Zumer-43, Mu’min-18, Sebe-23, Enbiyâ-28, Tâhâ-109, Meryem-87, Muddessir-48 âyetlerinin illiyet bağlantılarını anlatır mısınız?

Anasayfa » Ana Sayfa » Mürşid » Zumer-43, Mu’min-18, Sebe-23, Enbiyâ-28, Tâhâ-109, Meryem-87, Muddessir-48 âyetlerinin illiyet bağlantılarını anlatır mısınız?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Zumer-43, Mu’min-18, Sebe-23, Enbiyâ-28, Tâhâ-109, Meryem-87, Muddessir-48 âyetlerinin illiyet bağlantılarını anlatır mısınız?

Şimdi bakıyoruz âyetlere, Zumer- 43:

39/ZUMER-43: Emittehazû min dûnillâhi şufeâe, kul e ve lev kânû lâ yemlikûne şey’en ve lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Yoksa onlar, Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar bir şeye (bir güce) malik olmasalar ve akıl etmeseler de mi?"


“Yoksa onlar Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: Onlar bir şeye mâlik olmasalar ve akıl etmeseler de mi?”

Yani şefaatçiler…bir şeye, bir güce, hiçbir şeye mâlik olmasalar ve akl etmeselerde mi?

Burada hiçbir şeye sahip olmayan ve akıl da edemeyen insanlar var. Akıl etseler Allah'a ulaşmayı dileyecekler.

Mu’min-18:

40/MU'MİN-18: Ve enzirhum yevmel âzifeti izil kulûbu ledâl hanâciri kâzımîn(kâzımîne), mâ liz zâlimîne min hamîmin ve lâ şefîin yutâu.
Ve yaklaşan gün (kıyâmet günü) konusunda onları uyar. O zaman kalpler, korku ile hançerelere gelir (can boğaza gelir). Zalimler için yakın bir dost ve şefaati kabul edilir bir şefaatçi yoktur.


“Ve yaklaşan gün (yani kıyâmet günü) için onları uyar. O zaman kalpler, korku ile hançerlere gelir (can boğaza gelir). Zalimler için yakın bir dost ve şefaati kabul edilir bir şefaatçi yoktur.”

“Kıyâmet günü” diyor Allahû Tealâ, “Şefaati kabul edilir bir şefaatçi yoktur. Kalpler korku ile hançerlere gelir. Kıyâmet günü herkes korku doludur. Zalimler için yakın bir dost ve şefaatçi kabul edilemez. Kabul edilebilir bir şefaatçi yoktur.”

Bu âyet-i kerimeden sanki zalim olmayanlar için bir şefaatçi varmış gibi bir mâna çıkaranlar olabilir ama aslında âyetler kıyâmet günü bir şefaatin vuku bulmayacağını söylüyorlar; hiç kimseden hiç kimseye bir şefaatin ulaşamayacağını.

Sebe-23:

34/SEBE-23: Ve lâ tenfeuş şefâatu indehû illâ li men ezine lehu, hattâ izâ fuzzia an kulûbihim kâlû mâzâ kâle rabbukum, kâlûl hakka, ve huvel aliyyul kebîr(kebîru).
Ve O’nun huzurunda, kendisine izin verdiği kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez. Onların kalplerinden korku giderilince: "Rabbiniz ne buyurdu?" dediler. (Onlar da) "Hakkı buyurdu." dediler. Ve O; Âli’dir (çok yüce), Kebir’dir (çok büyük).


“O’nun huzurunda, kendisine izin verdiği kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez. Onların kalplerinden korku giderilince: “Rabbiniz ne buyurdu?” dediler. (Onlar da) “Hakkı buyurdu.” dediler. Ve O, Âli’dir Kebir’dir (yücedir kebirdir çok büyüktür).”

“Allahû Tealâ’nın indinde, O’nun huzurunda kendisine izin verdiği kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez.”

Allahû Tealâ Allah'ın huzurunda yapılan bir tövbe merasiminden bahsediyor. Allah'a ulaşmayı dileyen birisi 13. basamakta mürşidine ulaşma hakkını kazanır ve hacet namazını kılar. 14. basamakta mürşidine ulaşır, önünde diz çöker, tövbe eder. Şiddi  Sebe Suresinin 23. âyet-i kerimesi bunu söylüyor: “Allah'ın; O’nun huzurunda kendisine izin verdiği kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez.” Sadece devrin imamına bu yetkiyi vermiştir Allahû Tealâ. Bu muhteva içerisinde Allahû Tealâ onların günahlarının sevaba çevrildiğini yani kendilerine şefaat edildiğini söylüyor.

Furkân Suresinin 69 ve 70. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ şunu söylüyor:

25/FURKÂN-69: Yudâaf lehul azâbu yevmel kıyâmeti ve yahlud fîhî muhânâ(muhânen).
Kıyâmet günü onun azabı kat kat artar. Ve orada alçaltılmış olarak ebediyyen kalır.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).


Furkân-69’da diyor ki Allahû Tealâ: “Cehenneme girenler cehennemdedirler ve onların azabı arttırılır.”

