Vahiy ve ilham kavramlarını açıklar mısınız? Peygamberlerden başkasına Allah vahyeder mi?

Anasayfa » Ana Sayfa » Zikir » Vahiy ve ilham kavramlarını açıklar mısınız? Peygamberlerden başkasına Allah vahyeder mi?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Vahiy ve ilham kavramlarını açıklar mısınız? Peygamberlerden başkasına Allah vahyeder mi?

Es selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu! Vahiy ve ilham kavramlarını açıklar mısınız? Kur'ân’da geçen vahiy kavramları, sadece peygamberler için midir? Peygamberlerden başkasına Allah vahyeder mi? Örnek verir misiniz?

Allahû Tealâ, ilham konusunda buyuruyor ki:

91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).

91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrahâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.


“ve nefsin ve mâ sevvâhâ: O nefse ve onu sevva edene.”  
“fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ: O kişiye, takvası ve fücuru ilham edilir.”
Buradaki ilham, daha Allah'a ulaşmayı yeni dilemiş birisinin, Allah'tan aldığı bir ilham.
“kad efleha men zekkâhâ: Kim nefsini tezkiye ederse, o felâha erer.” diyor. (Şems-7, 8 ve 9)

Daha nefs tezkiyesini gerçekleştirmemiş bir kişi ama Allah'ın yoluna girmiş, nefs tezkiyesine başlamış. İşte böyle bir insan: 1. gök katına Nefs-i Emmare’de ulaşır. Nefsinin kalbinde %7 nur birikimi vardır. Nefs-i Levvame: 2. gök katına ulaştığı yerde, %14 fazl vardır nefsinin kalbinde. Ve %21 fazl olduğu zaman, %2 de rahmet (%23 nur oluştuğu zaman) Nefs-i Mülhime’ye ulaşır kişi. Allah'tan ilham almaya başlar.

İlham müessesinde kişiyle karşılıklı konuşmak yerine, Allahû Tealâ ona, bir yerde işin içinden çıkamadığında, birkaç kelimeyle yardım eder. Devamlı bir karşılıklı konuşma hiçbir zaman oluşmaz. Bunun adı; ilhamdır.

İlham, daha o kişi 14. basamakta mürşidine ulaşmıştır. 15, 16, 17. basamakta bu Mülhime’ye ulaşır. 14. basamaktan sonra, 15. basamak; Nefs-i Emmare. 16. basamak; Nefs-i Levvame, 17. basamak; Nefs-i Mülhime’dir.

Bir kişi, burada daha ruhunu bile Allah'a teslim etmemiştir. Ruh teslimi, fizik vücudun teslimi, nefsin teslimi... Ne zaman kişi nefsini Allah'a teslim ederse, o zaman o kişi Allahû Tealâ’yla tezekkür etmek imkânının sahibi olur. Daimî zikrin sahibidir. Ehli tezekkürdür. Sorduğu sualler söz konusudur ve devamlı sorduğu suallerin cevaplarını alır. Ve de onun Allah'tan sormasını istediği şeyleri, Allah'a sormasını bekleyen diğerlerine de aldığı cevapları birer birer iletir. O kişi, daimî zikrin sahibidir. Ulûl'elbab makamının sahibidir. Daha sonra ihlâs makamının sahibi olur.

Ulûl'elbab makamında, yerlerin melekûtu gösterilir; 7 kat yerler ve 7 kat cehennem. Sonra da ihlâs makamında, göklerin melekûtu gösterilir. 7 kat gökler, aynı zamanda 7 kat cennet gösterilir. Ve daha sonra kişi, iradesini de Allah'a teslim ederek irşad makamına; “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle tayin edilir. Bütün sahâbe bu şerefe ermişti, sevgili kardeşlerim.

Kur'ân’da geçen vahiy kavramları, sadece peygamberler için midir?

Hayır! Demin yeri geldi söyledik. “Vahiy” kelimesi, peygamberler için değildir sadece. Allahû Tealâ, salâh makamının 5. kademesine ulaşan, iradesini teslim eden herkese, “vahyeder. Herkesle konuşur.

