Nisâ-41 ile Nahl-89 arasındaki ayrıcalığı ve İsrâ-71 arasındaki bağlantıları anlatır mısınız? Ayrıca ümmet ve kavim arasındaki farklılıkları anlatır mısınız?

Anasayfa » Ana Sayfa » Mürşid » Nisâ-41 ile Nahl-89 arasındaki ayrıcalığı ve İsrâ-71 arasındaki bağlantıları anlatır mısınız? Ayrıca ümmet ve kavim arasındaki farklılıkları anlatır mısınız?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Nisâ-41 ile Nahl-89 arasındaki ayrıcalığı ve İsrâ-71 arasındaki bağlantıları anlatır mısınız? Ayrıca ümmet ve kavim arasındaki farklılıkları anlatır mısınız?

Nisâ-41:

4/NİSÂ-41: Fe keyfe izâ ci’nâ min kulli ummetin bi şehîdin ve ci’nâ bike alâ hâulâi şehîdâ(şehîden).
Artık her ümmetten bir şahit (resûl) getirdiğimiz zaman ve seni de onların üzerine şahit olarak getirdiğimiz zaman (halleri) nasıl olacak?


“Her ümmetten bir şahit ve seni de onların üzerine şahit getirdiğimiz zaman nasıl olacak?” diyor.

Her ümmet ayrı bir ülkeyi, ayrı bir milleti temsil ediyor Nisâ-41’de. Biliyorsunuz ki Allahû Tealâ bütün kavimlere resûl beas ediyor.

Mu’minûn-44:

23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.


“Biz bütün kavimlere resûl göndeririz ve art arda göndeririz.”

1. madde: “Bütün kavimlere göndeririz.”
2. madde: “Art arda göndeririz.”

“Hangi kavme resûl gönderdiysek bütün kavimler resûllerini inkâr ettiler.” diyor Allahû Tealâ Mu’minûn-44’te. Bakara-87’de gene aynı şeyi söylüyor:

2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki, Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.


“Biz bütün kavimlere resûl göndeririz ve birbiri ardından göndeririz.” diyor. Yani Allahû Tealâ devamlı bütün kavimlere resûl gönderiyor. Ve burada da kıyâmet günü bütün zamanlardaki insanlar, o devirde yaşamış olan insanlar, o devirde yaşamış olan resûlleriyle beraber kıyâmet günü mahşer meydanında bulunuyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den evvel bunların her biri kendi kavimlerinin şahidi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) de kendi zamanındaki bütün resûllerin şahidi, bütün kavimlerin şahidi olan resûllerin şahidi.

Şu anda da dünya üzerinde bütün kavimlerde Allah’ın bir resûlü mutlak olarak, kesin olarak yaşıyor. Ve Allah’ın öğretisini, o içinde bulunduğu kavim hangi dînden olursa olsun onlara mutlaka öğretiyor. Zaten artık dînler arasında negatif istikamette bir farklılık kalmamıştır. Neden kalmamıştır? Çünkü bütün insanlar kendi dînlerini unutmuşlardır. Yahudiler, Yahudi dînini unutmuşlardır ki bu dîn, Âdem (A.S)’dan Hz. Musa’ya kadar gelen tek dîndir. Hristiyanlar, Hristiyanlığı unutmuşlardır. Bu da Hz. Musa’ya kadar geldikten sonra Hz. İsa’ya ulaşan aynı dîndir. Hz. Musa’dan evvel kim vardı? Hz. İbrâhîm vardı. Aynı dîn. Ondan evvel Hz. Nuh; aynı dîn. Ondan evvel birçok peygamber ve Hz. Âdem ilk peygamber ve ilk insan. Hepsi aynı dîni yaşamış. Ve burada Allahû Tealâ’nın dizaynı bütün kavimlerde Allah’ın mutlaka bir resûlü şu anda yaşıyor. Ama o kavimlerdeki insanlara, hangi kavimde yaşıyorsa bu resûller aynı dîni anlatıyorlar; kâinatın tek dînini. Arapça adıyla İslâm dînini ki o dîn, Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir. O dîn, Hz. Nuh’un da dînidir. O dîn, bütün peygamberlerin dînidir. Nahl Suresi 89. âyet-i kerimeyi vermiş kardeşimiz. Diyor ki:

16/NAHL-89: Ve yevme neb’asu fî kulli ummetin şehîden aleyhim min enfusihim ve ci’nâ bike şehîden alâ hâulâi, ve nezzelnâ aleykel kitâbe tibyânen li kulli şey’in ve huden ve rahmeten ve buşrâ lil muslimîn(muslimîne).
Ve o gün, bütün ümmetlerin içinde, onların üzerine, onların kendilerinden bir şahit beas ederiz (vazifeli kılarız). Ve seni de onların üzerine şahit olarak getirdik. Ve sana, herşeyi beyan eden (açıklayan), hidayete erdiren ve rahmet olan Kitab’ı, müslümanlara (Allah’a teslim olanlara) müjde olarak indirdik.