Furkân-70: “Ama kim tövbe etmişse ve bu tövbeden sonra îmânı artan bir mü'min olmuşsa ve nefs tezkiyesine başlamışsa, amilüssalihata başlamışsa, amilüssalihat yapıyorsa…” Ki bunların hepsi mürşide tâbiiyetin işaretleri. Kalbe îmân yazıldığı için îmânı artan bir mü'mindir kişi. Nefs tezkiyesine başladığı zaman tesirli bir nefs tezkiyesi, o noktada tatbikata girer çünkü nefs tezkiyesinin oluşabilmesi bu noktadaki hükmü ifade eder. Nefs tezkiyesi için o kişinin kalbinde bir oluşum, kalbinin içine Allahû Tealâ’nın îmânı yazması lâzım, kişinin göğsünden kalbine nur yolunu açmış olması lâzım, kişinin zikir yaptığı zaman Allah'ın katından gelen rahmetin, fazlın ve salâvâtın o kişinin göğsünden kalbine ulaşması lâzım ve fazılların kalbin içindeki îmân kelimesine yapışması lâzım. Bu nokta, “O zaman” diyor Allahû Tealâ, “Allah onların seyyiatini hasenata çevirir.” Bu noktadaki kişinin günahları sevaba çevrilir yani onlara mağfiret edilir.

O, kendisine izin verdiği kişi de devrin imamıdır. O kişinin başının üzerine gelip Allah'ın emri gereğince Allah'a doğru yola çıkması gerektiğini çünkü yevme’t talâkının geldiğini söyler. Ve böyle bir olay tahakkuk ettiği an o kişinin bütün günahları sevaba çevrilir. Çünkü devrin imamı o kişinin başında bunları söyleyerek o kişiye mürşide tâbî olduğu anda şefaat eder.

Sadece Allah'ın huzurunda kendisine izin verdiği kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez. Sadece onun şefaati, devrin imamının şefaati söz konusudur. Allah'ın katında huzur namazının imamı, Allah'ın şefaate yetkili kıldığı tek kişidir. Arşı tutan melekler de şefaat talebinde bulunurlar ama şefaatin sahibi devrin imamıdır. Kendisine Allah'ın izin verdiği tek kişi odur, devrin imamı. “Allahû Tealâ neyi buyurdu, demişler. Hakkı buyurdu.” Yani Hakk’a ulaşmayı buyurdu. Kişinin ruhu vücudunudan ayrılacak ve Allah'a doğru yola çıkacak, Allah'a ulaşacak.

21/ENBİYÂ-28: Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yeşfeûne illâ li menirtedâ ve hum min haşyetihî muşfikûn(muşfikûne).
Onların önünde ve arkasında olan şeyleri (muhafız melekleri) bilir. Ve onlar, (Allah’ın) rızasına ermiş olanlardan başkasına şefaat etmezler. Ve onlar, O’nun (Allah’ın) haşyetinden korkanlardır.


“Onların önünde ve arkasında olan şeyleri (yani yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onların önünde ve arkasında olan şeyleri yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Allah bilir. Ve onlar, (Allah’ın) rızasına ermiş olanlardan başkasına şefaat etmezler. Ve onlar, O’nun (Allah’ın) haşyetinden korkanlardır.

İşte burada Allahû Tealâ’nın ortaya koyduğu şey Allah'ın rızasına ermek. Bu rıza tâbiiyet rızasıdır. Kişi Allahû Tealâ’nın emri üzerine Allah'ın kendisine gösterdiği mürşide ulaşmıştır, tâbiiyetini gerçekleştirmiştir. Bu, Allah'ın tâbiiyet rızasıdır. Bu rızaya ermiş olan kişiye onlar şefaat ederler. Her devirdeki imam sadece o kişiye, Allah'ın rızasına ermiş olan kişiye şefaat eder. Yani onların günahlarını sevaba çevirir.

Tâhâ-109:

20/TÂHÂ-109: Yevme izin lâ tenfauş şefâatu illâ men ezine lehur rahmânu ve radıye lehu kavlâ(kavlen).
İzin günü, Rahmân’ın kendisine izin verdiği ve sözünden razı olduğu (tasarruf rızasının sahibi) kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez.


“İzin günü, Rahmân’ın kendisine izin verdiği ve sözünden razı olduğu (yani tasarruf rızasının sahibi) kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez.”

Burada Allah'ın tasarruf rızasına sahip olan kişi, sadece o şefaat edebilir. “Sözünden razı olduğu…” Buradaki rıza, tasarruf rızası. Bu rızanın sahibi olan kişi yine devrin imamı olarak çıkıyor karşımıza.

Meryem-87:

19/MERYEM-87: Lâ yemlikûneş şefâate illâ menittehaze inder rahmâni ahdâ(ahden).
Rahmân’ın indinde, ahd ittihaz edenlerden (Allah’tan ahd alanlardan) başkası şefaate malik olamaz.


“Rahmân’ın indinde, ahd ittihaz edenlerden (Allah’tan ahd alanlardan) başkası şefaate malik olamaz.”

