneti alır. Kalbindeki ekinneti alır ve yerine ihbat koyar. Bunlar, otomatik olarak işleyen sistemler.

O kişi, şeytanın %100 emrinde olan bir kişi iken, şeytan hiç bırakmaz insanı, devamlı telkin altında tutmaya çalışır. İşte o kişi, başlangıçta böyle bir dizaynda iken (şeytanın telkini altında iken) bu noktadan itibaren (Allah’a ulaşmayı dilediği noktadan itibaren) herşey değişir. Allahû Tealâ, şeytanla ilişkisini, bıçakla keser gibi keser. O noktadan itibaren şeytanın, o kişi üzerindeki tesiri kesinlikle kalmaz. Ama bu kişi mürşidine ulaşmazsa (ki Allah’a ulaşmayı gerçek anlamda dileyen bir kişinin mürşid sevgisi, hasreti duymaması mümkün değildir, hacet namazı kılmaması mümkün değildir) kılacak ve kalbinin istediği şey (tâbiiyet müessesesini) gerçekleştirecek olan mürşidi, Allahû Tealâ mutlaka ona gösterecektir. Herkes öyle ulaştı mürşidine. Allah’a ulaşmayı dileyenler!

Sevgili kardeşlerim! Yeryüzü )bu konuda tövbe verebilecek olan) binlerce insanla dolu.  Her tarafta, herkesin ulaşabileceği yerde bir mürşid veya mürşid vekili mutlaka var. Sizinkinin hangisi olduğunu oradan soracaksınız; Allahû Tealâ’dan. Yolu; hacet namazı kılmak. Perşembeyi cumaya bağlayan bir gece, boy abdesti alacaksınız. Gece yarısından sonra, sabaha karşı bu namazı kılmanız efdaldir. Ve 4 rekâtlık hacet namazı kılacaksınız.

1. rekât: Fâtiha, İhlâs, Felâk, Nâs.
2. rekât: Fâtiha, İhlâs, Felâk, Nâs. Ve böyle devam edeceksiniz. Affedersiniz!
1. rekâtta Fâtiha’dan sonra, 3 tane Âyetel Kursî, 2., 3., 4. rekâtlarda Fâtiha’dan sonra, İhlâs, Felâk ve Nâs okuyacaksınız. 2. rekâttan sonra teşerrük miktarına oturacaksınız. Ve namazınız tamamlanınca, evvelâ boy abdesti alacaksınız, Allahû Tealâ’dan mürşidinizi isteyeceksiniz. Zaten öyle bir noktaya gelirsiniz ki; iç dünyanız mutlaka bir mürşide ulaşmak arzusu ile yanmaya başlar. Allahû Tealâ bu zevki verir kişiye, bu arzunun sahibi kılar kişiyi.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Ve mürşide tâbî olduğunuz zaman bakınız neler oluyor? Allahû Tealâ diyor ki: “Onların kalplerinin içine îmânı yazarız. Ve katımızdan o kişinin, başının üzerine bir ruh gönderip o ruhla onu destekleriz.” Devrin imamının ruhu, başımızın üzerine geliyor. Kişi kim olursa olsun (eğer Allah’a ulaşmayı dilemişse, hacet namazını kılmışsa, Allah’tan sormuşsa mürşidini, Allah ona mürşidini göstermişse o mürşidtir veya mürşid vekilidir, hiç önemli değil neticede mutlaka eğer bir vekile tâbî olmuşsa) esas mürşidine ulaşacaktır. Zaten vekile tâbî olması da başlangıçta, hatta ruhu Allah’a ulaşıncaya kadar da yeterli. Hangi açıdan? Çünkü, önemli olan kişinin cereyanı alması, o mürşid cereyanı yani cezbesi olan bir mürşidtir.

İşte sevgili kareşlerim! Önemli olan o cezbe. İrşad makamında olan herkesin mutlaka cezbesi söz konusudur. Cezbesi olacak ki; başkaları o cezbeden, onun vücudunda olan bu cezbeyi alabilsinler.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Hacet namazı ile görülen mürşide ulaşıldığı zaman o kişinin bütün günahları sevaba çevrilir. Furkân-70. Allahû Tealâ, Furkân-70’de, mürşidine tâbî olan kişinin, günahlarının sevaba çevrileceğini ifade ediyor.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).


