A’râf-23’te söylenen eğer bize mağfiret etmez, rahmet etmezsen muhakkak ki; hüsrana düşenlerden oluruz sözünün Allahû Tealâ tarafından A’râf-153’te tövbe edip mürşidin önünde îmân sahibi olmalarından sonra mağfiretin ve rahmetin gerçekleşebileceğini söyleyebilir miyiz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Mürşid » A’râf-23’te söylenen eğer bize mağfiret etmez, rahmet etmezsen muhakkak ki; hüsrana düşenlerden oluruz sözünün Allahû Tealâ tarafından A’râf-153’te tövbe edip mürşidin önünde îmân sahibi olmalarından sonra mağfiretin ve rahmetin gerçekleşebileceğini söyleyebilir miyiz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

A’râf-23’te söylenen eğer bize mağfiret etmez, rahmet etmezsen muhakkak ki; hüsrana düşenlerden oluruz sözünün Allahû Tealâ tarafından A’râf-153’te tövbe edip mürşidin önünde îmân sahibi olmalarından sonra mağfiretin ve rahmetin gerçekleşebileceğini söyleyebilir miyiz?

Evet, söyleyebiliriz. Böyle diyelim ve girelim konuya.

7/A'RÂF-23: Kâlâ rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve in lem tagfirlenâ ve terhamnâ le nekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
İkisi şöyle dedi: “Rabbimiz, biz nefslerimize zulmettik, şâyet Sen bize mağfiret ve rahmet etmezsen, biz mutlaka hüsrana uğrayanlardan oluruz.”


İkisi şöyle dedi: “Rabbimiz, biz nefslerimize zulmettik, şayet Sen, bize mağfiret ve rahmet etmezsen, biz mutlaka hüsrana uğrayanlardan oluruz.” A’râf-23. Bakalım şimdi, A’râf’ın 21’ine bakalım, 22’sine bakalım:

7/A'RÂF-21: Ve kâsemehumâ innî lekumâ le minen nâsıhîn(nâsıhîne).
Ve ikisine yemin etti: “Muhakkak ki ben, sizin ikinize nasihat edenlerdenim.”

7/A'RÂF-22: Fe dellâhumâ bi gurûr(gurûrin), fe lemmâ zâkâş şecerete bedet lehumâ sev'âtuhumâ ve tafikâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneh(cenneti), ve nâdâhumâ rabbuhumâ e lem enhekumâ an tilkumeş şecereti ve ekul lekumâ inneş şeytâne lekumâ aduvvun mubîn(mubînun).
Böylece o ikisini aldatarak öncülük (önderlik) etti. Ağaçtan tadınca (meyvesini yeyince) ayıp yerleri kendilerine göründü (açığa çıktı) ve üzerlerine cennet yaprakları yapıştırmaya başladılar ve Rab’leri (ikisinin Rabbi), ikisine şöyle seslendi: “Sizin ikinizi bu ağaçtan nehyetmedim mi (yasaklamadım mı)? Ve sizin ikinize, muhakkak ki şeytan apaçık düşmandır.” demedim mi?


“Böylece o ikisini aldatarak öncülük etti. Ağaçtan tadınca ayıp yerleri kendilerine göründü açığa çıktı.” Burada anlaşılıyor ki; 23’te de Hz. Âdem ile Hz. Havva’dan bahsediyor Allahû Tealâ. Ve A’râf-23. İkisi, şöyle dedi Hz. Âdem ve Havva anamız: “Rabbimiz biz nefslerimize zulm ettik şayet Sen, bize mağfiret ve rahmet etmezsen biz mutlaka hüsrana uğrayanlardan oluruz.” demişler.

Şimdi, sual: “Allahû Tealâ tarafından A’râf-153’te tövbe edip mürşidin önünde îmân sahibi olmalarından sonra mağfiretin ve rahmetin gerçekleşebileceğini söyleyebilir miyiz?” Böyle bir şey söz konusu değil. Bu, Hz. Âdem ile Havva. O devirde ondan başka bir mürşid zaten yok böyle bir şey geçerli değil. A’râf-153:

7/A'RÂF-153: Vellezîne amilûs seyyiâti summe tâbû min ba’dihâ ve âmenû, inne rabbeke min ba’dihâ le gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve seyyiat (derecat kaybettiren ameller) işleyenler, sonra da ondan (o seyyiatten) sonra (mürşid önünde) tövbe ettiler ve âmenû oldular (ise) muhakkak ki; senin Rabbin, ondan (âmenû olduktan) sonra elbette Gafur (günahları sevaba çeviren)dur ve Rahîm (rahmet gönderen)dir.


