Mağfiret, şefaat ve himmet kavramlarını açıklar mısınız?

Anasayfa » Ana Sayfa » Af ve Mağfiret » Mağfiret, şefaat ve himmet kavramlarını açıklar mısınız?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Mağfiret, şefaat ve himmet kavramlarını açıklar mısınız?

Hasret ve hürmetle ellerinizden öperim. Müsaadenizle bir sualim olacak inşaallah. Mağfiret, şefaat ve himmet kavramlarını açıklar mısınız?

Mağfiret müessesesi; Allah’ın günahları sevaba çevirmesi işlemidir. Bir kişi Allah'a ulaşmayı dilemezse hiçbir zaman mağfirete muhatap olamaz. Böyle bir şey mümkün değildir. Ama kişi Allah'a ulaşmayı diledi diye o kişide mağfiret müessesesi oluşmaz. Allah'a ulaşmayı dileyen kişinin sadece günahları örtülür. Allahû Tealâ Allah'a ulaşmayı kim dilerse, ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı kim dilerse, Allah onların günahlarını örter. 

Burası 3. basamaktan 7. basamağa kadar bir bölümü kaplar. Ve de kişinin bütün günahları örtülür. Demin onu anlattık. Böylece bu kişi günahları sevaplarından aşağı ineceği için daha az olacağı için daha başka bir ifadeyle, sevapları günahlarını aşacağı için bu kişi mutlaka Allah’ın cennetine gidecektir. Ama yaşıyor kişi; o zaman Allahû Tealâ onu mutlaka mürşidine ulaştıracaktır. Bu kişinin kalbine ulaşacaktır. Göğsünden kalbine nur yolu açacaktır. Kişinin kalbine Allah’ın nurları girmeye başlayacaktır. Bu nurlar %2’yi bulduğu zaman -rahmet nurları- o kişi mürşidine ulaşmak için hazır hale gelecektir.

Hacet namazını kılıp Allah’tan soracaktır ki; üzerine farzdır mürşidine ulaşmak. Ulaşıp da tâbî olduğu an, mağfirete nail olacaktır. Mağfiret; günahların sevaba çevrilmesi işlemidir.

Furkân Suresinin 70. âyet-i kerimesinde, Allahû Tealâ 69. âyet-i kerimesinde söylediği cehenneme giden insanların hilafına, Allah'a ulaşmayı dileyen kişilerin mürşidlerine tâbî olduğu andan itibaren durumunu söylüyor:
 
25/FURKÂN-69: Yudâaf lehul azâbu yevmel kıyâmeti ve yahlud fîhî muhânâ(muhânen).
Kıyâmet günü onun azabı kat kat artar. Ve orada alçaltılmış olarak ebediyyen kalır.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).


“Onlar ki; mü’min olmuşlardır.” diyor. Yani îmânları artan mü’min olmuşlardır. Kalplerine îmân yazıldığı için. “Ve nefs tezkiyesine başlamışlardır.” “Amilüssalihat” diyor Allahû Tealâ. Nefsi ıslâh edici ameller. Yani o nefsin kalbinde biriken fazıllarla devamlı nefsi ıslâh eden… O kişiyi salih bir kişi haline getirmek üzere nefsin ıslâh edilmesi söz konusu.

Nefsin kalbinde her %7 nur birikiminde ruh, Allah’a doğru her fazl birikiminde 1 gök katı yükselir. Nefsin kalbindeki nurlar 7 defa %7 fazl birikimi; %49, başlangıçta aldığı %2 de rahmet birikimiyle o kişi %51 nefsinin kalbinde nurlar olur. Allahû Tealâ’nın Zat’ına ulaşır.

İşte bu ulaşma keyfiyetinin başlangıç noktası. Ruhun vücuttan ayrılabilmesi, o kişinin mürşidine tâbî olmasıyla mümkündür, nefs tezkiyesine başlamasıyla mümkündür. Nefsin kalbinde nurlar birikmedikçe ruh hiçbir zaman Allah’a doğru yola çıkamaz, Allah’a ulaşamaz. Oysaki üzerimize farz kılınmış. İşte mürşidimize ulaştığımız an, Allahû Tealâ’nın günahlarımızı evvelce örttükten sonra bu noktada sevaba çevirmesi. Onu söylüyor Allahû Tealâ Furkân Suresinin 70. âyet-i kerimesinde.

O kişilerden bahsediyor ki: “Onlar Allah'a ulaşmayı dilemişler, mürşidlerine ulaşmışlar, tâbî olmuşlar ve tâbî oldukları zaman Allah onların günahlarını (seyyiatini) hasenata çevirir.” diyor.