Kim:
 
• Ruhunu Allah'a teslim ettikten sonra (21. basamak, 22. basamak)
• Fizik vücudunu teslim ettikten sonra (25. basamak)
• Nefsini teslim ettikten sonra (26. basamak)
• İradesini Allah'a teslim edince (28. basamak) (5. kademe)

O zaman Allahû Tealâ onunla mutlaka konuşur. Bunun adı: “Vahiy’dir” Ona, Tövbe-i Nasuh yaptırır ve o kişiyi irşad makamına tayin eder.

Bir kişi bu noktaya ulaşmadan evvel, nefsini Allah’a teslim ettiği noktada, 7 tane muhteva sahibi olur. Bu kişi, evvelâ:

1. özelliği: Daimî zikrin sahibidir.
2. özelliği: Daimî zikrin sahibi olduğu için, nefsinin kalbinde hiç afet kalmamıştır.
3. özelliği: Bu kişi, bu sebeple kalp gözü açılmıştır. Allahû Tealâ ona, dilediği her şeyi o kalp gözüne gösterir.
4. özelliği: Kalp kulağı açılmıştır. Allah'ın bütün söylediklerini işitir.
5. özelliği: Ehli tezekkürdür. Karşılıklı Allahû Tealâ ile konuşma imkânının, müzakere etmek imkânının sahibidir.
6. özelliği: Ehli hayırdır. Daimî zikrin sahibi olduğu için, devamlı derecat kazanmaktadır.
7. özelliği: Ehli hikmettir, ehli hükümdür. Âyetlere baktığı zaman, onun nereye ait olduğunu, 28. basamaktan hangisine ait olduğunu, bir bakışta görür. Ve hüküm verdiği zaman da Allah'tan sorarak verdiği için bütün hükümleri, doğrudur.

Kur'ân’da geçen vahiy kavramları, sadece peygamberler için midir?

Gördünüz ki, değildir.

Peygamberlerden, nebîlerden başkasına Allah vahyeder mi? (Eder.) “Örnek verir misiniz? ( Verdik.) “Resûl ve nebî kavramı hakkında kısa bilgi verir misiniz?

İşte asırlardan beri, insanların öğrendiği yanlış bilgiler, bizim Diyanet İşleri Başkanlığını da üniversitelerimizi de felç etmiş durumdadır. Ve de onlar derler ki: “Resûller, kendilerine kitap verilen peygamberlerdir.” Yanlış! Resûller, kendilerine şeriat kitabı verilmeyen kişilerdir. Bunlar peygamber değildir. Velî resûldürler.

Risalet müessesesi, 2 veche gösterir:

1- Velî resûller, evliya resûller. (Biz onlardan biriyiz.)
2- Nebî resûller, peygamber resûller.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) de o resûllerdendir ki; o Peygamber Resûl’dür. Ve akaid bu konuda çok büyük hatalara düşmüştür. Ama âlimler hâlâ öyle olduğunu zannetmektedir. Kur'ân-ı Kerim’i öğrendikleri zaman, öyle olmadığını onlar da görecekler.

Allahû Tealâ başka şey söylüyor, bizim akaidciler başka şey söylüyor (kelâmcılar). Akaidin 1. kaidesi: Resûller: “Kendilerine kitap verilen peygamberlerdir.” diyorlar. Onlar resûller değil, nebîlerdir. Ya da nebî resûllerdir.

Velî resûller: Onlara Allahû Tealâ asla şeriat kitabı vermez.
Nebîler: “Kendilerine şeriat kitabı verilmeyen ama resûllere verilen şeriat kitapları ile hükmedenlerdir.” diyorlar. Bu da yanlış. Tam aksine şeriat kitapları sadece nebîlere verilir. Nebî olmayan resûller, Allah'tan şeriat kitabı hiçbir zaman almamışlardır. Böyle bir şey söz konusu değildir.

Allahû Tealâ diyor ki: “Biz peygamberlere (nebîlere) şeriat kitabı veririz ki; onunla hükmetsinler diye.”

