İsrâ-15 ve Nahl-36’yı açıklar mısınız?

Anasayfa » Ana Sayfa » Hidayet » İsrâ-15 ve Nahl-36’yı açıklar mısınız?
share on facebook  tweet  share on google  print  

İsrâ-15 ve Nahl-36’yı açıklar mısınız?

Es selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu! Malatya’ya gelmekle bizleri çok şereflendirdiniz. Sevgili Efendimiz, İsrâ-15 ve Nahl-36’yı açıklar mısınız? Allah razı olsun. Saygıyla ellerinizden öperim.

17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihî, ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.


“menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî): Kim hidayete erdiyse, o zaman o sadece kendi nefsi için hidayete erer.
ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyh: Kim de dalâlette ise sorumluluğu kendi üzerine olmak üzere dalâlette kalır.
ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ: yük taşıyan bir kimse başkasının yükünü yüklenmez. (Yani birinin günahı başkasına devredilemez.)
“ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen): Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.” diyor Allahû Tealâ. Bunun mânâsı; bütün kavimlerde, mutlaka bütün devirlerde resûl vardır.

Nahl Suresinin 36. âyet-i kerimesi Allahû Tealâ buyuruyor ki:

16/NAHL-36: Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).


“ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen: Ve Biz, bütün ümmetlerin içinde resûl beas ettik. Vazifeli kıldık.
eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte): Allah’a kul olsunlar diye ve taguttan içtinap etsinler diye. Kaçınsınlar, kendilerini kurtarsınlar diye.
fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu): Onlardan bir kısmı hidayete erdiler. Ve onlardan bir kısmının üzerine dalâlet hak oldu. (Bir kısmını Allah hidayete erdirdi. Ve bir kısmının üzerine dalâlet hak oldu.)
“fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne): Öyleyse yeryüzünde gezin, böylece yalanlayanların (tekzip edenlerin) akıbetlerinin ne olduğunu görün.” diyor Allahû Tealâ.

Bu iki tane âyet-i kerime bütün kavimlere Allahû Tealâ’nın resûl gönderdiğini ifade ediyor. Allahû Tealâ, bir resûl göndermedikçe azap etmeyeceğine göre ve Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ’nın söyledikleri bir mutlak hakikat olduğuna göre sonuca, Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesini söyledikten sonra ulaşalım. Allahû Tealâ, bu âyette diyor ki:

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alâl kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın?” (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.


“Kıyâmet günü cehennemdeki vazifeliler, bekçiler cehenneme ulaşanlara derler ki:” Kapıdan içeri girerken kapı, yerden yükseltilir. “Ve kapıdan içeri girenlere derler ki: ‘Size Allah’ın resûlleri gelmedi mi? Allah’ın âyetlerini size okumadılar mı? Ve ‘Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz. Gideceğiniz yer cehennemdir.’ diye sizi uyarmadılar mı?’ Onlar da cevap verirler: ‘Uyardılar. Allah’ın âyetlerini okudular. Ve bizi uyardılar.’ Ama azap kâfirlerin üzerine hak oldu.”

Neden kâfir insanlar? “Allah’a ulaşmayı dileyin!” denmesine rağmen resûller tarafından Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için küfürde kaldılar. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler küfürden kurtulabildiler. Allahû Tealâ, bir resûl göndermedikçe hiçbir kavme azap etmeyeceğini söylüyor.

Cehennemin kapısındaki vazifelilerse bu suali herkese soruyorlar. Cehenneme giren herkese soruyorlar: “Size resûl gelmedi mi? Sizi uyarmadı mı?” Cehenneme giren herkes: “Resûlün kendisine ulaştığını ve kendisine düşen vazifeyi yapmadığını, ona inanmadığını söylüyor.” Öyleyse her kavme bütün zaman dilimleri içinde mutlaka resûller gelir ve görevlerini mutlaka yaparlar. Ama daima reddedilirler. Bu devirde böyle olmuştur. Şu anda durum budur. Neye dayalı olarak söylüyoruz bunu? Mu’minûn Suresinin 44. âyet-i kerimesine istinaden söylüyoruz. Mu’minûn 44’de Allahû Tealâ diyor ki:

23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.


“Biz Musa’dan sonra bütün kavimlere ardarda resûller gönderdik. (Yani aralarında bir fetret devri bırakmadık. Bir resûl öldüğü zaman bir kavimde mutlaka yerine yenisini tayin ettik. Hz. Musa’dan sonraki bütün devirlerde bütün kavimlere mutlaka resûl gönderdik.) Hiçbir kavmi hiçbir devrede resûlsüz bırakmadık. Ama hangi kavme resûl gönderdiysek bütün kavimler, resûllerini yalanladılar. Resûllerini inkâr ettiler.” diyor Allahû Tealâ.

Demek ki; bütün kavimlerde her an bir resûl yaşıyor. Bu kavimde de bugün yaşıyor, bir resûl. Bütün kavimlerde de şu anda Allah’ın bir resûlü vazifeli. Kur’ân aynen bunu söylüyor. Bakara Suresinin 87. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki, Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.


“Biz Hz. Musa’dan sonra bütün kavimlere resûl gönderdik. (Ve yahudi kavmine hitap ediyor.) Size de hangi devirde resûl geldiyse bir kısmını yalanladınız, bir kısmını ise öldürdünüz.” diyor. Ama bütün kavimlere Hz. Musa’dan sonra bütün kavimlere mutlaka ardarda birbiri arkası kesilmeksizin resûl gönderdiğini söylüyor Allahû Tealâ. İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.


“Hiçbir kavim yoktur ki; onlara kendi dilleriyle (onlara) Allah’ın emirlerini ileten resûl göndermiş olmayalım.” Hiçbir devrede, hiçbir kavmi resûlsüz bırakmadığını söylüyor. Şu anda da sevgili kardeşlerim, sevgili misafirler! Bütün kavimlerin içinde mutlaka Allah’ın bir resûlü yaşıyor. Şu anda mutlaka bütün kavimlerde bir resûl yaşıyor. O resûllerden bir tanesi mutlaka devrin imamlığına vekâlet eder. Neden vekâlet eder, asaleten görevini yapamaz?

Çünkü devrin imamlığı yani Allah’ın huzurunda kılınan huzur namazının imamlığı kesintisiz olarak kıyâmete kadar devam edecektir. Ama onun gerçek imamları, peygamberlerdir ve Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz son peygamber olarak burada imamlık görevini yapmış, ondan sonra rahmetli olmuştur. O günden itibaren Allahû Tealâ’nın huzurunda huzur namazı mutlaka bu, dünya adı verilen gezegende yaşayan birisi tarafından kıldırılacaktır. Ve o kişinin mutlaka bu dünyada hayatta olması gerekir. İşte bu sebeple huzur namazının imamlığı Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘den sonra son peygamber olduğu cihetle huzur namazının imamları tarafından peygamber olmayan resûller tarafından kıldırılmaktadır. Bugün de o görev orada aynen devam etmektedir. Öyleyse resûller bütün devirlerde mutlaka vardırlar. Ve bugün de bütün kavimlerde resûller yaşıyor.

Benzer konular