“Ve seyyiat (derecat kaybettiren ameller) işleyenler, sonra da ondan (o seyyiatten) sonra tövbe ettiler ve âmenû oldular (ise) muhakkak ki; senin Rabbin, ondan sonra elbette gâfûr ve Rahîmdir.”

A’râf-23 için sualde sorulan geçerli değil. Hz. Âdem söz konusu. O devirde de kendisinden başka mürşid sıfatında birisi yok. Şimdi A’râf-153’e geliyoruz. 152’ye bakalım evvelâ:

7/A'RÂF-152: İnnellezînettehazûl ıcle se yenâluhum gadabun min rabbihim ve zilletun fîl hayâtid dunyâ, ve kezâlike neczîl mufterîn(mufterîne).
Muhakkak ki; buzağıyı (ilâh) edinen kimseler, Rab’lerinden bir gazaba ve dünya hayatında bir zillete uğrayacaklar. Ve işte böyle, iftira edenleri cezalandırırız.


“Muhakkak ki; buzağıyı ilâh edinen kimseler Rab’lerinden bir gazaba, dünya hayatında bir zillete uğrayacaklar. Ve işte böyle iftira edenleri cezalandırırız.” diyor. A’râf-152. Bunlar yahudi kavminden olup Hz. Musa’nın tâbiiyetindeyken, buzağıyı kendilerine ilâh edinenler. Ve 153’te de Allahû Tealâ bunu söylüyor. Ve seyyiat ameller, seyyiat işleyenler sonra da 153 ve seyyiat derecat kaybettiren ameller işleyenler, sonra da ondan o seyyiatten, sonra tövbe ettiler ve âmenû oldular ise muhakkak ki; senin Rabbin ondan sonra âmenû olduktan sonra yani elbette gâfûr, günahları sevaba çeviren ve Rahîm, rahmet gönderendir. “Bu samirînin ortaya koyduğu buzağı heykelinden sonra ona taparak küfre düşenler eğer tekrar Hz. Musa’nın önünde tövbe ederlerse o zaman kendilerini kurtarmış olacaklardır.” diyor Allahû Tealâ. Ondan sonra da Allahû Tealâ diyor ki: “Onların günahlarını tekrar sevaba çeviririz.” diyor.

Sualin a şıkkı: “A’râf-153’te tövbe edip îmân sahibi olmalarından sonra mağfiretin ve rahmetin gerçekleşeceğini söyleyebilir miyiz?”

Bu âyet bir peygamberin önünde yapılan tövbeden bahsediyor ama A’râf-153’te böyle bir şey denmesede kim Allah’a ulaşmayı diledikten sonra mürşidine, Allah’ın gösterdiği mürşide ulaşıp tövbe ederse o zaman Allah ona mutlaka mağfiret eder. Bu âyetle onu birbirine karıştırmamak lâzım. Burada çok özel bir durum var.  İnsanlar hidayete erdikten sonra fıska düşmüşler, tekrar hidayete ermeleri için tekrar tövbe etmeleri gerekiyor.

Sualin b şıkkı: “A’râf-151’deki mağfiret ve rahmet, yine A’râf-153’deki tövbe ve îmân şartlarına mı bağlanmıştır?” A’râf Suresinin 151. âyet-i kerimesi:

