Allah’ın evliyası, kendisini açıklamaz, “Efendiniz, kendisini niye açıklıyor?” diyorlar. Ne buyurursunuz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Evliyalık ve Ermişlik » Allah’ın evliyası, kendisini açıklamaz, “Efendiniz, kendisini niye açıklıyor?” diyorlar. Ne buyurursunuz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Allah’ın evliyası, kendisini açıklamaz, “Efendiniz, kendisini niye açıklıyor?” diyorlar. Ne buyurursunuz?

“Es selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu!” Muhterem Efendimiz! Hasretle, hürmetle ellerinizden öperim. Karşılaştığımız grupların çoğunda, Allah’ın evliyasının, kendisini açıklamadığını söylüyorlar. “Efendiniz, kendisini niye açıklıyor?” diye soruyorlar. İnşaallah bu konuda bizleri aydınlatır mısınız?

Hay Allah razı olsun! Sevgili misafirlerimiz, sevgili kardeşlerimiz! Evvelâ şunu yerli yerine oturtmalıyız. Biz Allah’ın tasarrufundayız. Bu sözler, bizim tarafımızdan söylenmiyor. O söyletiyor. Biz kendi iradesine sahip olmayan bir insanız. Kendiliğimizden bir şey yapmamız mümkün değildir. Allahû Tealâ ne söyletirse, sadece onu söyleyebiliriz. Şu anda da onu yapıyoruz. Biz bir vasıtayız, bir mikrofonuz. Konuşturan O! Öyleyse, bizim hayatımızın, bizim için şu kadarcık kıymeti yok sevgili kardeşlerim, sevgili misafirler, sevgili izleyenler, sevgili dinleyenler.

Biz, Allah için yaşıyoruz. O’nun hedefi, bütün insanları hidayete erdirmek. Bir gün, insanların çoğunun hidayette olacağı bir güne doğru yürüyoruz. İşte bunun için Allahû Tealâ, bize neyi söyletirse, biz sadece onu söyleriz, şu anda olduğu gibi. Allahû Tealâ, bize onu söylettiğine göre, söylememiz %100 gerekliydi, %99  değil! Allah söyletir, biz de söyleriz. Hepsi bu kadar! Biz, serbest iradenin sahibi değiliz. İrademiz, İlâhi İrade’ye O’nun tarafından bağlanmıştır.

Öyleyse, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ, bizi seçmiş. Bizim gibi, hayatının 30 senesini dînin tamamen dışında geçirmiş, dîn adına hiçbir dînî terbiye almamış, dîn adına hiçbir şey bilmeyen bir kara cahili, Allahû Tealâ vazifeli kılmış. Üstelik de bir komunist! Öyleydik sevgili kardeşlerim, sevgili misafirlerimiz! O devirde sosyalizm, komunizm, bütün gençlerin öğrenmesi lâzımgelen bir modaydı. Ve de okudukça daha koyu sosyalist oluyorsunuz, daha koyu komunist oluyorsunuz öyle bir devirde, öyle bir insan!

Vakıflar Bankasının, teftiş heyetinin en solundaki kişi; O, bizdi. Böyle bir komunistten, bu tarzda bir adam yaratan sadece Allah olabilir. İşte bizi, oradan aldı, bize O, bu vazifeleri verdi. Hâlâ anlamıyor musunuz, sevgili kardeşlerim? Şu etrafınızdaki dîn adamlarına bir bakın! Hangisi hidayetin ne olduğunu biliyor? Bizim görevimiz; insanları hidayete erdirmek. Hidayeti sadece biz açıklayabildik. Allahû Tealâ bize hidayeti öğretti. Hidayetin, insan ruhunun Allah’a ulaşması olduğunu söyledi.

Allah’ın, sadece bize ne kadar öğretimi söz konusuysa, biz sadece o kadarını biliriz. Üst tarafı da bizi izame etmez, ilgilenmeyiz. Biz, Allah’ın tasarrufu altındayız. Ne söyletirse sadece onu söyleriz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) uzun süre risaletini açıklamaktan çekiniyor. Allahû Tealâ diyor ki: “Risaletini tebliğ etmezsen görevini yapmamış olursun.”