O kişi, mürşidine tâbî olduğu gün, zikir yaptığı zaman o günkü zikri başka günlerin zikrinden farklı bir hüviyet kazanır. Çünkü, o güne kadar Allahû Tealâ’nın 1. temel kanunu geçerlidir. Bir insan, bir hata işlerse derecat kaybedeceği bir olayı yaparsa (ki insanlar daimî zikri, Allahû Tealâ farz kıldığı için her an bir derecat kaybediyor kişi, herkes) bunu durdurabilen husus; o kişinin tâbiiyetini gerçekleştirmesi ve böylece zikir yaptığı zaman Allah’ın katından salâvâtla fazl ve salâvâtla rahmet nurlarının o kişinin kalbine gelmesi söz konusu. Tâbiiyet, “O kişi ki; amilüssalihat işlemeye başlamıştır.” diyor Allahû Tealâ. Ondan evvel (tâbiiyetten evvel) o kişi zikir yaptığı zaman Allah katından  Allah’a ulaşmayı dilemişse, sadece rahmet ve fazl nurları girer. O da %2 ile hudutludur.

Mürşidine tâbî olmadıkça, nefs tezkiyesini gerçekleştiremez. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişininse, kalbine hiçbir zaman ne rahmet ne fazl nuru kesinlikle giremez. Allahû Tealâ kalpte yeterli vasıfları o kişi oluşturmadıkça ona nurlarını göndermez. Öyleyse, kim tövbe edip de tâbî olmuşsa, kalbine îmân yazılır. Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince:

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?


Bu sebeple o kişi, îmânı artan bir mü’min olmuştur. Ve bu, ona çok şeyler kazandırır. Îmânı artan mü’min olmak demek; yolunun açılması demektir, kişinin. Çünkü orada Allahû Tealâ kalbine (zikir yaptığı zaman) nurlarını gönderecektir. Ve o kişinin, o güne kadarki bütün günahlarını, Allahû Tealâ sevaba çevirir. İşte böyle bir dizayn hâkim sevgili kardeşlerim. Allah razı olsun.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah ile ilişkiler, mürşide ulaştığınız anda farklı bir veche gösterir. O kişinin bütün günahları sevaba çevirilir. Furkân-70’de Allahû Tealâ diyor: “Onun bütün günahlarını Allah sevaba çevirir.” diyor.

Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dileyip de mürşidine tâbî olan ve îmânı artan bir mü’min olan kişinin tâbiiyet anında îmân artışı kesindir. Böyle bir kişi kalbine, “îmân” kelimesi yazılacağı için, îmânı artan bir mü’min dir. Artık kalbinde “îmân” yazan bir mü’min dir.  Mucâdele-22’de: “Onların kalplerinin içine, îmânı yazarız ve onların günahlarını sevaba çeviririz.” diyor, Allahû Tealâ.

İşaret olarak da nefs tezkiyesi yapan, kişiden bahsediyor. Sadece Allah’a ulaşmayı diledikten sonra mürşidlerine ulaşıp da ceyranı alan ve nefslerinin kalbine “îmân” yazılan insanlar söz konusu. Onların kalbine “îmân” yazılır ve nefslerine zikir yaptıkları zaman Allah’dan gelen salâvâtla fazl ve salâvâtla rahmet nurlarından evvelâ, nefslerinin kalbine %2 nur zaten girmiştir. Mürşidlere ulaşmadan evvel onlar, Allah’a ulaşmayı dilemişlerdir. Tâbiiyetten sonra, %7, %7 fazıllar yerleşecektir artık. Bunlar %51’i bulduğu zaman (%49 fazl, %2 rahmet nuru) o kişinin ruhu Allah’ın Zat’ına ulaşıp, Allah’ın Zat’ında yok olacaktır. Furkân-70’de Allah diyor: “Onların günahlarını sevaba çevirir.” Bakara-261’de ise:

2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbetin, vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alîm’dir.


"Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi'dir, Alîm'dir."

