Dîni gurupların mehdilik konusu açıldığında kesin delillere ulaşmayı aramak yerine, “bu kişi olamaz.” diye kestirip atmaları, nefslerinden kaynaklanan bir olay mıdır? Yoksa kendilerinde böyle bir beklentinin olmasından mı kaynaklanıyor?

Anasayfa » Ana Sayfa » Mehdi Resûl » Dîni gurupların mehdilik konusu açıldığında kesin delillere ulaşmayı aramak yerine, “bu kişi olamaz.” diye kestirip atmaları, nefslerinden kaynaklanan bir olay mıdır? Yoksa kendilerinde böyle bir beklentinin olmasından mı kaynaklanıyor?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Dîni gurupların mehdilik konusu açıldığında kesin delillere ulaşmayı aramak yerine, “bu kişi olamaz.” diye kestirip atmaları, nefslerinden kaynaklanan bir olay mıdır? Yoksa kendilerinde böyle bir beklentinin olmasından mı kaynaklanıyor?

Es selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu! Allahû Tealâ'ya sonsuz hamdedip şükrediyoruz ki; babalar gününde Mehdi Resûl'le, Kırıkkale’de bir konferans düzenlemeyi nasip kıldığı için. Bu vesileyle Muhterem Efendimiz! Babalar gününüzü bütün kardeşlerimiz adına kutluyor. Mübarek ellerinizden öpüyor. Sizi çok seviyoruz inşaallah!

Dîni gurupların mehdilik konusu açıldığında kesin delillere ulaşmayı aramak yerine, “bu kişi olamaz.” diye kestirip atmaları, nefslerinden kaynaklanan bir olay mıdır? Yoksa kendilerinde böyle bir beklentinin olmasından mı kaynaklanıyor?

Bir defa nefslerinden kaynaklanan bir olaydır. Ayrıca vaktiyle bir olay yaşandı, biliyorsunuz. Hulki Cevizoğlu, Yaşar Nuri Öztürk ve onunla beraber 3 tane daha Prof. Hüseyin Hatemi, Ayhan Songar ve birisi daha bizim için bir tuzak kurmuşlardı. Ve kamuoyuna bizi bir sahtekâr olarak tanıtmak için büyük bir gayretin içindeydiler, bunu başardılar da. Kamuoyu, halkımız onların söylediklerine inandı. Onlar bir tuzak kurmuşlardı. Bu tuzakta, bizi bir sahtekâr olarak ilân etmeyi planlamışlardı. Bir mahkeme kurulmuştu, hâkimi, davacısı, avukatı hepsi aynı taraftan olan, kararı da verilmiş olan bir mahkeme. Biz de mazlum mevkiindeydik (zanlı mevkiinde) ve mahkeme bizi suçlu buldu.

Bu sevgili kardeşlerimiz, Ayhan Songar rahmetli, neden sonra Nazım Kıbrısi Hazretlerine tâbî olduğu zaman bizim gerçek kimliğimizi öğrenip, gözyaşları içinde bu hayatı terk eden bir kardeşimizdir. Sevgiyle anıyoruz onu! Bize yaptığı o büyük haksızlık sebebiyle, büyük hüzünle rahmetli oldu. Doğruyu öğrenerek rahmetli oldu ve hayatında yaptığı en büyük hata olarak bunu söylüyor. Bizim suçlu mevkiine konulmamızı ve onlar tarafından mahkûm edilmemizi.

Sevgili kardeşlerim! Orada, bu Prof. Ayhan Songar'ın söylediği bir fıkra vardı. Delilerden bahsediyordu. Bizi de o delilerin safına yerleştirmişlerdi. Üşütük olduğumuzu söylüyorlardı ve yukarıda deliler konuşuyor ve delilerden biri diyor ki: "Bana peygamberlik geldi." diğeri de diyor ki: "Hayır, asıl peygamber benim sen değilsin." Üçüncü bir deli de oradan sesleniyor: "Ne münasebet! Ben ikinize de böyle bir yetki vermedim."