Sevgili kardeşlerim, sevgili misafirlerimiz! Hidayet çağındayız. Bizim görevimiz; şu anda, orada Allah’a ulaşmayı dilemeyen, ne kadar bizi dinleyen insan varsa hepsine mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemelerini ve böylece hidayet üzere olmayı açık bir şekilde anlatmakla vazifeliyiz. Allah’a ulaşmayı dileyenleri de Allah’a ulaştırmakla vazifeliyiz. Adım adım her gruptan mürşidler aramıza katılıyorlar. Tâbiiyetlerini gerçekleştiriyorlar bize. Bu tâbiiyet, bu konferanstan sonra da yapılacaktır. Arkasında ne var sevgili kardeşlerim?

30 senedir Allah’ın yolunda bizim dîn adamlarımızın henüz bilmediği hakikatleri, Kur’ân hakikatlerini öğretiyoruz. Hepsi de Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında yaşanmış. Öyleyse neden bahsediyoruz? 7 safhadan bahsediyoruz. Allah’a ulaşmayı dilemek (3. basamak) olmazsa olmaz. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin cennete girmesi mümkün değildir. Bunu bugüne kadar kimseden duydunuz mu? Hidayetin, insan ruhunun hayattayken Allah’a ulaşması demek olduğunu, onu kimseden duydunuz mu?  

Kur’ân-ı Kerim’i bugünün insanına, açıklamak yetkisi bu, bize verildi. Neden, bizden başka hiç kimse bilmiyor bunları? Hiç düşündünüz mü, bu suali soran kardeşim? Çünkü bize Allah öğretiyor. Çünkü bizi, O konuşturuyor. Bizim gözümüzde, bizim hayatımızın şu kadarcık bir değeri yok. Sadece, O’nun için yaşarız. Ölümü de sevgiyle karşılarız, istekle karşılarız. Hiç umrumuzda da olmaz. Ama ne yazık ki; uzun ömürlü olacağız. Öyle söylüyor. Ve bize verilen görevi tamamlamadan da öyle bir olayı hiç kimse gerçekleştiremez şu dünya üzerinde.

Şimdi sevgili kardeşlerim! Nedir bu kadar çile? Ülkemizi terk edip Amerikalara geliyoruz? Buradan sizlere sesleniyoruz? Bu vazgeçilmez durumun arkasında ne var? Şan mı, şöhret mi? Umrumuzda değil! Ama biz, O’nun dünya üzerindeki vekiliyiz. Ve bu görevi, hayatımız boyunca devam ettireceğiz. Ta ki sizleri, hidayete erdirelim. Başka bir alternatif yok! Dünya, gelecek günlerdeki savaşlardan sonra sulh ve sükûna ulaşacak. Bunun gerçekleştiğini göreceksiniz. Kim yapacak zannediyorsunuz bunu? Biz yapacağız. O yaptıracak. Biz sadece bir kuklayız. Bir ayna, bir hoparlör. Allah’ın emrini gerçekleştiren, Allah’ın yaptırdıklarını yapabilen, sadece Allah’ın söylettiklerini söyleyebilen bir vasıta! Anlamıyor musunuz?

Bütün dîn âlimleri, neden karşımızdaydı? Neden şimdi adım adım aramıza katılıyorlar? İnceliyorlar, söylediklerimizin hepsinin doğru olduğunu ve kendileri tarafından bilinmediğini idrak ediyorlar. O zaman akıllarına bir sual geliyor: “Nereden biliyor bu adam bunları? Hidayeti nereden biliyor?” Neymiş hidayet? Ne diyorlar hidayete? “Doğru yol.” diyorlar. Öyle değil mi? Bu soruyu soran kardeşimiz! Siz bizi dinlemeseydiniz eğer hidayete hâlâ “doğru yol” demeyecek miydiniz? Biz de size sormayacak mıydık: “Öyleyse Sıratı Mustakîm nedir?” diye. Gene aynı şeyi söylemek mecburiyetinde kalacaktınız: “Sıratı Mustakîm, doğru yoldur.” “Bu doğru yol nereye ulaştırır?” dediğimizde, cevap veremeyecektiniz. Siz cevap verebilir misiniz meselâ? Cevap veremezsiniz. Çünkü bilmiyorsunuz. Ama bakınız, Sıratı Mustakîm hakkında Allahû Tealâ ne söylüyor?

