Bakara Suresinin 2. âyet-i kerimesi neden takva sahipleri için hidayettir? Muttakiler kimlerdir?

Anasayfa » Ana Sayfa » Takva » Bakara Suresinin 2. âyet-i kerimesi neden takva sahipleri için hidayettir? Muttakiler kimlerdir?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Bakara Suresinin 2. âyet-i kerimesi neden takva sahipleri için hidayettir? Muttakiler kimlerdir?

2/BAKARA-2: Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(fîhi), huden lil muttekîn(muttekîne).
İşte bu Kitap ki, O’nda hiçbir şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir hidayettir.


zâlikel kitâbu lâ reybe fîh: İşte bu kitaptır ki; O’nda şüphe yoktur.
huden lil muttekîn: Takva sahipleri için hidayettir.

Neden takva sahipleri için hidayettir?
 
Çünkü takva sahibi olmayan hiç kimse hidayete eremez. Allah’a ulaşmayı dilemedikçe takva sahibi olunmaz. Takva sahibi olunmazsa hidayet mümkün değildir.

“Muttakiler kimlerdir?”

Muttakiler takva sahipleridir. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi takva sahibi olur, dilemezse olmaz. İşte âyet-i kerime (Rûm Suresi 31. âyet-i kerime):

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


“munîbîne ileyhi vettekûhu: O’na (Allah’a) yönel (Allah’a ulaşmayı dile) ve Allah’a karşı takva sahibi ol.”

Başka türlü hiç kimse takva sahibi olamaz. Bizim dîn adamlarının söylediğini dikkate almamak mecburiyetinde kalıyoruz. Çünkü onlar, Allah’a ulaşmayı dilemedikleri halde, kendilerini takva sahibi zannediyorlar. Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimse takva sahibi olamaz. Bu tabiî bize hüzün veriyor.

Bir kadro düşünün sevgili kardeşlerim! 87.000 kişilik kadrosuyla Diyanet İşleri Başkanlığı, hidayetin ne olduğunu bilmiyorlar. Böyle birşey bizi can evimizden vuruyor. Gerçek anlamda hüzün duyuyoruz; dîn adamlarına, öğrenmeleri lâzımgelen, insanları kurtarmak için mutlaka öğrenmeleri lâzımgelen şeyleri hâlâ öğretemediğimiz için. Neye yarar ki; Allahû Tealâ bize bu ilmi vermiş? Eğer biz, onlara ulaştıramazsak onlar bunu öğrenemezse ve insanlar bu sebeple hidayete eremezse o zaman bunun sorumlusu biz değil miyiz?

Sevgili kardeşlerim! Bu, kanayan bir yaradır. Bırakınız dünyayı, şu anda sadece bizim ülkemizde 70 milyondan fazla insan cehenneme doğru gidiyor ve biz, onlara daha hidayetin ne olduğunu bile öğretebilmiş değiliz. Ne kadar korkunç bir rezistansın var olduğunu biliyor musunuz sevgili kardeşlerim? Doğruların öğrenilmemesinde ve öğretilmemesinde ısrarlı bütün İlâhiyat fakülteleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı! Bu yüzden İlâhiyat fakültelerini mahkemeye verdik. Ne yazık ki 2 tanesi sonuçlandı. Daha henüz son safhasına gelmedik ama 1. safhada beraat ettiler. Diyorlar ki: “Bize öğretilen ilim bu ve biz, bu ilmi öğretiyoruz.” Yetmez; ayrı bir faktör daha var. Mevcut kanunlarla karar vermek mecburiyetinde oldukları için onlar beraat ediyorlar. Biz, onların mahkûm olmasını istemiyoruz. Zaten mahkûm olsalar, para cezası verirler. Onu da üniversite verir ama o değil önemli olan sevgili kardeşlerim! Bu insanlar (üniversitelerimizdeki öğretmenler, profesörler, doçentler), eğer Diyanet İşleri Başkanlığı kendilerine düşen görevi yapmazsa, insanları Allah’a çağırmazsa 70 milyon insanın sorumluluğu bizim üzerimizdedir. O zaman bu millete yazık olmuyor mu sevgili kardeşlerim?

“Neden sakınmışlardır?”

Küfürden sakınmışlardır. Kendilerini kâfir olmaktan kurtarmışlardır, hak mü’min olmuşlardır. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes hak mü’min olur ve çoğu kişi cezbelidir ve kalpleri titrer yani Allahû Tealâ onlara cezbe verdiği zaman şiddetle silkinirler.

