Kur’ân’da “Dînde zorlama yoktur.” âyetini nasıl anlamamız gerekir? Her dînde, her ülkede zorlama vardır. Bu zorlama, kanunlar ile olur. İnsanların doğru veya yanlış olarak kabul ettiklerini, her ferde kanunlar ile zorlama yaparlar.

Anasayfa » Ana Sayfa » Dîn » Kur’ân’da “Dînde zorlama yoktur.” âyetini nasıl anlamamız gerekir? Her dînde, her ülkede zorlama vardır. Bu zorlama, kanunlar ile olur. İnsanların doğru veya yanlış olarak kabul ettiklerini, her ferde kanunlar ile zorlama yaparlar.
share on facebook  tweet  share on google  print  

Kur’ân’da “Dînde zorlama yoktur.” âyetini nasıl anlamamız gerekir? Her dînde, her ülkede zorlama vardır. Bu zorlama, kanunlar ile olur. İnsanların doğru veya yanlış olarak kabul ettiklerini, her ferde kanunlar ile zorlama yaparlar.

“Her ülkede, her dînde zorlama vardır.” diyor kardeşimiz. Hayır, yoktur. Dînde zorlama yoktur. Kanunlar dînde zorlamayı sağlayamaz.

“Bu zorlama kanunlar ile olur.” diyor kardeşimiz. Tamam, kanunlar insanları onlara hükmetmek suretiyle belli kalıpların içinde tutmak için yapılmıştır.

“İnsanların doğru veya yanlış olarak kabul ettiklerini, her ferde kanunlar ile zorlama yaparlar.” diyor kardeşimiz. Kanunlar zorlayıcı hüviyettedirler yani kanunlar çiğnenemez. Çiğnenirse, kişi cezaya çarpılır.

“Kur’ân’daki âyeti şöyle anlayabilir miyiz? ‘Artık hak ile bâtıl apaçık ortada. İsteyen istediği dîni seçmekte serbesttir ama İslâm dînine mensup olanlar, İslâm’ın kaidelerine uymak mecburiyetindedirler. Uymadıkları zaman da, Allah’ın kanunlarıyla zorlama yapılacaktır. Allah’ın kanunlarına uymak istemeyenler ‘Biz müslüman değiliz.’ derler ve bu mesuliyetten ve zorlamadan muaf tutulurlar.”

Bu kardeşimizin söyledikleri yanlış. Allahû Tealâ öyle söylemiyor. Diyor ki Bakara Suresinin 256. âyet-i kerimesinde:

2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lânfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.


"lâ ikrâhe fîd dîni.” diyor: “Dînde zorlama yoktur.” diyor Allahû Tealâ. “Dînde zorlama yoktur.”
kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi): İrşad yollarıyla gayy yolları yani cennete götürecek olan, Allah’a götürecek olan yollarla, cehenneme götürecek olan yollar birbirinden ayrılmıştır, beyan edilmiştir.
fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi: Kim Allah’a âmenû olursa, Allah’a ulaşmayı dilerse ve tagutu inkâr ederse, devre dışı bırakırsa,
fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ: O Allah’tan kopması mümkün olmayan bir kulba sımsıkı sarılır. diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse Allahû Tealâ açık ve kesin olarak söylüyor: “Dînde zorlama yoktur.” Öyleyse kardeşimiz, siz yanlış şeyler düşünüyorsunuz. Dînde zorlama yoktur.

Şimdi muhtevaya bakalım. Dînin hangi açılarında zorlama olabilir? Eğer bir insanın Allah ile kendi arasındaki ilişkiler söz konusuysa, bu konuda zorlamanın Allahû Tealâ tarafından kabul edilmediğini görüyoruz. Yani bir insan Kur’ân’da “Namaz kıl.” emrine rağmen namaz kılmıyorsa bu, Allah’la onun arasındaki bir işlevdir. Burada zorlamanın olmadığını söylüyor Kur'ân-ı Kerim. Eğer bir insan, Allahû Tealâ ile kendi arasındaki bir ilişkide olan oruç tutmaktan imtina ediyorsa, oruç tutmuyorsa, burada da zorlama yok.

Bir insan zekât vermiyorsa, orada zorlama var. Neden var? Zekât, kul ile Allah arasındaki bir ilişki değildir sadece; o kulla başka kullar arasındaki bir ilişkidir. Kazandığı paranın 40’ta 1’i eğer hanefi ise, 10’da 1’i eğer şafi ise, o kişiye helâl değildir. O para onun değildir. Onun, sahibi olana verilmesi lâzımdır zekât olarak.

Öyleyse burada başkasının hakkına tecavüz olduğu için zorlama oluşuyor. Hz. Ebubekir bu sebeple harp açmıştır falanca kabileye, zekâtlarını vermiyorlar diye. Ama namaz kılmak, oruç tutmak müesseselerinde, zikir yapmak müesseselerinde kimse kimseyi zorlamak hakkının sahibi değildir.

“İslâm dînine mensup olanlar, İslâm’ın kaidelerine uymak mecburiyetindedirler.” diyor kardeşimiz. Hayır, biz insanlar bu konuda insanlara emretmek yetkisinin sahibi değiliz. Kur’ân emreder; kişi dilerse yapar, dilemezse yapmaz. Cezasını Allah verecektir. Allah’la onun arasındadır. Yani namaz kılmayan bir adamı, tutup kulağından camiye götürüp namaz kıldıramazsınız. Buna Kur’ân muvacehesinde hakkınız yok.
    
“Uymadıkları zaman da, Allah’ın kanunlarıyla zorlama yapılacaktır.” Yapılmayacaktır. Eğer müessese Allah’la kul arasındaysa yapılmayacaktır. Kulla kul arasındaysa o zaman zorlayıcı bütün kaideler geçerlidir.