Bakara Suresinin 213. Âyet-i kerimesi:

2/BAKARA-213: Kânen nâsu ummeten vâhıdeten fe beasallâhun nebiyyîne mubeşşirîne ve munzirîne, ve enzele meahumul kitâbe bil hakkı li yahkume beynen nâsi fî mâhtelefû fîhi, ve mâhtelefe fîhi illâllezîne ûtûhu min ba’di mâ câethumul beyyinâtu bagyen beynehum, fe hedâllâhullezîne âmenû li mâhtelefû fîhi minel hakkı bi iznihî, vallâhu yehdî men yeşâu ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
İnsanlar bir tek ümmetti. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı peygamberler beas etti (gönderdi). Ve onlarla birlikte, insanların aralarında, ayrılığa düştükleri şey hakkında hüküm vermeleri için hak ile kitap indirdi. Kendilerine (apaçık) beyyineler (belgeler) geldikten sonra kendi aralarındaki çekememezlik (ve haset yüzünden) onun hakkında ayrılığa düşenler, kendilerine (kitap) verilenlerden başkası değildir. Bu sebeple âmenû olan (Allah'a ulaşmayı dileyen) o kimselerin, haktan yana ayrılığa düştükleri şeyi (hidayeti) açıklamaları için Allah, Kendi izniyle onları hidayete erdirdi. Ve Allah, dilediği kimseyi Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.


“Onunla hükmetsinler diye onlara şeriat kitabı veririz.” diyor Allahû Tealâ.

“Kimlere? Nebîlere. Peki, nübüvvet son bulmuş mudur? Evet. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le son bulmuştur.  Ahzâb Suresi 40. âyet-i kerime:

33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyine, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusudur). Allah, herşeyi en iyi bilendir.


Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Muhammed (A.S), aranızdan hiçbir erkeğin babası değildir. O, Allah'ın Resûl’üdür ve Nebî’lerin Hatemidir. Nebîlik (peygamberlik) müessesesi onunla sona ermiştir.” diyor Allahû Tealâ.

Nübüvvet, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte sona ermiştir. Ama risalet, bütün kavimlere Allahû Tealâ resûl gönderdiği için, sonsuza kadar devam edecektir. Resûl ve nebîler, Kur'ân-ı Kerim’de birbirinden çok ayrı iki hüviyet taşıyor. Nebîler, peygamberlerdir. Resûller, peygamber olmayan velî resûllerdir. Peygamberler (nebîler), aynı zamanda mutlaka resûldürler ama görevleri kâinat içindir. Sadece bu dünya için değil, kendi milletleri için değil sadece, bu dünya için de değil, bütün kâinat için geçerlidir görevleri.

Allahû Tealâ buyuruyor Peygamber Efendimiz (S.A.V) için: “Seni âlemlere rahmet olarak yarattık.”  

21/ENBİYÂ-107: Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn(âlemîne).
Seni Biz, sadece âlemlere rahmet olarak gönderdik.


Âlemlere rahmet olarak yaratılmış, Peygamber Efendimiz (S.A.V). Bütün peygamberler, aynı hüviyette. Hâlbuki resûller, kendi kavimlerinin resûlüdür. Bütün peygamberler, Allahû Tealâ’nın huzurunda kılınan huzur namazının imamlarıdır.

Allahû Tealâ Enbiyâ-73’de:

21/ENBİYÂ-73: Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâti, ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne).
Ve onları, emrimizle hidayete erdiren (ölmeden önce ruhları Allah’a ulaştıran) imamlar kıldık. Ve onlara, hayırlar işlemeyi, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Ve onlar, Bize kul oldular.


“Biz onları (peygamberleri) imam tayin ettik” diyor. (Huzur namazının imamları olarak)

Ama peygamberlerin olmadığı devirler var. “Fetret devirleri” diyoruz buna. Meselâ Hz. İsa ile Peygamber Efendimiz (S.A.V) arasında, 600 yıl geçmiştir. Peygamber hiç olmamıştır. 600 yıl sonra, Peygamber Efendimiz (S.A.V) teşrif etmiştir. Rahmetli olduktan sonra, kıyâmete kadar bir peygamber daha asla gelmeyecek. 1400 yıl geçmiştir, bir peygamber yoktur. Bugün de yoktur, yarın da olmayacaktır. Kıyâmete kadar bir yeni peygamberin gelmesi söz konusu değildir.

Bu vesile ile bir defa daha söyleyelim. Bizim, peygamberlik iddiasında bulunduğumuz gibi, saçma sapan bir iddia var. “Biz peygamber değiliz!” demekten, dilimizde tüy bitti. Sevgili kardeşlerim! Peygamberler, Allahû Tealâ’nın kendilerine şeriat kitabı verdiği, hükmetsinler diye şeriat kitabı verdiği peygamberlerdir.

