Muhammed 25'e göre hidayetin belli olması konusuna açıklık getirir misiniz? Hidayetin beyan edilmesinin En’âm 48'de, ifade edilen resûllerin, müjdeleme ve uyarma göreviyle bir ilişkisi var mıdır?

Anasayfa » Ana Sayfa » Hidayet » Muhammed 25'e göre hidayetin belli olması konusuna açıklık getirir misiniz? Hidayetin beyan edilmesinin En’âm 48'de, ifade edilen resûllerin, müjdeleme ve uyarma göreviyle bir ilişkisi var mıdır?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Muhammed 25'e göre hidayetin belli olması konusuna açıklık getirir misiniz? Hidayetin beyan edilmesinin En’âm 48'de, ifade edilen resûllerin, müjdeleme ve uyarma göreviyle bir ilişkisi var mıdır?

Muhammed 25:

47/MUHAMMED-25: İnnellezînerteddû alâ edbârihim min ba’di mâ tebeyyene lehumul hudâş şeytânu sevvele lehum ve emlâ lehum.
Muhakkak ki kendilerine hidayet tebeyyün ettikten (açıkça belli olduktan) sonra arkalarına geri dönenleri şeytan (küfre) ulaştırdı. Ve onları (kötü) emellere yöneltti.


“Şüphesiz kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra gerisin geri, yani küfre dönenleri şeytan kışkırtmış ve uzun emellere kaptırmıştır.”

Hidayet mutlaka insanlara tebliğ edilir. Yani mutlaka insanlara her devirdeki resûl, Allah’a ulaşmayı dilemelerinin şart olduğu, üzerlerine farz olduğu şeklinde bir açıklamayla gelecektir. Bütün insanlara mutlaka bu tebliğ yapılır. İnsanların hepsi önce cehenneme girecekleri için kıyamet günü, bütün insanlara kıyamet günü size Allah’ın resûlleri gelmedi mi? Allah’ın âyetlerini okumadılar mı? Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz, gideceğiniz yer cehennemdir demediler mi? Neden böyle söylüyor Allahû Tealâ? Çünkü diyor ki; biz resûllerimizi âmenû olanları müjdelesinler diye ve diğerlerini uyarsınlar diye göndeririz. Öyleyse Allahû Tealâ’nın dizaynında insanların uyarılması var (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin uyarılması var) ve uyarma olduğu anda hidayet belli olmuştur.

Şimdi En’âm 48’e geçiyoruz:

6/EN'ÂM-48: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için) göndermeyiz. Artık kim âmenû olur (Allah’a ulaşmayı dilerse) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.


ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn (munzirîne): Biz Resûl göndermeyiz, sadece müjdelesinler ve uyarsınlar diye. Biz resûllerimizi, insanları müjdelesinler ve uyarsınlar diye göndeririz, başka bir maksatla göndermeyiz.
fe men âmene: Kim âmenû olursa.
ve asleha: Ve ıslâh olursa.
fe lâ havfun aleyhim: Onlara korku yoktur.
ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne): Ve onlar mahzun da olmayacaklardır.

Hidayetin belli olması tebliğle tahakkuk eder. Hidayetin belli olması yani beyan edilmesi, “tebeyyene” kelimesi beyan kelimesiyle geliyor. "ve mâ tebeyyene lehumul" onlar için, "hude" hidayet onlara beyan edildikten sonra, onlara hidayet açıkça beyan edildikten sonra, beyan olduktan sonra dönenler.” Allahû Tealâ En’âm 48’de de aynı şeyi söylüyor.

Burada sual: Hidayetin beyan edilmesi ve sizlerin müjdeleme ve uyarılma göreviyle ortaya çıkan şey midir? Diye soruyor.

Evet, bütün resûller insanlara söylerler ki: Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz, sizi uyarıyoruz. Âmenû değilsiniz sizi uyarıyoruz veya Allah’a ulaşmayı dilerseniz, gideceğiniz yer mutlaka cennettir. Ve kim bunun üzerine Allah’a ulaşmayı dilemişse, onları da müjdelemekle görevli Allah’ın resûlleri. Her devirde bu işlem yapılır ve kıyamete kadar da yapılmaya devam edecektir.

Bu âyetlerin İbrâhîm 44 ve Furkan Suresinin 27, 28 ve 29. âyetleriyle bir ilişkisi var mıdır? 