Kişilerin günahlarının sevaba çevrilmesi olayı; mağfirettir. Mağfiret, günahların örtülmesi değildir. Günahların örtülmesi, Allah'a ulaşmayı dilediğiniz an gerçekleşir. Ama mağfiret; kim bu noktadan sonra günahları örtüldükten sonra mürşidine ulaşırsa ki; mutlaka Allahû Tealâ ulaştırır o kişiyi, mürşid sevgisini de vererek, tâbiiyeti sırasında onun günahlarının sevaba çevrilmesi işleminin adıdır.

Şefaat; bu günahların sevaba çevrilmesi işleminde devrin imamına düşen görevin adıdır.

Nisâ 64’te Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi). Ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfera lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah’ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah’ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl’ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.

“Habibim! Eğer o günahları yüklenenler, nefslerine zulmedenler sana gelirlerse sana geldikleri takdirde Bizden mağfiret dilediğinde bulunurlar. Günahlarının örtülmesi istikametinde tövbe ederler. Sen de onların günahlarının örtülmes  için Bize eğer talepte bulunursan Allah’ın her iki dileği de kabul ettiğini göreceksin.”

Yani onların dileği üzerine Allah onların günahlarını örtecek, senin talebin üzerine de Allahû Tealâ onların günahlarını bir defa daha affedecek. Yani sevaba çevirecek.

• Bu olay, Allah’la sahâbe arasındaki değerlendirmede “mağfiret” adını alır. Günahların sevaba çevrilmesi.
• Bu olay, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le sahâbe arasındaki işlemde; şefaat adını alır. Onların günahlarının affedildikten sonra sevaba çevrilmesi için Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in Nisâ-64 gereğince Allah’a yaptığı talebin adıdır. Kabul görmüş bir taleptir.

Bütün insanlar mürşidlerine ulaştıkları zaman devrin imamı onların hepsi için şefaat eder. Şefaat, bu dünya hayatında gerçekleşir. Kıyâmet günü bir şefaat müessesesi söz konusu değildir Kur'ân-ı Kerim’de. Kur'ân bunu çok açık ve kesin şekilde ifade etmektedir:
 
2/BAKARA-254: Yâ eyyûhellezîne âmenû enfikû mimmâ razaknâkum min kabli en ye’tiye yevmun lâ bey’un fîhi ve lâ hulletun ve lâ şefâah(şefâatun), vel kâfirûne humuz zâlimûn(zâlimûne).
Ey âmenû olanlar! İçinde, ne bir alışverişin ne bir dostluğun ve ne de bir şefaatin bulunmadığı gün (kıyâmet günü) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan infâk edin (Allah için verin). Ve kâfirler, onlar zâlimlerdir.

Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, o 12 tane ihsan alır mürşidine ulaşıncaya kadar. Mürşidine ulaşınca, 12 ihsan almış birisi, onun günahları mutlaka sevaba çevrilir. Bunun sebebi, o kişinin tâbî oluşu sırasında Allah’ın onun günahlarını affetmesidir. Devrin imamının talebi üzerine de o kişiye şefaat etmesidir. Mu’min Suresinin 7. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
40/MU'MİN-7: Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke ve kıhim azâbel cahîm(cahîmi).
Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan) mağfiret dilerler: “Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve Senin yoluna (Sıratı Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!”

“Arşı tutan melekler ve onların etrafındaki kişi Allah’ı tesbih ederler. Ve Allah’a derler ki: ‘Yarabbi! Senin rahmetin ve ilmin herşeyi kuşatmıştır. Kim Sana ulaşmaya dilerse ve tâbî olursa ve böylece mü’min olursa, Sen onlara mağfiret eyle! (Yani onların günahlarını affet, sonra da sevaba çevir.) Ve onları cehennem azabından koru!”

Mağfiret, bu standartlar içinde cereyan eden bir müessesedir. Konunun bütünü mağfirettir. Devrin imamına düşen kesim “şefaat” adını alır.
 
Himmet kavramına da açıklık getirin.

Himmet; mürşidin, irşad makamının sahibinin ve devrin imamının Allahû Tealâ’dan pozitif talebi üzerine Allahû Tealâ’nın o kişinin dileklerini yerine getirmesinin adıdır. Eğer bir kişi Allah’tan talepte bulunmuşsa mürşidinden de veya devrin imamından da o talebin onun tarafından da Allahû Tealâ’ya yapılmasını talep etmişse, bu talep gerçekleşirse o zaman himmet oluşur.

Her talep himmet değildir. Bu taleplerden devrin imamının ya da o kişinin mürşidinin yaptığı davet üzerine Allahû Tealâ’nın o kişiye yardım elini uzatması, himmetin oluştuğunu gösterir. Allahû Tealâ her talebi kabul etmeyebilir. O zaman mürşidin o talebi himmet hüviyetine girememiştir.

Öyleyse himmet; mürşidin taleplerinden Allahû Tealâ tarafından kabul edilenlerdir. O zaman mürşidin duası kabul edilmiştir. Himmeti yetişmiştir. Müride, Allah'a ulaşmayı dileyen kişiye Allah yardım etmiştir.

Benzer konular