“Neden arınmak istemişler?”

Çünkü nefsinizin kalbindeki afetlerin yarısı (yarısından fazlası) arınmadıkça ruhunuzun Allah’a ulaşması mümkün değildir. Nefs tezkiyesine yani nefsinizin kalbindeki afetleri temizlemeye başladığınız zaman 1. kat gökyüzüne ulaştığınızda, nefsinizin kalbindeki afetlerin sadece %7’si yok olmuştur. Birincide Nefs-i Emmare’desiniz. 2. defa %7’yi tamamladığınız zaman Nefs-i Levvame’de oluyorsunuz, ruhunuz 2. gök katına ulaşıyor. Üçüncüsü; Nefs-i Mülhime’dir.  3. kata ulaşıyor ruhunuz. Dördüncüsü; Nefs-i Nefs-i Mutmainne’dir. Ruhunuz 4. kata ulaşıyor. Radiye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerinde de ruhunuz 5. , 6. ve 7. kata ulaşıyor.

Nefsinizin kalbi başlangıçta %2 rahmet almıştı. 7 defa %7 fazıl birikimiyle (%49 fazl eder), %2 de rahmet nuru olmak üzere %51 nurla şeytanın karanlıklarını nefsinizin kalbinde yenmiş oluyorsunuz. Artık nefsinizin kalbinin %51’i nurlarla dolu oluyor. Bu, ruhunuzun Allah’a ulaştığı ve teslim olduğu yeri ifade eder.

“Bu sakınmanın ve arınmanın yolu nasıldır?”

Söyledik; tâbî olacaksınız, Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz. Eğer gerçekten dileyebilirseniz, Allahû Tealâ size mutlaka mürşidinizi gösterir. Bir talepte bulunacaksınız Allahû Tealâ’dan: “Yarabbi! Senin bunca ermiş evliyan var. O ermiş evliyalar ruhlarını nasıl Sana erdirmişlerse, nasıl ulaştırmışlarsa, ben de onlar gibi ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum. Ben de ermişlerden olmak istiyorum.” Veya: “Yarabbi! Ben, Sana ruhumu ulaştırmak istiyorum.” diyeceksiniz. İkisi de aynı şeydir ama bir küçücük bir anekdot var. Üzerinde dikkatle durmanız lâzımgelen küçücük bir nokta var. Ama son derece önemli! Buradan, kalbinizden bir talebin Allah’a ulaşması lâzımdır. Eğer talebiniz kalbi değilse, diliniz söylüyorsa, “Yarabbi! Ben, Sana ulaşmak istiyorum. Ben, senin ermiş evliyan olmak istiyorum.” diyen sadece dilinizse, Allahû Tealâ bu talebi hiçbir zaman kabul etmeyecektir. Ne demek istediğimizi daha açık bir şekilde izah edelim:  

Peygamber Efendimiz (S.A.V) savaşa çıktığında bir takım münafıklar iştirak etmiyor. Savaş bitince diyorlar ki: “Ey Allah’ın Resûlü! Biz savaşa çıkamadığımız için çok üzgünüz, müteessiriz ama bundan sonraki savaşta mutlaka Seninle beraber olacağız.” Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e diyor ki: “Habibim! Onlar, Sana kalplerinde olmayan bir şeyi söylüyorlar.”

49/HUCURÂT-11: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ yeshar kavmun min kavmin asâ en yekûnû hayran minhum ve lâ nisâun min nisâin asâ en yekunne hayran minhunne, ve lâ telmizû enfusekum ve lâ tenâbezû bil elkâb(elkâbi), bi’sel ismul fusûku ba’del îmân(îmâni), ve men lem yetub, fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).
Ey âmenû olanlar! Bir kavim, (başka) bir kavimle alay etmesin. Belki onlar (alay edilenler) diğerlerinden daha hayırlıdır. Ve kadınlar da diğer kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden (diğerleri) daha hayırlıdırlar. Ve birbirinizi ayıplamayın. Kötü lâkaplarla çağırmayın. Îmândan sonra fasık isimler ne kötü. Ve kim tövbe etmezse, işte o zaman onlar zalimdirler.


Acaba anlaşıldı mı “kalpte olmak” ne demek? İşte sizin de eğer kalbinizde varsa böyle bir talep, Allah’a ulaşmayı dilemek kalbinizdeki bir talepse, o zaman bu konuyu mutlaka halletmiş olursunuz.

Benzer konular