Dînimiz İslâm dîni olduğu halde İslâm âlemi neden tam anlamıyla İslâmiyeti, teslimiyeti yaşayamıyor? Bize bu konuda bilgi verir misiniz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Fena Makamı (1. teslim: ruh teslimi) » Dînimiz İslâm dîni olduğu halde İslâm âlemi neden tam anlamıyla İslâmiyeti, teslimiyeti yaşayamıyor? Bize bu konuda bilgi verir misiniz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Dînimiz İslâm dîni olduğu halde İslâm âlemi neden tam anlamıyla İslâmiyeti, teslimiyeti yaşayamıyor? Bize bu konuda bilgi verir misiniz?

Sevgili kardeşlerim! İslâm deyince Allahû Tealâ’nın gerçek hüviyeti bu konudaki, bu kelimeyi kullanmadaki gerçek hüviyeti ortaya çıkıyor. İslâm demek “teslim olan” demek. Biz insanlar Tevrat’ta da İncil’de de Kur’ân-ı Kerim’de de Allah’a:

1. Ruhumuzu
2. Fizik bedenimizi
3. Nefsimizi
4. Ve irademizi

Bu 4 tane faktörü Allah’a teslim etmekle Tevrat’ta da vazifeli kılınmışız, İncil’de de vazifeli kılınmışız, Kur’ân-ı Kerim’de de vazifeli kılınmışız.

Sevgili kardeşlerim! Biz hep konferanslar verdiğimiz cihetle, bu konferanslar sadece müslümanlara değil, hıristiyanlara ve musevilere de bir kısmı açık olduğu cihetle onları da öğrenmek mecburiyetindeydik. Öğrendik ki; Allahû Tealâ’nın kitabı 3 ayrı peygambere indirildi: Hz. Musa bir peygamberdi, Hz. İsa bir peygamberdi, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz bir peygamberdi. Sırasına göre, tarihi sıraya göre sıraladık bunu biz. Öyleyse sevgili kardeşlerim! Hepsi Allah’ın peygamberiydi ve hep sadece güzel şeyler yaptılar. Başka insanları cehennemden kurtardılar. İnsanlara Allah'a ulaşmayı dilemeyi öğrettiler. Sonra ruhlarını teslim ettikten sonra fizik bedenlerini, nefslerini ve iradelerini teslim etmeleri konusunda onlara yardımcı oldular. Öyleyse Allahû Tealâ’nın dizaynı açık ve kesin.

Allahû Tealâ ne istiyor? İstediği şey açık ve kesin olarak herkesin ama herkesin mutlu olmasını istiyor. İşte Allah’ın koyduğu kanunları kim hangi ölçüde yerine getirebilirse o ölçüde kazanır. Öyleyse bir defa Allahû Tealâ’nın manevi hedeflere ulaşmak konusundaki en sağlam faktörüne bakalım beraberce. Bu faktör namazdan da ötede zikirdir sevgili kardeşlerim! Zikir ne yazık ki, hiç önem verilmeyen bir faktör haline gelmiş zamanımızda. Hâlbuki Allahû Tealâ diyor ki:

29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salâte, innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.


"ve le zikrullâhi ekber.”

 
“ve le; mutlaka zikretmek en büyüktür.” diyor Allahû Tealâ.

“Daha büyüktür.” demiş ama “mutlaka” dediği için “en büyük” anlamına geliyor. Zaten sevgili kardeşlerim, buradaki “büyük” kelimesi, “daha büyüktür” kelimesi, “Namazdan da Kur’ân-ı Kerim tilâvetinden de daha büyüktür.” diyor zikretmek; Allah’ın ismini zikretmek. “Zikrullah” kullanmış; “zikir” kullanmamış tek başına. “Zikrullah” kullanmış; “Allah’ın zikri.”

Yani “Allah” kelimesinin zikri ötekilerin hepsinden daha büyüktür. Namaz kılmaktan, oruç tutmaktan, zekât vermekten, hacca gitmekten, kelime-i şahadet getirmekten daha büyük sevgili kardeşlerim! Öyleyse bütün insanlar için biz hedefleri açık ve kesin bir şekilde koymalıyız ortaya. İnsanlar bilmeliler ki; Allah’sız bir mutluluk yaşamak hiçbir şekilde mümkün değildir. Çünkü kalp kapkaranlık kalacaktır ve bu karanlık kalbe nur normal standartlarda giremez. Giremezse kişi daima şeytanın saldırılarına açık kalacaktır ve şeytan onu devamlı olarak aldatacaktır. O kişiye mutluluğun ulaşması mümkün olmaz. Mutluluk bir sulh ve sükûn halidir sevgili kardeşlerim! Allah'a ulaşmayı dilemeden mürşide tâbiiyet gerçekleşemez. Mürşide tâbiiyet gerçekleşirse arkasından mutlaka ruhun Allah’a ulaşması Allahû Tealâ tarafından garanti edilir. Çünkü diyor ki: “Kim Bana ulaşmayı dilerse Ben onu Kendime ulaştırırım.”
 
42/ŞÛRÂ-13: Şeraa lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


Bu Allahû Tealâ tarafından 3. kat cennete kadar bir garantiyi mutlak olarak veriyor. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah onu mutlaka Kendisine ulaştıracağına göre mutlaka Allah ona mürşid sevgisi verecektir. Kişi tâbî olacaktır ki; ruhu vücudundan ayrılsın da Allah’a doğru yola çıksın. Eğer yola çıkması da Allahû Tealâ tarafından garanti ediliyor. Yola çıkmasından sonra o kişinin ruhunun 7-8 aylık bir devrede Allah’a varması da Allahû Tealâ tarafından garanti ediliyor. Bir defa daha tekrar ediyoruz: “Kim Bana ulaşmayı dilerse Ben onu Kendime ulaştırırım.” buyuruyor Allahû Tealâ.
 
Allah razı olsun.
 

Benzer konular