Biz de bir fıkra anlatmaya çalıştık ama müsaade etmediler. Eğer etselerdi şunu söyleyecektik:

Deliler evine giren bir müfettiş, odalardan birine girdiğinde bakıyor ki; bir adam, elleriyle tavanda bir yere tutulmuş tavandaki bir halkaya, öyle bekliyor. Müfettiş demiş ki:

“Yahu! Bu adam ne yapıyor burada?” demiş.

Oranın müdürü demiş ki başhekim:

“Efendim! Bu hasta kendisini elektrik ampulü zannediyor, odayı aydınlattığı kanısında.” demiş

Müfettiş de demiş ki:

“Yahu, indirin çabuk! Böyle saçmalık olur mu? Bu adamın ne işi var orada?”

Ve başhekim demiş ki:

“İyi ama efendim, o zaman oda karanlık olmaz mı?” demiş.

İşte böyle sevgili kardeşlerim! Aradan bunca sene geçti. Allahû Tealâ'nın Kur'ân-ı Kerim’de bir sözü var diyor ki:

27/NEML-50: Ve mekerû mekran ve mekernâ mekran ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Ve hile düzenlediler. Ve Biz de (onlara) hile düzenledik, fakat onlar farkına varmadılar.


14/İBRÂHÎM-46: Ve kad mekerû mekrehum ve indallâhi mekruhum, ve in kâne mekruhum li tezûle minhul cibâl(cibâlu).
Onlar tuzaklarını (hilelerini) kurmuşlardı. Ve onların tuzakları (hileleri) Allah’ın indindedir (Allah onların tuzaklarını bilir), onların tuzakları (hileleri), dağları yok edecek (güçte) olsa bile...


86/TÂRIK-15: İnnehum yekîdûne keydâ(keyden).
Muhakkak ki onlar, hile yaparak tuzak kuruyorlar.

86/TÂRIK-16: Ve ekîdu keydâ(keyden).
Ve Ben de hile yaparak tuzak kurarım.


105/FÎL-2: E lem yec’al keydehum fî tadlîl(tadlîlin).
Onların hilesini boşa çıkarmadı mı?


“Onlar ‘mekerû’ yaparlar, hile yaparlar ama bilmezler ki; Allah'ın hilesi onlardan her zaman üstündür."

Peki, ne olmuştu? Onlar bize "deli" demişlerdi. Biz orada size Allahû Tealâ'nın hakikatlerini anlatmıştık. “Allah'a mülâki olmayı dilemezseniz gideceğiniz yer cehennemdir.” demiştik ve bu konuda birçok delil verdik. Ama onlar bizi konuşturmamak için herşeyi yaptılar, buna rağmen hamdolsun ki; ardarda söylediğimiz şey, hep buydu: “Biz, bunları söylemek üzere geldik eğer Allah'a mülâki olmayı dilemezseniz gideceğiniz yer cehennemdir. Mutlaka dileyin! Onu demek için geldik.” Ve kamuoyunda bizi mahkûm ettiler. "Bu bir sahtekârdır." dediler.  

Onları Kur'ân üzerine yemine davet ettik, Yaşar Nuri Öztürk bunu kabul etmedi vs. ama ne söyledik orada? “Eğer Allah'a ulaşmayı dilemezseniz gideceğiniz yer cehennemdir. Dalâlette kalırsınız, küfürde kalırsınız mutlaka bu sebeple dileyin! Buraya geliş sebebimiz budur.” Ve kamuoyu bizi bir sahtekâr olarak değerlendirdi. Birkaç kişi bizim tarafımızdan birkaç laf ettiler. Onun dışında herkes bu konuda inandı ki; biz bir sahtekârız. Ama Allahû Tealâ'nın hilesi, onları mat etti.