Diyor ki, Allahû Tealâ: “Sıratı Mustakîm, Allah’a ulaştıran yoldur.” Allahû Tealâ buyuruyor:  “Kim Allah’a sarılmayı ve Allah’a ulaşmayı dilerse (asıl ifadesiyle kim Allah’a ulaşmayı ve Allah’a sarılmayı dilerse), Allah onları rahmetinin ve fazılının içine koyar (yani onları, nefs tezkiyesine başlatır) ve onları Kendisine ulaştıran (Allah’a ulaştıran) Sıratı Mustakîm’e vasıl eder (Sıratı Mustakîm’e erdirir, ulaştırır).” diyor. Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e.

4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).


Öyleyse Sıratı Mustakîm; Allah’a ulaştıran yolun adı. Biliyor muydunuz? Hayır, bilmiyordunuz ve sizin alimleriniz bunları hep saklamışlar bugüne kadar. Onları hatalı mı buluyoruz? Hayır, sevgili kardeşlerim! Hayır, hatalı bulmuyoruz. Çünkü onlara öğretilen ilim, buydu. İşte o öğrenilen yanlış ilmi, köklerinden koparıp devre dışı bırakarak Allah’ın Kur’ân ilmini sizlere Arapça’yı, hayatı boyunca hiç bilmeyen ve size Kur’ân’ı anlatan birisi olarak anlatan, bir hüviyet kazandırdı Allah bize.

Her dîn adamıyla karşılaştığımızda söylediklerimize evvelâ itiraz ediyorlar sonra diyoruz: “Açın bakalım Kur’ân-ı Kerim’i. Kur’ân ne diyor?” Furkân, Kur’ân’dır. Öyle değil mi, sevgili kardeşlerim? Ne diyor, Peygamber Efendimiz (S.A.V)? “Benim hadîslerim tartışılacaktır. Kur’ân’a bakın! Hiçbir hadîsim Kur’ân’a aykırı olamaz.” Kur’ân’a aykırı olan tonla hadîs, insanlar tarafından tekrar edilip duruyor. Biz de bu hadîsi söylüyoruz onlara: “Furkân; Kur’ân’dır.” Âlimlerin yazdığı kitaplar değildir. Olması da mümkün olmaz.

İşte, böyle sevgili kardeşim! Siz de dünya üzerindeki bütün dîn adamları da hristiyanlar da museviler de hepsi dînlerini bizden öğrenecek. Hepsini bir çatı altında toplamakla vazifeliyiz. Çünkü dînler hiç olmamış. Hiçbir zaman Allahû Tealâ 3 tane dîn oluşturmamış. Sadece bir tek dîn var; Hz. İbrahim’in hanif dîni! Söylediklerimiz hiç insanların ve sizin bildiğiniz bilgilere benzemiyor, öyle değil mi? Bizden evvel neden hiç kimse hidayetin ne olduğunu izah edemedi? Neden dîn adamlarının büyük kısmı hâlâ hidayeti bilmiyorlar? Siz de bu suali bize sorabildiğinize göre siz de bilmiyordunuz. Ama şimdi öğrendiniz. O zaman kendinize bir sual sormalısınız: “Nereden biliyor bu adam bunları?”

İnsanları mutlak olarak cennete kavuşturacak olan temelleri anlatıyoruz. Diyoruz ki: “Allah’a ulaşmayı dileyin!” Bu sizi mutlaka 3. kat cennete, dünya mutluluğunun yarısına, nefs tezkiyesinin yarısına mutlak olarak ulaştırır. Çünkü Allah’ın sözü var: “Kim Bana ulaşmayı dilerse Ben onu Kendime ulaştırırım.” Hayatınız boyunca bizden evvel başka birinden böyle bir şey duydunuz mu? O zaman sorun bakalım o suali kendinize: “Nereden biliyoruz?” Neden hacet namazı kılıp da boy abdesti alıp bizi Allah’tan sormuyorsunuz? Sorsanız, ufkunuz aydınlanacak, öğreneceksiniz, kimliğimizi öğreneceksiniz. Bizi nurlar içinde gördüğünüz zaman öğreneceksiniz. Öyleyse, şüphelerden arınmanın bir tek yolu var; Allah’tan sormak. Ya!

Benzer konular