14/İBRÂHÎM-44: Ve enzirin nâse yevme ye’tîhimul azâbu fe yekûlullezîne zalemû rabbenâ ahhırnâ ilâ ecelin karîbin nucib da’veteke ve nettebiir rusule, e ve lem tekûnû aksemtum min kablu mâ lekum min zevâl(zevâlin).
Azabın onlara geleceği gün ile insanları uyar. O zaman zalimler şöyle diyecek: “Rabbimiz, bizi yakın bir süreye kadar tehir et (bize zaman ver). Senin davetine icabet edelim ve resûllere tâbî olalım.” Daha önce “sizin için bir zeval olmadığına” yemin eden siz değil misiniz?


ve enzirin nâse yevme ye’tîhimul azâbu: Onlara azap gelmeden önce insanları uyarsınlar diye.
ve enzirin nâse yevme ye’tîhimul azâbu: Onlara azabın geleceği gün ile onları uyar, insanları uyar. İnsanlara nezret.
fe yekûlullezîne zalemû: Zalimler derler ki. 
rabbenâ ahhırnâ ilâ ecelin karîbin: Bizi yakın bir zamana kadar tehir et.
nucib da’veteke: Ve böylece davetine icabet edelim. 
ve nettebiır rusul (rusule): Ve resûllerine tâbî olalım. 
e ve lem tekûnû aksemtum min kablu: Siz bundan evvel yemin edenler değilmiydiniz? 
mâ lekum min zevâl (zevâlin): Bize bir zeval olmadığına, sizin için bir zeval olmadığına, yemin edenler sizler değil misiniz?

Öyleyse davete icabet etmeyenler o konuda sıkıntılı bir noktadalar.

Bu âyetlerin İbrâhîm 44 ile alakası var mı?

Çok açık bir şekilde var. “Onlara azap gelmeden önce, o insanlara azap gelmeden önce azabın geleceği gün ile onları uyar.” diyor Allahû Tealâ. Çünkü uyarıya riayet etmezlerse azabın gününde zalimler “Rabbimiz, bizi yakın bir süreye kadar tehir et, yani bize zaman ver, senin davetine icabet edelim ve resûllere tâbî olalım.” diyecekler diyori İbrâhîm Suresi 44. âyet-i kerimesi. Öyleyse Muhammed 25’te ve En’âm 48’de bu âyetin kesin ilişkisi var. Gelelim Furkan 27, 28, 29’a. Sonradan duyulan pişmanlıkları ifade ediyor İbrâhîm 44’de, Furkan 27, 28, 29’da:
 
25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.


ve yevme yeadduz zâlimu: Ve o gün zalim ellerini ısırır ve der ki.
yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ (sebîlen): Keşke resûlle beraber bir yol ittihaz etseydim.

Böyle bir yol ittihaz etmediğim için yazıklar olsun bana manâsı da çıkıyor. Keşke resûlle beraber Allah’a giden, resûlle beraber bir yol ittihaz etseydim. Yani Allah’a doğru, Allah’a ulaşmayı dileseydim ki, Allahû Tealâ onu o gün daha ilk resûlünü alacak. Furkan 27’de ellerini ısıranlar var, parmaklarını ısıranlar var ve "Keşke resûlle beraber Allah’a giden bir yol ittihaz etseydim." diyor. Allah’a giden kelimesi yok ama o yol Allah’a ulaştıran yol olduğu kesin. 

Furkan 28:

25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.


yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen): Yazıklar olsun keşke ben filanı, falanca kişiyi dost edinmeseydim.

halîl: Dost.

Keşke ben filanı dost edinmeseydim. Dost edindiği kişi ne olmuş? Onu Allah’ın yolundan saptırmış. onun yerine eğer resûlü dost etseydi kendisine, resûlle beraber Allah’tan bir yol tutsaydı, bir yol ittihaz etseydi, problem kalmayacaktı.

Furkan 29:

25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.


lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câeni: Andolsun ki bana zikir geldikten sonra beni zikirden saptırdı.

Zikir geldi, resûl açıkladı ama o falanca dost onu Allah’ın zikrinden saptırdı.
 
ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ (hazûlen): Sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.

Ve Furkan 30’da da resûl: “Yarabbi benim kavmim Kur’ân'ı terk ettiler, Kur’ân’dan hicret ettiler, Kur’ân'ı unuttular." diyor.

İşte zamanımızın panaroması, bu Furkan Suresinin 27, 28, 29 ve 30. âyetleridir sevgili kardeşlerim. Öyleyse bu yukarıdaki, Muhammed 25 ile En’âm 48’in, İbrâhîm 44 ve Furkan Suresinin 27, 28, 29 ve 30. âyetleriyle kesin bir ilişkisi mevcut.

Benzer konular