“Böyle olan (mürşidlerine ulaşan) kişilerin, 7 tane üzerinde, 7 tane başak olan, herbir başakta 100 dane bulunan, bir nebat kadar onlara ni’met veririz.” diyor Allahû Tealâ. Bu noktadan itibaren o kişiye Allahû Tealâ her sevabına karşı 1’e 10 verirken o güne kadar, bu noktadan itibaren 1’e, 100 vermeye başlar her sevabına. Bu, o kişinin ruhu zemin kattan 1. kata ulaşana kadardır. 2. kata ulaştığı zaman, 1’e, 200 olur Allahû Tealâ’nın verdiği ni’met. 3. gök katında 1’e, 300 olur. 4., 5., 6., 7. gök katlarında 1’e, 700’e kadar yükselir. İşte mürşide tâbiiyet öyle bir olaydır ki; bu tâbiiyette o kişinin aldığı (zikir yapmak karşılığında aldığı) Allah’tan aldığı, ni’metler, nurlar çok büyük boyutta artış gösterecektir. 1’e )her saniye o kişi zikir yaptıkça) 700 derecat kazanmaya başlayacaktır.

Öyleyse, mürşide tâbiiyet bunu sağlamakla kalmaz. Tâbiiyet anında ruh, vücuttan ayrılır. Devrin imamının ruhu kişinin başının üzerine gelir ve o kişinin ruhuna Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesinde belirtildiği üzere:

40/MU'MİN-15: Rafîud deracâti zûl arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmak istediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.


“Senin Allah’a ulaşma günün geldi. Vücudu terk et, Allah’a doğru çık. Anadergâha ulaş!” diye, emrini verir. Ruh, vücudu terk eder ve hangi mürşidin önünde tövbe etmişse orada vücudu terk eder. Oradan da ana dergâha yatay bir yol üzerinden 1. sebilde ulaşır. Ondan sonra da diğerleriyle beraber çıkma (yukarıya çıkma) yetkisi verildikten sonra 1. gök katına kadar çıkar (önce o kadar çıkabilir sonra 2. gök katına kadar). Nihayet 7 tane gök katını aşar.  Nefsinin kalbinde %51 nur oluştuğu zaman Sidretül Münteha’ya vasıl olarak oradan Allah’ın Zat’ına direkt bir yolculukla ulaşır.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bu, seyr-i sülûk’tur. Öyleyse, mürşide tâbiiyet kişiye çok büyük boyutta, çok şeyler kazandırır. Mürşide tâbî olmayan kişinin nefs tezkiyesi yapması mümkün değildir. Nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yoksa mutluluk yoktur. Nefs tezkiyesi, %51 nefsin kalbine nurların dolmasını ifade eder. Bunun ötesi artık tasfiyedir. Nefsin kalbi, %100 nurlarla dolana kadar da devam eder. Kim daimî zikre ulaşırsa, o kişinin nefsinin kalbi %100 nurlarla dolar. O kişi ulû’lelbab olur. “Lî ulû’lelbab fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum.” diyor, Allahû Tealâ.

 

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.


“O ulû’lelbab ki, onlar ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikrederler.” Bir insan için 3 hal vardır. Ayakta olmak, oturuyor olmak veya yatmak. Üçünde de zikreden kişi (uyurken de kulağının sağ tarafına dönüp sağ kulağını yastığa koyup, orada kalbinin atışlarını kulağında hisseden kişi) kulağındaki o sesi iç sesiyle takip ederek her kalbinin çarpışında “Allah, Allah, Allah, Allah...” diyerek ama bunu sesli değil, dilini de kımıldatarak değil, dilini kımıldatmadan iç dünyasındaki sesle (içindeki sesle, kalp kulağında hissettiği) sağ kulağını yastığa dayayarak yatması emrolunur. Bu kulak, kalbin atışlarını duyacaktır. Çift heceli, kişinin iç dünyası sevk-i tabiiyle adım adım Allah kelimesini tekrar etmeye başlayacaktır. Bir gün bu, o kişiyi daimî zikre ulaştıracaktır. Yani, uyurken de zikredecektir kişi. İşte o noktada artık daimî zikir oluşmuştur.

1- Kişi ruhunu Allah’a teslim etmiştir, 22. basamak.
2- Fizik vücudunu Allah’a teslim etmiştir, 25. basamak.
3- Nefsini Allah’a teslim etmiştir, 26. basamak.

Bütün bunlar, mürşidin devreye girmesiyle mümkün olan muhtevadır.

Benzer konular