Daimî zikre ulaşana kadar zaman zaman nefsimize tâbî olduğumuz olaylar vücut buluyor. İlâhi İrade etkisindeyken böyle olayların oluşmasının sebebi nedir? Burada nefse tâbî olmakla Câsiye-23’te geçen "nefsi ilâh edinme" arasında ne fark vardır?

Anasayfa » Ana Sayfa » Allah'a Ulaşmayı Dilemek » Daimî zikre ulaşana kadar zaman zaman nefsimize tâbî olduğumuz olaylar vücut buluyor. İlâhi İrade etkisindeyken böyle olayların oluşmasının sebebi nedir? Burada nefse tâbî olmakla Câsiye-23’te geçen "nefsi ilâh edinme" arasında ne fark vardır?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Daimî zikre ulaşana kadar zaman zaman nefsimize tâbî olduğumuz olaylar vücut buluyor. İlâhi İrade etkisindeyken böyle olayların oluşmasının sebebi nedir? Burada nefse tâbî olmakla Câsiye-23’te geçen "nefsi ilâh edinme" arasında ne fark vardır?

Allah'a ulaşmayı dileyen herkesi Allahû Tealâ serbest iradesini Kendisine bağlayıp İlâhi İrade ile ruhun teslimine kadar ulaştırıyor. (Evet.) Kişinin serbest iradesini Allahû Tealâ bağlıyor, Kendi İradesine bağlıyor. Ve İlâhi İradenin muhtevası içerisinde bir seyr-i sülûk oluşuyor. İlâhi İradenin varlığı, şeytanın kişi üzerinde tesirini sıfırlıyor. Ruhun teslimine de ulaştırıyor. (Tamam.) Bundan sonra tevekkül edip fizik bedenin teslimini, nefsin teslimini ve iradenin teslimini dileyenlerin teslime kadar gene İlâhi İrade ile Allahû Teâlâ tarafından ulaştırıldığını ve böylece 4 teslimin tamamlandığını öğrendik sizden. Daimî zikre ulaşana kadar zaman zaman Allahû Teâlâ’nın sizinle bizlere öğrettiklerini idrak ettiğimiz halde nefsimize tâbî olduğumuz olaylar vücut buluyor. İlâhi İrade etkisindeyken böyle olayların oluşmasının sebebi nedir? Burada nefse tâbî olmakla Câsiye-23’te geçen "nefsi ilâh edinme" arasında ne fark vardır?
 
Büyük fark vardır. Câsiye Suresinin 23. âyet-i kerimesinde geçen kendilerine hevalarını ilâh edinen insanlar, bunlar dalâletteki insanlar.
 
45/CÂSİYE-23: E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveten, fe men yehdîhi min ba’dillâhi, e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?


“E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu: O hevalarını kendilerine ilâh edinenleri görüyor musun?
E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu.

ve edallehullâhu alâ ilmin: Allah onları ilim üzere dalâlette bırakır.
ve hateme alâ sem’ihî: Ve onların işitme hassalarını mühürler.
ve kalbihî:  Ve onun kalbini mühürler.
ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten): Basarının üzerine, görme hassasının üzerine gışavet çeker, perde çeker.
fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi): O kişiyi bundan sonra kim hidayete erdirebilir?
e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne): Tezekkür etmeyecek misiniz?”

Câsiye-23’te geçen nefsi ilâh edinme olayında, dalâlette olan bir kişinin hevasını, nefsinin afetlerini kendisine ilâh edinmesi olayı var. Başlangıçta Allah'a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin nefsinin kalbindeki durumla Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişinin nefsinin kalbindeki durumu aynı. Arada farklılık yok. %100 afetlerle dolu. Ve kişi Allah'a ulaşmayı dilemedikçe nefsi her zaman %100 afetlerle dolu olacak. Ama Allah'a ulaşmayı dileyen kişinin Allah'a ulaşmayı dileği noktadan itibaren herşey değişiyor. Allah ona yardım ediyor. Allah görmeyen gözleri görür hale getiriyor, işitmeyen kulakları işitir hale getiriyor. Ve idraksiz olan kalbi idrak eder hale getiriyor.

Öyleyse Câsiye-23’teki nefsin afetlerine, nefsin hevasına tâbî olmak; dalâlette olan bir insanın, küfürde olan bir insanın yaptığı şey. Oysaki kim Allah'a ulaşmayı dilerse dilediği andan itibaren Allah'ın koruması altındadır. Dilediği andan itibaren dalâletten de küfürden de kurtulmuştur. İkisi birbirine aynı şeyler elbette değil. Şimdi Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişinin de dilediği andan itibaren İlâhi İrade devreye girdiği için o kişi şeytana kul olmaktan kurtulup Allah'a kul oluyor. O zaman Allah o kişiye Kendi İradesiyle yardım etmeye başlıyor, İlâhi İradeyle yardım etmeye başlıyor ve bu kişiye namazı sevdiriyor, orucu sevdiriyor, zikri sevdiriyor. Onun bütün ibadetlerini sevdiriyor ona ki o kişi ibadetlerini yapsın diye. Yaparsa kurtuluşa ulaştıracak Allahû Teâlâ. Ama Allahû Teâlâ’nın sözü var. Mutlaka Allah'a ulaşmayı dilediğine göre mutlaka onu Kendisine ulaştıracak.

O zaman o kişinin üzerinde Allahû Tealâ öyle bir tesir sahası husule getiriyor ki; böyle bir tesir dizaynı içerisinde bu kişi Allahû Tealâ tarafından şeytanın ona tesir etmesinden korunuyor ama nefsindeki afetler duruyor. Mürşidine tâbî olduğu güne kadar aynı durumda duruyor. Bu süreç içerisinde bu kişi nefsindeki afetler sebebiyle yanlış şeyler de elbette yapabiliyor. Allahû Tealâ kişinin iradesine, serbest iradesine müdahale etmez. Bu sebeple kişi yanlış şeyler düşünebilir ve kişi nefsin afetlerine tâbî olarak bir takım işlemler yapabilir. Buradaki Allahû Tealâ'nın yardımı, o kişinin Allah yolunda ilerlemesini temin eden ve şeytanın onun üzerindeki hâkimiyetini önleyen bir dizayn. Artık şeytan o kişiye hiçbir şey yaptıramaz. Telkinde bulunur ama şeytan öyle söyledi diye, o kişi onları yapmaz, yapacak değildir.

Ama nefsindeki afetler, şeytanın tesiri olmaksızın da Allah'ın emirlerine karşı çıkacaklardır. İşte böyle bir olaydan bahsediyor kardeşimiz. Yani kişinin şeytanın talebiyle değil, nefsinin afetleri talebiyle yaptığı yanlışlıklar. Yoksa şeytanın o kişiye tesir etme gücü tamamen Allahû Tealâ tarafından yok edilmiştir.

Öyleyse ikisi çok ayrı şeyler. Birinde şeytanın telkiniyle nefsinin afetleri sebebiyle kişi hatalar işliyor, günahlar işliyor ve hevasını kendisine ilâh ediniyor. Diğerinde ise şeytan o kişiye asla tesir edemez artık. Bu noktadan itibaren kişi nefsinin afetleri sebebiyle hatalar işliyor. İkisi birbirinden aynı şeyler değil. Birinde şeytanın dahili var, ötekinde yok.

Benzer konular