İşte Allahû Tealâ Âli İmran Suresinin 81. âyet-i kerimesinde diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tansurunnehu, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, O'na mutlaka îmân edeceksiniz ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz” diye misak aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu. (Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahû Teâlâ): “Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.


“Ey nebîler! Size kitap verdik ve hikmet verdik.” diyor.

Bütün nebîlere, Allahû Tealâ kitap vermiş. Bu, şeriat kitabıdır.

İşte Allahû Tealâ’nın dizaynı içerisinde Allahû Tealâ diyor ki:

“Sizden sonra, bir resûlümüz gelecek hem de sizin kitaplarınızı (size verdiğim kitapları) tasdik eden bir resûlümüz gelecek. Ona (o resûle) yardım edeceğinize ve îmân edeceğinize dair Bana misak verin.” diyor Allahû Tealâ.

Onlar da veriyorlar misaklerini: “Misak verdik.” diyorlar.

“Öyleyse birbirinize şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” diyor Allahû Tealâ.

Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra gelecek olan bir resûl. Neden bunu söylüyoruz? Çünkü o misak alınan kişiler arasında, Peygamber Efendimiz (S.A.V) de var. Ahzâb Suresinin 7. âyet-i kerimesinde:

33/AHZÂB-7: Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsâbni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).
O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz. Nuh’tan ve Hz. İbrâhîm’den ve Hz. Musa’dan ve Meryemoğlu Hz. İsa’dan ve onlardan ağır bir misak aldık.


Allahû Tealâ diyor ki: “Habibim! Senden o misakı aldığımız zaman (yani Âli İmran Suresinin 81. âyet-i kerimesindeki ‘misak’ demek istiyor), o misakı aldığımız zaman; Senden de aldık. Hz. Nuh’dan da aldık. Hz. İbrâhîm'den de aldık. Hz. Musa'dan da aldık. Hz. İsa’dan da aldık.”

Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile beraber bunlar, ulûl’azm peygamberlerdir. Hepsinden Allahû Tealâ, misak almış.

Öyleyse, nebîlerin özellikleri var. Nebîlere şeriat kitabı verilir ve açıkça söylüyor Allahû Tealâ, Âli İmran-81’de: “Ey nebîler! Size kitap verdik ve hikmet verdik.” diyor. Ama resûllere şeriat kitabı hiçbir zaman verilmemiştir. Verilmesi de mümkün değildir.

İşte resûller, kendilerine sohbet kitabı niteliğinde, emredici hüküm taşımayan kitaplar verilenlerdir. Mevlâna’ya verilmiş, Yunus’a verilmiş, Erzurum’lu İbrâhîm Hakkı Hazretlerine verilmiş (Marifetnâme), Eşref Rumî İznik-i Hazretlerine verilmiş. Ve birçok velî, Allahû Tealâ’nın dostu, Allahû Tealâ’dan bu tarzda kitapları hep almışlar. Ama nebîlere, şeriat kitabı verilir. Nebîlerin arasında, fetret devirleri vardır. Ama resûllerin arasında yoktur. Resûller, insanlardan olabileceği gibi cinlerden de meleklerden de resûller vardır.

Allahû Tealâ En'âm Suresinin 130. âyet-i kerimesinde:

6/EN'ÂM-130: Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrathumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).
Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk.” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular.


“Ey cin ve insan topluluğu! Sizin aralarınızda, resûller vardır.” diyor.

Cinlerden de resûl var. Meleklerden de resûl var. Allahû Tealâ, melek resûllerden bahsediyor Kur'ân-ı Kerimde. Kiramen katibîn melekleri, resûl olarak geçiyor ve kiramen katibîn meleklerinin (hayat filmimizi filme alan meleklerin) yanında, ölüm melekleri de resûller olarak geçiyor Kur'ân-ı Kerimde.

22/HACC-75: Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâsi, innallâhe semîun basîr(basîrun).
Allah, meleklerden ve insanlardan resûller seçer. Muhakkak ki Allah, en iyi işitendir, en iyi görendir.


35/FÂTIR-1: El hamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ardı câilil melâiketi rusulen ulî ecnihatin mesnâ ve sulâse ve rubâa, yezîdu fîl halkı mâ yeşâu, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Hamd; gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlara sahip melekleri, resûller (elçiler) kılan Allah’a aittir. Yaratmada dilediğini arttırır. Muhakkak ki Allah, herşeye kaadirdir.