Hangi hile? O günleri hatırlayın! Şimdi söyleyeceğim âyetlerle karşılaştırın. Duhân Suresi 10, 11, 12, 13, 14, 15. âyet-i kerimeler. Allahû Tealâ 1400 sene evvel bugün olacak olan olayları, 1994 yılında olan olayları Kur'ân-ı Kerim'e zaten yerleştirmiş. Onların tabiî Allahû Tealâ'nın böyle bir hilesinden haberi yok. Bizi o mevkiye koydular. Tam kelimesi kelimesine aynı şeyleri söylediler. Hepiniz de kabul ettiniz. Ne söylediler? "Bu bir sahtekârdır. Şeytan tarafından öğretilmiştir, şeytandan vahiy alıyor." Ve bizim orada söylediğimiz: “Allah'a mülâki olmayı dilemezseniz, gideceğiniz yer cehennemdir.” konusundaki ikazımız kimse tarafından dikkate alınmadı. Şimdi Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13, 14, 15. âyet-i kerimesine gelin beraberce bakalım. Ne diyor Allahû Tealâ?

44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.

44/DUHÂN-11: Yagşân nâse, hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.

44/DUHÂN-12: Rabbenâkşif annâl azâbe innâ mu’minûn(mu’minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.

44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.

44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.

44/DUHÂN-15: İnnâ kâşifûl azâbi kalîlen innekum âidûn(âidûne).
Muhakkak ki Biz, azabı biraz kaldırsak (bile), şüphesiz ki siz (şirke) dönecek olanlarsınız.


"Habibim! (diyor Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e) Gelecekte ki kıyâmete yakın devirdeki o günü gözetle ki; (kalp gözünle gör ki) bütün gökleri bir duman sarmış olacak, (aslında bu bir duman değil, insanları saracak olan bir azaptır.) Ve diyecekler ki onlar: ‘Bizler mü'minleriz bizleri bağışla, bizden bu azabı kaldır.’ Azabı sizden biraz kaldıracağız ama tekrar hepiniz küfre döneceksiniz." diyor Allahû Tealâ. Sonra da şunları söylüyor, sevgili misafirlerimiz: "Onlara apaçık bir resûlümüz geldi. O resûlümüze 'öğretilmiştir’, ‘şeytan tarafından öğretilmiş' dediler ve 'deli' dediler. O'nu inkâr ettiler ve öğütlerine kulak asmadılar." diyor Allahû Tealâ.

Ne oldu? Bize şeytandan vahiy alıyorsunuz dediler mi? Demediler mi? Bizim deli olduğumuzu söylediler mi? Söylemediler mi? Orada, tekrar tekrar söylememize rağmen bizim herkese sâlik verdiğimiz: “Allah'a ulaşmayı, Allah'a mülâki olmayı dileyin. Dilemezseniz cehenneme gidersiniz. Dalâlette kalırsınız, küfürde kalırsınız.” sözlerimiz, bunca öğüt hiçbir değer taşımadı. "Ve O'nun öğütlerine itaat etmediler. O'nu dikkate almadılar." diyor Allahû Tealâ, Duhân Suresinin 14. âyet-i kerimesinde.

İşte Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13, 14 ve 15. âyetlerinde bizi bütün boyutlarıyla anlatıyor ve söylediği 14 asır sonra 1994 yılında gerçekleşmiştir. İbretle açın! Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13, 14, 15. âyet-i kerimelerini ve okuyun: "Ondan ibret almadılar." diyor Allahû Tealâ. Sözlerimizin kamuoyu üzerinde hiçbir tesiri olmadı.

İşte sevgili kardeşlerim! Sizlere söylediğimiz bunca ilmi biz O’ndan aldık, Allah'tan aldık. Bugün kimse bu söylediğimiz ilmin sahibi değil, yeryüzünde. Ve onlardan aldıkları ilmin, doğru ilim olduğunu zannedenler de bizim şu anda karşımızda. İnceleyenler, bizim tarafımızda. Ama incelemek gereğini duymuyor dîn adamları! Gereğini duymadıkları için, incelemedikleri için de bizim söylediklerimizin hepsi onlara ters düşüyor. Çünkü öğrendikleri ilim Kur'ân'a tamamen ters düşen bir ilim.

Benzer konular