7/A'RÂF-150: Ve lemmâ recea mûsâ ilâ kavmihî gadbâne esifen kâle bi’se mâ haleftumûnî min ba’dî, e aciltum emre rabbikum, ve elkal elvâha ve ehaze bi re’si ahîhi yecurruhû ileyhi, kâlebne umme innel kavmestad’afûnî ve kâdû yaktulûnenî fe lâ tuşmit biyel a’dâe ve lâ tec’alnî meal kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
Ve Musa (A.S), (Allahû Tealâ’nın huzurundan) üzüntülü ve öfkeli olarak döndüğü zaman (Allahû Tealâ, ona kavminin saptığını söylemişti: Taha-85). Onlara şöyle dedi: “Benden sonra (benim yokluğumda) bana ne kötü halef oldunuz. Rabbinizin emrine acele mi ettiniz (beklemediniz)?” Ve levhaları bıraktı. Kardeşinin başını tuttu. Onu kendine doğru çekiyor(ken), (Harun A.S) şöyle dedi: “Ey annem oğlu! Muhakkak ki; (bu) kavim, beni zayıf (güçsüz) buldu. Neredeyse beni öldürüyorlardı. Artık benimle (bana böyle yaparak), düşmanlarımın yüzlerini güldürme (sevindirme) ve beni, zalim kavim ile beraber kılma.”

7/A'RÂF-151: Kâle rabbıgfirlî ve li ahî ve edhilnâ fî rahmetike ve ente erhamur râhımîn(râhımîne).
(Musa A.S) şöyle dedi: “Rabbim, beni ve kardeşimi mağfiret et ve bizi rahmetinin içine al (dahil et). Ve Sen, rahmet edenlerin en çok rahmet edenisin.”


Aynı konu sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Hz. Musa, Tur Dağ’ında Allahû Tealâ ile beraberken samirî buzağı heykelini yapıyor ve bu insanlar sabimirîye samirînin buzağı heykeline tapmaya başlıyorlar. Hz. Musa’da Allahû Tealâ’ya: “Bizim bu konuda bir hatamız yok. Beni ve kardeşimi mağfiret et ve bizi rahmetinin içine al, dâhil et ve bunlar sebebiyle bizi sahip olduğumuz şeylerden devre dışı bırakma.” diyor. Bu da bir peygamberin iki peygamber ile bir resûlün Allahû Tealâ’ya müracatıdır. Herhangi bir insanla alâkası yok bu âyetlerin.  Bu buzağı heykeline taptıktan sonraki özel bir durumu içeriyor.

Sualin c şıkkı: “A’râf-153 ile Furkân-70 arasından bir ilişki var mıdır?”

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).


Burada mürşidin önünde tövbe eden bu sebeple kalbine îmân yazıldığı için mü’min olan ve aynı sebeple ikinci defa mü’min olan ve aynı sebeple nefsi ıslah edici ameller işleyen kişinin Allah günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah günahları sevaba çeviren ve rahmet gönderendir ifadesi herkes için geçerli. Ama diğer âyetler sadece Hz. Musa’ya ve kardeşi Harun’a dayalı.
 
Sualin d şıkkı: “Yûsuf-53’te söylenen Rabbimizin Rahîm esması ile tecellisi ve rahmet etmesi A’râf-153 ve Furkân-70’e göre âmenû olmak şartına bağlanmıştır diyebilir miyiz?

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).


“Yûsuf-53’te söylenen Rabbimizin Rahîm esması ile tecellisi A’râf-153 ve Furkân-70’e göre âmenû olmak şartına bağlanmıştır diyebilir miyiz?”

Furkân-70’e göre; evet, A’râf-153 için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Yani, A’râf-153’teki olay mü’min olduktan sonra fıska düşenler ve hatta şirke düşen insanlardan bahsediyor. Burada diğer âyetler normal statüdeki standartları veriyor birbirinden çok ayrı iki tane konuyu kardeşimiz bir araya getirmeye çalışılıyor olmaz. Aralarında bir ilişki kurmak pek mümkün değil. Ya bir nebî ile bir nebî bir resûl ile normal insanları karşılaştırıyor, kardeşimiz veya fıska düştükten sonra şirkede düştükten sonra gene peygamberlerin önünde tövbe etmek suretiyle peygamberlerin önünde tövbe etmek suretiyle hidayete dönecek olan insanlar var, bu normal standarttaki mürşidlerin önünde tövbe eden insanlarla bunlar arasında ilişki kurmak çok kolay bir şey değil, böyle bir şey geçerli değil.

Benzer konular