Hidayet nedir?

Anasayfa » Ana Sayfa » Hidayet » Hidayet nedir?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Hidayet nedir?

Sorduğumuzda “Hidayet nedir?” diye, aldığımız cevap “Doğru yol.” diyorlar. “Bu cevap yanlış.” diyorsunuz. Sonuçta hidayet, doğru yola ulaşılmaz mı? Tam olarak açıklamasını yapabilir misiniz? Hırsız olayında tam açıklamayı tam yapmadınız. Orada vermiş olduğunuz mesaj neydi? Konulara tam vakıf olamıyoruz. Hırsız olayıyla hidayet arasında ne gibi bir bağlantı var?

Şimdi, demin söylemiştik ama bir defa daha söyleyelim. “Hidayet nedir?” sualinin karşılığında Allahû Tealâ’nın 2 tane kesin âyeti var. Birisi Âli İmrân 73:

“innel hudâ hudallâh”
 
3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).


inne:
muhakkak ki
el hudâ: hidayet
hudallâh: Allah’a ulaşmaktır.

2.’si; Allahû Tealâ diyor ki:
 
Bakara 120:
 
2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.

“inne hudâllâhi huvel hudâ”

inne: Muhakkak ki
hudâllâhi: Allah’a ulaşmak.
huve: İşte o
el hudâ: Hidayettir.

Zannediyorum, bu iki tane âyet-i kerime, hidayetin ne olduğunu açık olarak veriyor. Ruhunuzun vücudunuzdan ayrılması söz konusu. Allah’a ulaşmayı diledikten sonra Allah sizi mürşide ulaştırır. Allah’ın ulaştırdığı mürşide tâbî olmak kaydıyla, tâbî olduğunuz an Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesine göre ruhunuz vücudunuzdan ayrılır. Çünkü devrin imamının ruhu başınızın üzerine gelir:

58/MUCÂDELE-2: Ellezîne yuzâhirûne minkum min nisâihim mâ hunne ummehâtihim, in ummehâtuhum illâllâî velednehum, ve innehum le yekûlûne munkeran minel kavli ve zûrâ( zûran), ve innallâhe le afuvvun gafûr(gafûrun).
İçinizden (sizden) kadınlarına sırt çevirenler (arkalarını dönenler) ki, onlar (eşleri) kendilerinin anneleri değildir. Onların anneleri, sadece onları doğuranlardır. Ve muhakkak ki onlar, gerçekten inkâr edici (çirkin) ve günaha sokan (ağır) bir söz söylüyorlar. Muhakkak ki Allah; mutlaka affeden ve mağfiret edendir.


Ve Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesi gereğince sizin ruhunuza der ki:

40/MU'MİN-15: Rafîud deracâti zûl arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmak istediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.


“Senin Allah’a ulaşma (mülâki olma) günün yani yevm’et talâkın geldi. Vücudu terk et. Görevi biz devralıyoruz.”

İşte böylece insanın ruhu Allah’a doğru yola çıkar. Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği an, dalâlet üzere olmaktan kurtulmuştur, hidayet üzere olmuştur. Sadece Allah’a ulaşmayı dilemeyenler dalâlettedir. Âyet-i kerime son derece net olarak veriyor bunu.  Ra’d Suresi 27. âyet-i kerime, Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”


“Allah dilediğini dalâlette bırakır.” Yani o kişi Allah’a ulaşmayı dilemiyor, o dalâlettedir. Allahû Tealâ da onu kendi haline bırakıyor. Ama diyor ki Allahû Tealâ: “Onlardan, o dalâlette olanlardan kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onları Kendisine ulaştırır yani hidayete erdirir.”

“Sonuçta hidayet doğru yola ulaşılmaz mı?” diyor kardeşimiz.

Bu açıklama zaten yeter diye düşünüyoruz. Doğru yol dediğiniz zaman nereye ulaştırdığı açıklanmayan bir yol. Oysaki Allahû Tealâ Sıratı Mustakîm için Hicr Suresinde  “sırâtun aleyye mustekîm” diyor. “Bana istikametlenmiş, Bana ulaştıran yol.” diyor:
 
15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun).
Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”


Nisâ175’te diyor ki Allahû Tealâ:
 
4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).