Öyleyse resûller gaybı bilmezler. Ama Allahû Tealâ, resûllerinden sadece rızaya ulaşana verir. O huzur namazının imamlığına vekâlet eden resûldür. Gaybı bilen Allah, gaybı nebîlerin hepsine bildirir ama resûllerden sadece, huzur namazının imamlığını kendisine verdiği kişiye bildirir.

Secde Suresinin 24. âyet-i kerimesi:

32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık, sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.


Resûllerden, imam için geçerlidir.

Allahû Tealâ diyor ki: “Onlardan imamlar kıldık. İnsanları hidayete erdirsinler diye.”

“ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ:  Emrimizle insanları hidayete erdirsinler diye, onlardan (insanlardan) imamlar kıldık.” diyor.
“lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn:  Sabrın sahibi oldukları için ve âyetlerimize yakîn hasıl etmiş oldukları için.” diyor Allahû Tealâ.

İşte nebîlere baktığımız zaman, bunlarla kavim resûlleri arasında büyük farklılıklar var.

Allahû Tealâ Mu'minûn Suresinin 44. âyeti kerimesinde, kavim resûllerinin ardarda geleceğini söylüyor:

23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.


“Biz bütün kavimlere resûl göndeririz. Ve ardarda göndeririz.” diyor. “Hangi kavme resûl gönderdiysek, o kavimdekiler o resûlleri inkâr ettiler.” diyor.

Bakara Suresinin 87. âyet-i kerimesinde:

2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki, Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.


Allahû Tealâ gene kavim resûllerden bahsediyor: “Bütün kavimlere, resûl göndeririz.” diyor.

İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.


“Biz bütün kavimlere, onların dilleriyle hitap etsinler diye, onların dillerini konuşan resûller tayin ederiz.” diyor.

İsrâ Suresinin 15. âyet-i kerimesinde:

17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihî, ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.


“Biz bir resûl göndermedikçe, hiçbir kavme azap etmeyiz.” diyor.

Zumer Suresinin 71. ayeti kerimesinde:

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alâl kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın?” (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.


Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Cehennem bekçileri, cehenneme gelen kâfirlere derler ki: “Size, Allah'ın resûlleri gelmedi mi? Sizlere, Allah'ın âyetlerini okuyarak (yani siz, Allah'a ulaşmayı dilemezseniz eğer, o zaman gideceğiniz yer cehennemdir. Allah'a ulaşmayı dileyin ve dalâletten kurtulun, hidayette olun. Allah'a ulaşmayı dilerseniz, cennete girersiniz. Dilemezseniz, cehenneme giderseniz diye sizi uyarmadılar mı?)” diyor âyet-i kerime.

“Onlar da (kâfirler) derler ki: Uyardılar. Ama azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.”

Öyleyse bütün insanlar, mutlaka cehenneme uğramak mecburiyetinde. Cennete girecek olan insanlar, Allah'a ulaşmayı dilemeselerdi, cennete giremeyeceklerdi. Öyleyse resûlün söylediğine mutlaka ittiba etmişler, cennete girmişler. Cehenneme kapılardan girenlere, cehennem bekçileri bunları söylüyor.

Onlar, cehennemde cezalanmak üzere kalacak olanlar. Ve onlar diyor ki: “Azap, kâfirlerin üzerine hak oldu.”

72/CİNN-26: Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ(ehaden).
O (Allah), gaybı bilendir. Fakat O, gaybını hiç kimseye izhar etmez (açıklamaz).

72/CİNN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasaden).
Resûllerden razı oldukları (tasarruf rızasına ulaşmış olanları) hariç! O taktirde, muhakkak ki O (Allah), onların önünden ve arkasından gözetenler sevkeder ki,


Allahû Tealâ diyor ki: “Allah gaybı bilir. Kimseye söylemez. Ama resûllerden, rızaya ulaşanlar hariç.”

Bu, tasarruf rızasıdır. O da sadece, huzur namazının imamına has bir olaydır. İşte bugün, bu devirdeki huzur namazının imamı o, biziz. O tasarrufun hamdolsun ki; Allahû Tealâ bizi sahibi kıldı. Resûller, her millete gönderilir.

Allahû Tealâ, Nahl-36’da diyor ki:

16/NAHL-36: Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).