“Allah’ın kanunlarına uymak istemeyenler ‘Biz müslüman değiliz.’ derler ve bu mesuliyetten ve zorlamadan muaf tutulurlar.” diyor kardeşimiz. Bu sizin fikriniz; olabilir ama böyle bir şey Osmanlı devri boyunca tahakkuk etmemiştir. Hiç kimse hiçbir şekilde zorlanmamıştır ki bütün dînlerin mensupları, Osmanlı idaresinde hep vardılar.  

“Hani Osmanlı da, hristiyan ve diğer dîne mensup olanlara zorlama yapılmadığı gibi, hem müslüman olacaksın hem de İslâm’ın kaidelerine uymayacaksın, aynı zamanda adın ve dînin müslüman olduğu için de yaptığın bütün pis işler İslâm’a mal olacak.” diyor kardeşimiz.

Böyle bir dizaynda insanlar pis iş yaparlar, temiz iş yaparlar; o onların sorumluluğudur. İslâm’a mâl edilemez. Bütün dînlerin içinde bulunan insanlar pis iş de yaparlar, temiz iş de yaparlar.

“Hiç kimsenin İslâm’ın adını kirletmeye hakkı yok.” diyor kardeşimiz. Olmayabilir, ama Allah’la kul arasındaki ilişkilerde de kimse kimseyi zorlayamaz. Kur'ân-ı Kerim böyle söylüyor: “Lâ ikrâhe fîd dîni. diyor. Sizin söyledikleriniz, sadece sizin fikirleriniz. Başkalarının fikri de olabilir. Hiçbir fikir Kur’ân’a aykırı olduğu takdirde kabul görmez.
 
“Ya İslâm’ın kaidelerine uyacaksın ya da ‘Ben müslüman değilim’ diyeceksin.” Böyle diyor kardeşimiz. “İslâm’ın kaidelerine uyacaksın ya da ‘Ben müslüman’ değilim diyeceksin.” diyor. Bu nasıl bir müessese, kardeşimiz? Siz insanlara zorla namaz kıldırabilir misiniz? Zorla oruç tutturabilir misiniz? Siz yapabilir misiniz böyle bir şeyi? Allahû Tealâ “lâ ikrâhe fîd dîni.” diyor: “Dînde zorlama yoktur.” diyor. Siz bunu yapabilir misiniz, böyle bir emrin varolmasına rağmen?

“Ben bu akdimle İslâm’ın bütün kaidelerini elimden geldiği kadar yapacağım.” diyorsunuz. Hayır, herkes annesinden doğar, kendi hür iradesini kazanır. Hür iradesi ona neyi yaptırırsa, sadece onları yapar. Bu sebeple İslâm’da, Allahû Tealâ cezayı da mükâfatı da koymuştur. Kişi kendi iradesiyle Allah’ın emirlerini yeri getirirse mükâfatı hak eder, Allah’ın cennetine girer; gene kendi iradesiyle Allah’ın emirlerini yerine getirmezse, o zaman Allahû Tealâ onu cehennemle cezalandırır. Ama hiç kimse hiç kimseyi İslâmî kaideleri, Allah’la o kişinin kendisi arasındaki İslâmî kaideleri yerine getirmiyor diye, ona engel de olamaz, ona zorla yaptırım da yaptıramaz.

“İslâm’ın bütün kaidelerini elimden geldiği kadar yapacağım diyorsunuz, sonra Allah’ın bu kaidesi, âyeti benim hoşuma gitmedi, ben bunu yapmıyorum dediğiniz takdirde, ya size akdiniz hatırlatılarak yapmaya zorlar ya da akdi bozar ve İslâm’dan çıkmış olursunuz. Beni bu âyeti nasıl anlamam gerektiğini hakkında aydınlatırsanız sevinirim.” diyor.

Bu söylediğim standartlar içinde anlayacaksınız. Allahû Tealâ açıkça “lâ ikrâhe fîd dîni.” ifadesini kullanmış.

Tekrar ediyorum: Bakara Suresinin 256. âyet-i kerimesi; ve zorlama olmadan bir kişinin ya Allah’ın yolunu tercih edeceğini ya da etmeyeceğini söylüyor. “Fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi.” diyor. “Kim tagutu, insan ve cin şeytanları inkâr eder, devre dışı bırakır da Allah’a âmenû olursa, Allah’a ulaşmayı dilerse; onlar Allah’tan kopması mümkün olmayan bir kulba sımsıkı sarılırlar.” diyor. Bu, mürşidin eline sarılmadır. Allah onu mürşidine ulaştıracaktır. Mürşidini, Allah ona sevdirecektir ve kişi kendi iradesiyle severek, isteyerek hedefe doğru yürüyecektir ve kişi isterse Allah’ın yoluna girecektir, Allah’a ulaşmayı dileyecektir. Dilediği anda zaten kurtulmuştur cehennemden. O Allah’ın emrini severek, isteyerek yapmıştır. Başka biri de Allah’a ulaşmayı dilemez. Dilemezse gideceği yer cehennemdir.

Meselâ, siz kardeşim, Allah’a ulaşmayı dilediniz mi? İnsanlara zorla bir şeyler yaptırmayı vazgeçin. Siz Allah’a ulaşmayı dilediniz mi? Dilemediyseniz, kimse size bunu zorla yaptıramaz. Neden yaptıramaz? Çünkü sizin Allah’a ulaşmayı dileyip dilemediğinizi hiç kimse bilemez. Bilemezse, yaptırması da mümkün değildir ama yapmazsanız, gideceğiniz yer cehennem. Acaba anlatabildim mi kardeşim? İşte bu sebeple, bu anlayışla insanların çoğu cehenneme gitmek mecburiyetinde kalıyor.
 

Benzer konular