ve yevme neb’asu: O gün beas ederiz.
fî kulli ummetin: Bütün ümmetlerin içinde.
şehîden: Şahitler.
aleyhim: Üzerlerine.
min enfusihim: Kendi içlerinden.
ve ci’nâbike: Ve seni de getiririz.
şehîden: Şahit olarak.
alâ hâulâi: Onların üzerine.
ve nezzelnâ: Biz indirdik.
aleykel kitâbe: Üzerine, senin üzerine kitabı.
tibyânen: Beyan eden (kitabı).
likulli şey’in: Her şeyi.
(Her şeyi beyan eden Kitap; Kur'ân-ı Kerim’i sana, senin üzerine indirdik.)
ve huden: Ve hidayet rehberi olan ( hidayete erdiren).
ve rahmeten: Ve rahmet olan.
ve buşrâ lil muslimîn: Ve Müslümanlara; Allah’a teslim olanlara müjde olarak.

“Nisâ-41 ile Nahl-89 arasındaki ayrıcalığı anlatır mısınız?” diyor kardeşimiz. Aslında Allahû Tealâ, Nisâ-41’de de bütün ümmetlerden şahitler getirdiğini söylüyor. Nahl-89’da da bütün ümmetlerden şahitler getirdiğini söylüyor. Her ikisi de beas günü yani kıyâmet günü. “Ve seni de onların üzerine şahit getirdik.” diyor. Nahl-89’da da aynı şeyi söylüyor. Nahl-89’da bir ilâve yapmış, Kur'ân-ı Kerim’den bahsediyor: “Sana Kitab’ı indirdik.” diyor, “Her şeyi beyan eden kitabı.” Onun dışında Nahl-89 ve Nisâ-41 birbirinin aynı hüviyette.

Allahû Tealâ birinde “ümmet” diyor. İkincisinde de “ümmet” diyor. Millet kavramına, millet mânâsına kullanmış ümmeti; aynı dilin konuşulduğu bir toplum. Biliyorsunuz Allahû Tealâ diyor ki İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimesinde:

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.


“Biz bütün kavimlere, kavimlerde onların diliyle konuşan resûller beas ederiz.” diyor. Demek ki aynı dili konuşan insanlar için bir resûl var. Başka bir dili konuşan insanlar için başka bir resûl var. Her dili konuşan insanlar kendi dilleriyle eğitim görüyorlar. Allahû Tealâ İsrâ-71’de buyuruyor ki:

17/İSRÂ-71: Yevme ned’û kulle unâsin bi imâmihim, fe men ûtiye kitâbehû bi yemînihî fe ulâike yakraûne kitâbehum ve lâ yuzlemûne fetîlâ(fetîlen).
O gün bütün insanları, (Allah’ın tayin ettiği) imamları ile çağırırız. O zaman kitabı sağdan verilen kimseler, böylece kitaplarını okurlar. Ve (onlara) zerre kadar zulmedilmez (haksızlığa uğratılmaz).


yevme ned’û kulle unâsin bi imâmihim: O gün bütün insanları imamlarıyla birlikte çağırırız (imamlarıyla çağırırız, imamlarıyla birlikte).
fe men ûtiye kitâbehû bi yemînihî: Kime Kitabı sağ tarafından verilirse.
ulâike yakreûne kitâbehum: Onlar kitaplarını kıraat ederler, okurlar.
ve lâ yuzlemûne fetîlâ: Ve onlara zerre kadar zulmedilmez.
(Onlara zulmedilmez; zerre kadar zulmedilmez.)

Öyleyse Nisâ-41’de şehit, Nahl-89’da şehit, her iki taraftaki şehit adıyla geçen şahitler kavim resûlleri. İsrâ-71’deki: “Bütün insanları imamlarıyla beraber çağırırız.” ifadesinde ise orada söz konusu olan bütün insanlar. Ve bütün insanların bir tek imamı var; devrin imamı. Yani Allahû Tealâ burada; “Her kavimden bir şahit getirdiğimiz zaman, sizi de şahitlerin üzerine getirdiğimiz zaman.” diyor. İşte bu şahitlerin şahidi olan kişi devrin imamıdır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) de son nebî olarak elbette devrinin imamıydı. Burada da “Bütün insanları imamları ile davet ederiz.” diyor. Öyleyse her devrin imamı kendi devrinde yaşayan insanlarla beraber gelecek ve İsrâ-71’deki muhteva açılacak.

“Ümmet ve kavim arasındaki farklılıkları anlatır mısınız?” diyor. Allahû Tealâ bazen ümmeti kavim olarak, bazen de kavmi ümmet olarak ifade ediyor. Aslında bir ümmet bir peygambere bağlı olan topluluk mânâsına geliyor. Yani “Ey ümmet-i Muhammed!” dediğimiz zaman Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in ümmeti yani ona inananlar, onun peşinden gidenler, onun dînine tâbî olanlar söz konusu. Ama aynı zamanda Mekke’deki herkes Peygamber Efendimiz (A.S)’in ümmetiydi; ona tâbî olan herkes.

Öyleyse ümmet, tâbiiyeti de ifade eden bir kavim özelliğini ihtiva eden bir özellik taşıyor.

Benzer konular