Kimdir o? Allah'ın İndi’nde Allah'tan ahd alan sadece bir tek kişi vardır, o, devrin imamıdır. Ve Allahû Tealâ’nın şefaat müessesesi bu dünya üzerinde gerçekleşir ve dünya üzerinde hedefe yürür. İşte bu şefaatin muhtevasını Allahû Tealâ açık bir şekilde ifade ediyor, diyor ki:

4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi). Ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfera lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah’ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah’ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl’ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.


“Habibim! O nefslerine zulmedenler sana gelselerdi ve günahları sebebiyle tövbe etseleri, günahlarının affını dileselerdi; sen de onlar için onların günahlarının affedilmesini dileseydin, Allah'ın her iki talebi de kabul ettiğini görecektin.” diyor.

Sahâbenin talebi üzerine sahâbenin bütün günahları affediliyor, Peygamber Efendimiz (S.A.V) sahâbe konusundaki talepte bulunduğu zaman da Allahû Tealâ bir defa daha affediyor ve onların günahlarını sevaba çeviriyor (Nisâ-64). Böyle bir dizaynda o kişilerin günahları sevaba çevriliyor. İşte bu günahların sevaba çevrilmesi işlemi Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in yaşadığı devirdeki şefaatiyle.

Mudessir-48:    

74/MUDDESSİR-48: Fe mâ tenfeuhum şefâatuş şâfiîn(şâfiîne).
Artık şefaat edenlerin şefaati onlara fayda sağlamaz.


“Şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz.”

Kıyâmet günü şefaat edenler, hayatteyken şefaat etmiş olanların, şefaat yetkisinin sahibi olanların kıyâmet günü şefaati artık kimseye bir yarar sağlamaz.

Bunların hepsi şefaat müessesesini anlatıyor âyetlerde ve asırlardan beri yanlış bilinen bir husus var sevgili kardeşlerim! Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in kıyâmet günü şefaat edeceği ve kalbinde zerre kadar îmânı olan kişiyi kurtaracağı söyleniyor, bir söylenti halinde ortada duruyor. Amel defterleri o kişinin ölümüyle birlikte kapanır. Amel defterine kıyâmet günü bir ilâve yapmak veya ondan bir şey tenkis etmek, çıkartmak söz konusu değildir.

Bütün bu âyetlerde, kardeşimiz bu âyetlerin hepsini toplamış, şefaate müteallik âyetlerin hepsini toplamış. Bunların arasındaki illiyet rabıtası; hepsinde o devre ait bir imamın varlığı. Bu âyetler hepsi değil çünkü şefaat talebi Mu'min Suresinin 7. âyet-i kerimesinde de geçiyor hem de çoğul olarak geçiyor.

40/MU'MİN-7: Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke ve kıhim azâbel cahîm(cahîmi).
Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan) mağfiret dilerler: “Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve Senin yoluna (Sıratı Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!”


“Arşı tutan melekler ve onların etrafındaki kişi.” diyor Allahû Tealâ. Arşı tutan meleker, biliyorsunuz, arştaki, İndi İlahi’deki tahtları boşlukta tutan melekler. “Onlar da Allahû Tealâ’yı tesbih ederler ve Allah'tan şefaat dilerler.” diyor Allahû Tealâ. Derlermiş ki: “Yarabbi! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. Kim tövbe eder de mü'min olursa ve senin yoluna girerse; Sen onlara şefaat eyle ve onları cehennem azabından… (36.25), koru.”

İşte devrin imamı sadece Allahû Tealâ’dan şefaat talebinde bulunmuyor, arşı tutan meleklerin de şefaat talebi var. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in veya o devirde bulunan devrin imamının talebini kabul eden Allahû Tealâ, aynı zamanda şefaat kabul edildiği zaman oradaki arşı tutan meleklerin de talebini kabul etmiş oluyor. Bu sebeple bu âyetlerin birinde çoğul kullanıyor Allahû Tealâ. Şefaat edenlerin çokluğunu kullanıyor. Allahû Tealâ devrin imamının talebini kabul ettiği zaman, onunla beraber dua eden arşı tutan meleklerin de talebini kabul etmiş olduğu için burada “şefaat edenler” konusu geçmiş, çoğul olarak kullanıyor. Diğerlerinde, hepsinde devrin imamından bahis var.

Böylece şefaat konusuna bir defa daha dönmüş oluyoruz. Hâlâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in kıyâmet gününde herkese şefaat edeceği gibi bir söylenti var. Bu, Kur'ân-ı Kerim’e göre, bu âyetler muhaceresinde açık ve kesin bir şekilde Allahû Tealâ kıyâmet günü bir şefaatçinin mevcut olmayacağını söylüyor. Ama kim Allah'a ulaşmayı dilerse ve de Allah onu mürşidine ulaştırırsa, mürşidinin önünde tövbe ettiği an mutlaka o kişinin günahları Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesiyle sevaba çevrilir. Böylece o kişiye şefaat edilmiş olur.

Benzer konular