“Kim Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ruhunu ulaştırmayı) ve Allah’ın Zat’ında yok olmayı dilerse -buna ‘Allah’a sarılmak’ diyor Allahû Tealâ âyet-i kerimede- ve Allah’a sarılmayı dilerse, Allah onları Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.”

Onun için dikkat ettiyseniz biz, o televizyon konuşmasında o, şu hakkımızdaki iftiraları söyleyen o zata, hidayete ‘doğru yol’ dediği zaman sormuştuk; “Peki, Sıratı Mustakîm nedir?” Ona da “doğru yol” demek mecburiyetinde kaldı. “İkisi aynı kavram mı?” dediğimiz zaman da cevap veremedi.

Sevgili kardeşlerim! Şeytan, hidayet kavramını yok etmiş. “Doğru yol” diyerek, ne olduğu belirsiz bir tarif vermiş. Hidayet yol değildir ama bir yolun üzerinde Allah’a ulaşmaktır.

“Sonuçta hidayet doğru yola ulaşılmaz mı?” Diyor. Tam bir açıklama yapamamış kardeşimiz.  “Sonunda hidayet dediğiniz şey doğru yola ulaşmak olmuyor mu?” demek istiyorsa, hayır, olmuyor. Doğru yol dediğiniz şey yolsa mutlaka bir yere varır. Hangi yoldan bahsediyorsanız o yolun tanımını yapmak mecburiyetindesiniz. İşte iblis, insanlara böyle muğlâk, tanımı olmayan, ‘Hidayet doğru yoldur.’ demiş. Doğru yolun ne olduğunu insanlar bilmiyorlar. Sahi doğru yol da nasıl bir yol? Ve ondan sonra film zaten bütünüyle kopuyor. Çünkü insanlar dînlerini, zamanımızda İslâm’ın 5 şartına indirgemişler; namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek.

Sevgili kardeşlerim! Hiç kimse bu 5 tane ibadetle kendisini cehennemden kurtaramaz. Bunu hepiniz lütfen yerli yerine oturtun. Çok ciddi bir olaydan bahsediyoruz. Hepinizi tehdit eden bir tehlike bu! Ve şu anda eğer Allah’a ulaşmayı dilemeyenler varsa aranızda, açık ve kesin olarak söylüyoruz ki; gideceğiniz yer cehennemdir sevgili kardeşlerim! Lütfen kendinizi toplayın! Biz uyarıyoruz. Bu uyarmakla biz vazifeliyiz. Allahû Tealâ bize bunları öğretmeseydi, biz de herkesle beraber şu anda cehenneme doğru yol alıyor olacaktık. Hamdolsun ki; Allah bize bunları öğretti.

Öyleyse “Sonuçta hidayete yani doğru yola ulaşılmaz mı?” diyor kardeşimiz.

Hayır, sevgili kardeşlerim! Doğru yol dediğinizin tarifini vermek mecburiyetindesiniz.

“Tam olarak açıklamasını yapabilir misiniz?” diyor.

Zannediyoruz ki tam olarak açıklamasını yaptık.

“Hırsız olayında açıklamayı tam olarak yapmadınız.” diyor.

Nasıl atladığımızı hatırlamadık ama hırsız olayını bir defa daha söyleyelim. Bakara Suresinin 216. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrahû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o sizin için bir şerdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.

“Olaylar vardır; siz onlardan hoşlanmazsınız, onu kerih görürsünüz ama o sizin için bir hayırdır yani sizi üzer ama o sizin için bir hayırdır. Olaylar vardır; sizi sevindirir ama o sizin için bir şerrdir. Siz bilmezsiniz, Rabbiniz bilir.” diyor Allahû Tealâ.

