Nisâ Suresinin 95. âyet-i kerimesi ile Fetih Suresinin 11. âyet-i kerimesi arasında bir ilişkiden bahsedebilir miyiz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Mü'min » Nisâ Suresinin 95. âyet-i kerimesi ile Fetih Suresinin 11. âyet-i kerimesi arasında bir ilişkiden bahsedebilir miyiz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Nisâ Suresinin 95. âyet-i kerimesi ile Fetih Suresinin 11. âyet-i kerimesi arasında bir ilişkiden bahsedebilir miyiz?

Nisâ Suresinin 95. âyet-i kerimesine bakıyoruz:

4/NİSÂ-95: Lâ yestevîl kâıdûne minel mu’minîne gayru ulîd darari vel mucâhidûne fî sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim. Faddalallâhul mucâhidîne bi emvâlihim ve enfusihim alâl kâidîne dereceh(dereceten). Ve kullen vaadallâhul husnâ. Ve faddalallâhul mucâhidîne alâl kâıdîne ecran azîmâ(azîmen).
Özür sahibi olmayan mü'minlerden (savaşa gitmeyip) oturanlar ile Allah’ın yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir (eşit) değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri derece bakımından, oturanların üstünde faziletli kıldı ve Allah hepsine “Hüsna”yı vaadetti. Ve Allah mücahitleri, oturup kalanlar üzerine “büyük ecir” ile üstün kıldı.


lâ yestevîl kâıdûne: Oturanlar eşit değildir.” diyor Allahû Tealâ.
minel mu’minîne gayru ulîd darari: Mü’minlerden, özür sahipleri hariç.
vel mucâhidîne bi emvâlihim ve enfusihim: Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler.
faddalallâhul mucâhidîne bi emvâlihim ve enfusihim: Allah mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri derece bakımından, alel kâidîne: oturanlara göre üstün, faziletli kılınmıştır. Allah onları fazıl kılmıştır.
ve kullen vaadallâhul husnâ: Allah her birine hüsna, güzellik vaadetti.

Aslında buradaki husnâ: “Allah’ın Zat’ını vaadetti, Allah’ın Zat’ına ulaşmayı vaadetti.”

ve faddalallâhul mucâhidîne alel kâıdîne ecren azîmâ(azîmen): Ve Allah mücahitleri, oturup kalanlar üzerine büyük bir ecirle üstün kıldı, fevz-ül azîmle üstün kıldı.” diyor Allahû Tealâ.

Bu, Nisâ Suresinin 95. âyet-i kerimesi. Fetih Suresinin 11. âyet-i kerimesine bakıyoruz şimdi:

48/FETİH-11: Se yekûlu lekel muhallefûne minel a’râbi şegaletnâ emvâlunâ ve ehlûnâ festagfir lenâ, yekûlûne bi elsinetihim mâ leyse fî kulûbihim, kul fe men yemliku lekum minallâhi şey’en in erâde bikum darran ev erâde bikum nef’â(nef’en), bel kânallâhu bi mâ ta’melûne habîrâ(habîran).
Araplardan muhallefunlar (geride kalanlar), sana: “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti. Artık bizim için mağfiret dile.” diyecekler. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleri ile söylüyorlar. De ki: “Eğer Allah, size bir zarar veya fayda dilerse, bu taktirde sizin için Allah’tan (gelen) bir şeye kim mani olabilir (fayda veya zararı önleyebilir)? Hayır (öyle değil), Allah yaptığınız şeylerden haberdardır.”


“Araplardan muhallefunlar yani halef olanlar, geride kalanlar sana: ‘Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti. Artık bizim için mağfiret dile.’ diyecekler. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleri ile söylüyorlar. De ki: ‘Allah sizin için bir zarar veya fayda dilerse, o takdirde Allah’tan bir şeye kim malik olur? (Allah’ın yani fayda dilediğine, Allah’ın fayda vermesine kimse mâni olamaz, Allah’ın zarar dilediğine zarar vermesine de kimse mâni olamaz. Kim mâni olabilir buna? Kim böyle bir şeye malik olabilir? Allah’ın fayda vereceği kişiye fayda vermesine kim mâni olabilir, yani fayda veya zararı önleyebilir?) Hayır, öyle değil. Allah yaptığınız şeylerden haberdardır.”

Burada her ikisinde de, oturanlar ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler olarak ikiye ayrılıyor insanlar. Her iki âyette de, oturanlar yani kalanlar, savaşa iştirak etmeyenlerle savaşa iştirak eden, cihad edenler arasındaki farklılık söz konusu.

Burada Allahû Tealâ’nın ifadesi: “Onlar, kalplerinde olmayanı sana söylüyorlar.” diyor. Kalplerinde olmayanı, dilleriyle söylüyorlar. İşte bu âyet-i kerimeye bakın, Fetih Suresinin 11. âyet-i kerimesi; son derece önemli bir noktaya temas ediyor: “Onlar, kalplerinde olmayanı dileriyle söylüyorlar.” İşte Allah’a ulaşmayı dilemek de iki türlü oluyor:

1- Diliniz söylüyor: “Yarabbi! Ben Sana ulaşmayı diliyorum.” Ama kalbinizde olmayan bir şeyse bu, kalben Allah’a ulaşmayı dilemiyorsanız, hiçbir zaman Allah’a ulaşmayı dilemiş sayılmazsınız. Siz o zaman kalbinizde olmayan bir şeyi Allah’a söylüyorsunuz.

Size hep, “Şuracıktan, kalbinizden Allah’a ulaşmayı dileyin.” diyorum ya, bunun için söylüyoruz sevgili kardeşlerim. Kalbinizde olacak bu talep, dilinizde olan bir talep değil. Kalbinizde olmayan bir şeyi Allahû Tealâ’ya söylediğiniz zaman Allahû Tealâ onu kabul etmez.

“Yarabbi! Ben Sana ulaşmak istiyorum.” ifadesini söylersiniz. Bu kalbinizde varsa, Allah’a göre değer ifade eder ve siz anında, o söylediğinizden yedi dakika sonra, mutlaka Allah’ın cennetinin varisi olursunuz ama kalbinizde olmayan, gerçekte olmayan bir talebi dudaklarınızın, dilinizin söylemesi Allah katında bir şey ifade etmez.

Öyleyse, kardeşimizin sualine cevap verelim.

“Nisâ Suresinin 95. âyet-i kerimesi ile Fetih Suresinin 11. âyet-i kerimesi arasında bir ilişkiden bahsedebilir miyiz?”

Evet, bir ilişki söz konusu. Oturanlarla, savaşanlar, canlarıyla ve mallarıyla savaşanlar arasındaki ilişki söz konusu ikisinde de.

Benzer konular