“Biz, bütün kavimlere resûl göndeririz. O kavimdekileri dalâletten kurtarsınlar da hidayete erdirsinler diye.” diyor Allahû Tealâ. “O kavimdekileri, dalâletten kurtarsınlar da hidayete erdirsinler diye. Bir kısmı, bu sebeple hidayete erdiler. Bir kısmının ise üzerine dalâlet hak oldu.” diyor.

“Allah'a ulaşmayı dileyin! Dilemezseniz şu âyetler gereğince, gideceğiniz yer cehennemdir.” diyor kavim resûlleri kendi kavimlerine. Ve de onlardan Allah'a ulaşmayı dilemeyenler, onların gidecekleri yer cehennem. Ve de dalâlette kalıyorlar, dalâleti hak ediyorlar. Kendilerine tebliğ yapıldığı için.

Allahû Tealâ İsrâ-15’de:

17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihî, ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.


“Biz bir resûl göndermedikçe, hiçbir kavme azap etmeyiz.” diyor.

Ondan sonra Meryem-71’de diyor ki:

19/MERYEM-71: Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ(makdıyyen).
Ve sizden biriniz (bile hariç olmamak üzere hepiniz), illâ (muhakkak) ona (cehenneme) varacaksınız. (Bu), senin Rabbinin üzerine (aldığı) kesinleşmiş bir hükümdür.


“Aranızda kıyâmet günü cehenneme uğramayacak olan hiç kimse yoktur.” diyor.

Öyleyse 2 âyeti birleştirdiğimiz zaman, cehenneme giren ve cehennemde kalacak olan herkese, cehennem kapılarından giriş söz konusu. Ötekiler, uçarak giriyorlar. Cennete girecek olanlar cehennemi gezdikten sonra, Allah'a sonsuz şükürler ederek, cennete ulaşıyorlar.

Ama kâfirler (yani Allah'a ulaşmayı dilemeyen herkes, kâfir hükmünde), onların hepsi, cehennem kapıları biraz kaldırılarak, burunları yere sürtünerek cehenneme giriyor. Ve cehennem bekçileri mutlaka onlara soruyor: “Size Allah'ın resûlleri gelmedi mi?” Ötekilere, neden sorulmuyor? Çünkü onlar zaten, Allah'a ulaşmayı dilemişler. Dilemişler ki; uçarak girmek hakkını elde etmişler. Oradaki şeffaf kapılar, sadece Allah'a ulaşmayı dileyenlerin oraya girmesini sağlayacak elektronik aletlerle donatılmış.

26/ŞUARÂ-94: Fe kubkıbû fîhâ hum vel gâvun(gâvune).
Onlar (putperestler) ve azgınlar, oraya (cehenneme) yüzüstü (burunları yere sürtünerek) atılırlar.


39/ZUMER-73: Vesîkallezînettekav rabbehum ilâl cenneti zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ ve futihat ebvâbuhâ ve kâle lehum hazenetuhâ selâmun aleykum tıbtum fedhulûhâ hâlidîn(hâlidîne).
Rab’lerine karşı takva sahibi olanlar (cehennemi gördükten sonra) zümre zümre cennete sevkedilirler. Oraya (cennete) geldikleri zaman onun (cennetin) kapıları açılır. Ve onun (cennetin) bekçileri, onlara: "Selâmun aleykum, siz temize çıktınız (aklandınız) ve öyleyse ebedi olarak ona (cennete) girin" derler.


Ötekilerde öyle girmeye kalktıkları zaman, kafalarını vuruyorlar duvarlara ve içeri geçemiyorlar. Onlar, kapılardan girmek mecburiyetindeler. Kapılar yerden kaldırılarak, burunları yere sürtünerek girenler, hepsine soruluyor: “Size, Allah'ın resûlleri gelmedi mi?” Hepsi de diyorlar ki: “Geldi. Ama biz onlara inanmadık. Allah hiçbir şey indirmemiştir dedik. Ve sizi dalâlette görüyoruz dedik.”

Mulk Suresi 7, 8, 9. 10. âyetler:

67/MULK-7: İzâ ulkû fîhâ semiû lehâ şehîkan ve hiye tefûr(tefûru).
Oraya (cehenneme) atıldıkları zaman onun kaynayan korkunç sesini (gürlemesini) işittiler.

67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.

67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”

67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.


“Ama biz, eğer resûllerimize inansaydık, o zaman burada (cehennemde) mı olurduk?” diyorlar.

Benzer konular