Ne demek istiyor? Misal verdik: Bir hırsız, birinin bir malını çalıyor. Çaldı. Ne olur? Allahû Tealâ’nın hesabı anında görülür, anında çözülür. Hesap anında görülür. Kim başka birinden bir mal çalmışsa, o kişinin amel defterinde o çalacağı mal kadar negatif derecat yazılır. Yani o kişiye, o kişinin derecatı o kadar aşağı iner. Hırsız bu malı çalarak seviniyor, tam âyet-i kerimeye uygun olarak ama aslında onun için şerr. Derecat kaybettiren bütün olaylar şerrdir, derecat kazandığımız bütün olaylar hayırdır. Hırsız seviniyor, bir olay yapmış, mal çalmış, seviniyor. Olay kişiyi sevindiriyor ama aslında o, onun için şerr.

Şimdi gelelim malı çalınana: O da üzülüyor, üzülüyor ama aslında sevinmesi lâzım. Neden? Çünkü malını çalan hırsızın kaybettiği derecat, onun kazandığı derecat hanesine yazılıyor. Yani derecat kazandığı için (malı çalınması sebebiyle derecat kazandığı için) hayra ulaşıyor kişi. Kazandığı dereceler hayırdır. Zannediyorum, şimdi açıklığa kavuşmuştur. Birisinin malı çalınıyor, üzülüyor ama malı çalanın kaybettiği derecelerin aynı miktarı, onun amel defterine hayır olarak kaydedildiği için bu, onun için hayırdır. Derecat kazandırıyor ona. Hırsız da aynı anda derecat kaybediyor. Eşitlik sağlanıyor.

Bu, olayla derecat arasındaki ilişkidir. Yani olayın karşılığı ödetilmiştir. Ama fizik âlemde değil, derecat olarak ödetilmiştir. 1. safha. Eğer malı çalınan kişi o zamanki devirde kadıya gitseydi, kadı da burada kısas (İslâm’da kısas müessesesi var.) kısas uygulasaydı, diyelim ki o kişi, hangi miktarda bir mal çalmışsa o zaman hırsızdan aynı miktarda bir parayı alıp o kişiye iade etmek gerekirdi. O zaman bunu yapan kişi talep ederse ki ‘Ben malımın karşılığını istiyorum.’ diye, hırsız bu parayı ödediği zaman mallar arasındaki denge sağlanmıştır. Çaldığı kadar malı para olarak iade etmiştir. Malla para birbirine eşittir. Öyleyse kişinin çaldırdığı malla geriye aldığı para arasında denge sağlanmıştır. İkisi birbirine eşittir. Hırsız da çaldığını iade ettiği için çaldığıyla iade ettiği birbirine eşittir. Mal olarak denge sağlanmıştır. Ama dereceler arasındaki denge de sağlanır. Çünkü o zaman hırsıza, kaybettiği dereceler kazanç hanesine kaydedilir, onu verdi diye ve geriye alan kişinin de kazandığı dereceler kadar kaybettiği dereceler söz konusu olur. Ne oldu dereceler? Malı çalınan kişi ne kadar derecat kazanmışsa o kadar derecat kaybetti. Dereceler arasında eşitlik sağlandı. Ne kadar malı çalınmışsa o kadar malı geriye aldı. Mallar arasında da denge sağlandı. Gelelim hırsıza; mal çalmıştı, bu sebeple Allahû Tealâ’nın derecat kaybına uğramıştı. Malı çaldığı kadar bedeli verdiği için mallar arasında denge sağlandı. Kaybettiği dereceleri tekrar kazandığı için dereceler açısından da dengeler sağlandı. Böylece mallar üzerinde de derecat üzerinde de denge bütünüyle oluştu. İşte hırsızlık olayındaki muhteva bu, sevgili kardeşlerim!
 
Böylece bu muhtevada sevgili kardeşlerim! “Bu olayla hidayet arasında ne gibi bir bağlantı var?”

Bu olayla hidayet arasında bir bağlantı yok. Acaba ben yanlış mı anladım konuyu? Kardeşimiz bir defa daha hatırlatırsa tekrar inşaallah onun istediği cevabı veririz. Benim hatırlayabildiğim, hırsızlıklardan bahsettiğimiz zaman hep bu misali veririz.

Benzer konular